Siyah ve beyazın aşkı ile kendinizi yeniden keşfedin: Bir Budapeşte macerası
En sevdiğim şeylerden bir tanesi tek başıma seyahat etmektir. Tek başına seyahat etmek insanı geliştirir, dirileştirir. Yönünüzü siz bulursunuz, nereye gideceğinizi siz belirlersiniz. Canınız güzel bir kahve molası mı çekiyor yoksa rastgele bir kilisede dua mı etmek istiyor, yine siz belirlersiniz. İşte tüm bu saatler boyunca hep ‘’kendi kendinizle’’ olursunuz. Eğlenceli olduğunuz kadar sıkıcı ve sıradan bulduğunuz yönlerinizi kavrarsınız. Korkularınızı ve çekincelerinizi, yani kısaca kendinizi tanırsınız. Bu aslında büyük bir adımdır, kolay gözükür ama bir o kadar da zordur.
İşte bu tek seyahatlerimin sonuncusu, Avrupa’nın kalbine, şarkılara, şiirlere, efsanelere konu olmuş, sevgili Tuna Nehri’nin ortadan ikiye bölerek geçtiği Budapeşte’ye oldu. Budapeşte, ‘’tek başınıza’’ keşif için muhteşem bir şehir. Buda ve Peşte şehrin Tuna ile bölünen iki yakası. Buda ne kadar sakin, nezih ve sessiz ise, Peşte o derece çingene ruhlu, eğlenceli ve yerinde duramayan taraf. Yani bir şehrin iki yüzü, tek şehrin siyahı ve beyazı gibi. Bu yüzden Budapeşte tek kelimeyle tanımlanamıyor, yani hem sert hem yumuşak, hem dik başlı hem her an köşesinde ağlayacak gibi, hem durgun hem coşkun…
Baştan başa Budapeşte’yi keşfe başlıyoruz
Şimdi birlikte kısa bir Budapeşte turuna çıkacağız, sıkı tutunun. Gezimiz şehrin merkez konumundaki muhteşem yapısı ile büyüleyici ‘’Szechenyi’’ Köprüsü’nü (Zincir Köprü) geçerek başlıyor. Böylece kahverengi suları ile çoşan Tuna Nehri’ni de baştan başa geçmiş oluyoruz ve şehrin Buda kısmını daha sonra geri dönmek üzere arkamızda bırakıyoruz.
Peşte’ye adım atar atmaz dümdüz ilerlemeye devam ediyoruz. Diğer bir muhteşem yapı ‘’Bajcsy-Zsilinszky’’ (Aziz Stephan Bazilikası) bizi karşılıyor. Yavaş adımlarla içeriye giriyoruz. Tavandaki süslemeler ve içeriden gelen muhteşem org sesi adeta büyülüyor.
Arka sokaklara doğru Peşte’nin derinliklerine yol alıyoruz. Oldukça geniş caddeler ve muhteşem detaylarla süslü, grinin tonlarında beyaza çalan binalar ve yemyeşil ağaçlar bize eşlik ediyor. Sabah saatlerinde her yeri saran ve caddelere sinmiş mis kahve ve meşhur Macar fırınlarının kokusu burnumuza geliyor. Karşımızda opera binası, başında yeller esen umarsız bir hanımefendi… Yıllara meydan okuyan güzelliği, göz nuru tavan ve kolon süslemeleriyle başımızı döndürüyor.
Rotamızı yeniden Buda’ya doğru çeviriyoruz, fakat bu öylesine bir yolculuk olmamalı. Bu sefer siyahtan beyaza geçtiğimizi bilerek dinginlik ile ilerliyoruz. Buda’nın tepesine doğru yavaş yavaş tırmanıyoruz merdivenleri, sevgili Buda Kalesi tüm ihtişamıyla bizi karşılıyor. Tüm şehre tepeden bakabiliyoruz şimdi, bu nokta tüm şehrin nefesimizi kestiği yer.
İlgili yazı: Görsel şölen / Muhteşem köprülerinden ilginç mimarisine Budapeşte
Şehir maceramız tabi ki bu noktada bitmiyor, geçtiğimiz sokakların gece manzaralarını, Tuna’ya yansıyan şehir ışıklarının insanı mest eden manzarasında Macar şaraplarını tatmanın keyfini ve daha birçok keşfi de size bırakıyorum.
Hayatınızın siyahları ve beyazlarını arıyorsanız veya hala kendinizi keşfe çıkmadıysanız, bir haftasonunuzu Budapeşte’ye ayırmanızı tavsiye ederim. Çünkü hayat sadece nefes aldığımız değil, nefesimizin kesildiği ‘’o an’’ dan ibaret. Nefesinizin kesilmesine hazır mısınız?