Siz de “Yoo yoo! Ben hallederim!” diyenlerden misiniz?
Seviyorum gözlem yapmayı. Çocukluğumdan beri böyleymişim. Gözlerimi kocaman açar, herkesi sürekli izlermişim. Aradan yıllar geçti; ben çevremde olan biteni, sadece dışarıda değil, içeride de neler olduğunu anlamaya çabalamaktan vazgeçmedim. Evet kabul ediyorum, yer yer yorgun düştüm; ama n’aparsınız “Huylu huyundan vazgeçmez” demişler işte.
Şu yine kendimi gözlemleme zamanlarından birinde, kelimelerime takmıştım. Sözlerin gücü, eylemlerimize dönüşme şekli gibi gibi kişisel gelişim şeyleri… Amma çok “Yoo, yoo” dökülüyormuş dilimden, hayret ettim kaldım bu durumu fark edince! Bazıları her şeye “Evet” der ya; ben de kendimi gayet uyumlu, tatlı birisi zannediyorum; ama gelin görün ki ağzımda sürekli “Yoo, yoo” aşağı, “Yoo, yoo” yukarı. Ben bugün kendi “Yoo, yoo”larımı ortaya dökmek, sizlerle de azıcık dertleşmek niyetindeyim. Eh siz de hazırsanız, çuvaldızı ucundan ucundan batırmaya başlayalım mı?
En çok kullandığım “Yoo, yoo”, torba eşya taşıdığım anlarda yaşanıyormuş mesela. İki elim de baya dolu ve ağır, yanımda kim varsa soruyor “Yardım edeyim mi?” Cevap ise benden hiç gecikmiyormuş, “Yoo, yoo, ben hallederim!” Velev ki bunu soran bir erkek ise “Hiç gerek yok!” gibi cümlelerle de cevabımı pekiştiriyormuşum illa ki.
Torba taşımayı geçtim, gün geliyor su şişesinin kapağını açamıyormuşum, ama “Biriniz açabilir mi?” diye sormak yerine elim beyazdan en kırmızıya dönene kadar kendimce uğraşıyormuşum. Sonuç: “Açtım!” Heh iyi, beş yıldızlı pekiyi evladım sana! Geçen zaman, çaba, yaşanan sinir harbi; neyse canım onu şimdilik geçelim.
Geçelim dedim de, bu sefer öyle kolay geçemeyeceğim vallahi. “Aman, büyütülecek ne var ki; altı üstü bir kapak!” demeyi çok isterdim. Ancak işin aslı bir kapaktan tabii ki de çok daha fazlası. Şöylece bir kapağın altını yoklayayım diyorum; aman neler fışkırıyor, neler?
Nil Karaibrahimgil kuşağıyız biz
Bir kere ben nasıl büyüdüm, ya da biz nasıl büyüdük? Ben size bir hatırlatayım en iyisi. “Tek taşımı kendim aldım, tek başına kendim taktım. Girmesinler havaya!” LA LA LA! “İyi ki doğdum, gördün mü bak (koskoca) 25 oldum!” LA LA LA! “Çocuk da yaparım, kariyer de!” LA LA LA! Nil Karaibrahimgil devriydik biz; kadın dediğin ayakta duracak. (Ki ne güzel dimdik dursun tabi!) Ama bunları hep “tek başına” yapacak!
Okulda, sokakta “Kadın-erkek eşit midir?” konuşmaları yapmaya kalkanların gözünü oyduk vallahi. Hatta “Ne dedin sen!” deyip, onlara bir Sevda Demirel tokadı atmadığımız kaldı. Kendine gel dedik, haddini bil, ayağını denk al; bir daha seni buralarda görmeyeyim bakışları fırlatarak da kovaladık hemen bu soruya kalkışanları etrafımızdan.
Peki gerçekten de eşit miydik? Ya da daha güzel soracak olursam; hepimizin çok kendine has, onu biricik yapan, çok farklı ve değerli yanları yok muydu? Birimizin bazen daha güçlü olduğu bir konuda ondan yardım istemek, bizi daha güçsüz mü kılardı? Yalnız başına ayakta durmak, zorunluluk muydu? Peki yardım istemek, eziklik miydi?
Hem kendime, hem de çevremdeki kadınlara baktıkça; tek başınalığın biraz fazlaca pompalandığı bir dönemin tesirinde kalarak, kendimizi biraz fazla zorlamışız gibi hissediyorum. Özümüzdeki “Birlikten kuvvet doğar”ın, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”ın aksine; biz bir başına kuleler inşa etmişiz. Üstelik en yakınlarımızı bile içeri almamışız.
Yardım istemek güçsüzlük değil
Şimdi düşünüyorum da yardım istemek, yüreğini açma cesaretini göstermek aslında. Çok insana dair bir şey, mükemmel ya da daha doğrusu makina olmadığımızın kanıtı. Yardıma ihtiyacımız var dedikçe; kendimizi tanımaya, kendimizi olduğumuz gibi kabullenmeye bir adım daha yaklaşıyoruz sanki. Zırhlarımız kalkmaya, duvarlarımız yıkılmaya başlıyor; daha güzel bir yapbozun parçası oluveriyoruz böylece.
Sosyal çevremiz; sokakta karşılaştığımız insandan tutun da iş arkadaşlarımıza, gözlerimizi açtığımız ailemizden tutun da can ciğer dostlarımıza, hayat arkadaşlarımızdan çocuklarımıza kadar hepsi bizim hazinemiz. İlişkilerimiz bizi besleyen, büyüten, yaşatan hayat damarlarımız; zaman geçtikçe değerini daha çok anladığımız. Peki çevremizden bize uzanan elleri “Yoo, yoo” diyerek itmek, hayatı karartmak değil mi sizce de?
Bir dahaki sefere ağzınızdan “Yoo, yoo” çıkacak olduğunda; “Hayatımı renklerden mahrum bırakmak istiyor muyum gerçekten?” diye sormaya ne dersiniz? Ve size de rengarenk bir hayat daha cazip gelirse eğer; “Yoo, yoo” yerine “Tabi” ya da “Ben hallederim” yerine “Birlikte halledebiliriz” cümlelerine şans vermeyi deneyebilirsiniz belki de benim gibi. Bakalım hep birlikte yolculuğumuz daha ışıl ışıl olacak mı, ve biz kendimizi renklerin büyüsüne kapılmış bulacak mıyız her geçen gün?