Birkaç aydır gezginlikten “yerleşik göçebelik” diye tanımlayabileceğimiz bir döneme geçiş yaparak kendimizi Peru’daki Kutsal Vadi’nin kollarına bıraktık. Etrafıma baktığımda vadiyi sıkı sıkı kucaklayan And Dağları’nı görüp, burada korunduğumu hissediyorum. Vadi bana bazen anne rahmini bazen de yaşamın temel yasalarıyla tanıştığım bir okulu anımsatıyor. Burası, yeni bir dil öğrenmek, Latin Amerika’da iş yapmaya başlamak, uzundur yazmak istediklerimi yazmak ve bol bol fotoğraf çekmek için ideal. Balkonda çalışırken her gün ziyaretime gelen bir sinek kuşum bile var. Lacivert, yeşil ışıltılara bezenmiş görkemli tüyleri ve hızlı kanat çırpışıyla bana bugüne dek kim bilir yanı başımdaki hangi güzellikleri kaçırdığımı düşündürüyor. Tam zamanlı öğrencilik yaptığım bu yeni okulum daha önce okuduklarıma hiç benzemiyor. Burada “Yaşamın temel yasaları” ile burun burunayım. Bundan önce gittiğim okullar bana yalnızca akılla yol almayı öğretti. Oysa akıl yalnız kaldığında korkular ve kaygılar üretir. Kalple, içgüdüyle yani ruhla birlikte hareket etmedikçe bizi tarifi güç bir açlığa mahkum eder. Neye inanacağını, güveneceğini bilmeyen, sürekli önlemler almaya, güvende olmaya çalışan korku dolu bir akıl hangimizin işine yarar?
Akıl daima sorular bulur buluşturur. “Hangi işi yapmalıyım?”, “Nasıl daha çok para kazanırım?”, “Bu yeni çıkan telefonlar daha havalı görünür müyüm?”, “Yöneticimin gözüne nasıl girsem?” Ve korkular… “Ya yalnız kalırsam?”, “Beni beğenmezlerse ne yaparım?”, “Peki iş bulamazsam?”, “Dolar aldı başını gidiyor. Eyvah!” Ne sorularında ne de korkularında tam olarak haksız değildir. Ama bence hayatı yalnızca akılla algılamanın ötesine geçmek mümkün. Nasıl mı? Tabii ki Dünya’yı durdurarak!
Nedir bu “Dünya’yı durdurmak”?
Carlos Castaneda, kitaplarında modern Dünya’dan kopup hakikati öğrenmek için yola çıkan beyaz adamın yerlilerin arasında yaşadığı yolculuğu anlatır. Bir şaman olan Don Juan, ona bu gezegenin yalnızca rasyonel düşünceyle açıklanamayacağını anlatmaya çalıştıkça Carlos’un bilinçaltı buna karşı koyar. Sıkı sıkıya tutunduğu gerçekliğini, sorularını ve korkularını bırakmak istemez.
“Ixtlan Yolculuğu” kitabında Don Juan, Carlos’tan “dünyayı durdurmasını” ister. Carlos günler geceler boyu doğanın ortasında umutsuzca çabalar. Dünya’yı durdurmanın ne anlama geldiğini bir türlü çözemez. Öfkelenir, gücü tükenir, vazgeçmek ister. Tam bu sırada yanına bir tilki gelir, onunla uzun uzun bakışırlar. Carlos, tilkiye duyduğu yakınlığa anlam veremez ve hissettikleri ona mantıksız gelir. Derken tuhaf bir şekilde hayvanın onunla konuştuğunu duymaya başlar. Onu anlayabiliyor dahası karşılık verebiliyordur. Bir de bakar ki sohbetleri ilerledikçe tilki birbirinden güzel renklerle bezeli bir ışık topuna dönüşmüş. Derken hayvan yavaş yavaş başkalaşır ve sonunda sıvılaşıp toprağa karışır. Ertesi gün, “Sen, dün Dünyayı durdurdun.” der Don Juan. Peki bunu nasıl başarmıştır? Kendi bildiği gerçeklikten ve aklın ısrarcı somut gerçekliğinden başka ihtimallere ve sorulara şans vererek… Kendini hayata yalnızca akılla bakmaktan özgürleştirerek… Yani “Bir insan tilkiyle konuşabilir mi hiç canım?” Sorusunu “Acaba tilki bana ne söylüyor?” Sorusuyla değiştirerek.
Hayatımızın çapını kendimize, aklımızla değil kalbimizle sorduğumuz sorular belirler. Ben bu yolculuğa çıkarken çantamda aklımın ve sorularımın ağırlığı vardı. “Bu yolculuk bitince ne yapacağım?”, “Sevdiğim işi yapmak istiyorum. Peki ama nasıl?”, “Küçük bir yerde yaşamak bana göre mi?” ve benzerleri… Bir süredir bu sorular üzerine hiç düşünmediğimin farkına vardım. Dönüp baktığımda onların artık eski yerinde durmadığını gördüm ve bir panik duygusuyla sarsıldım. Sorularım yok olmuştu! Nasıl olurdu bu? Ben kendime bu soruları sormayacaksam ne arıyordum burada? Şimdi ne olacaktı? Sonra tuhaf bir yas duygusu geldi oturdu yüreğime. Arkadaşlarımı, kedilerimi, evimi, işimi, kentimi geride bıraktığımı biliyordum ama bu listeye bir de sorularımı mı ekleyecektim? Evet! Çünkü onlar artık moleküllerine ayrılmış, hava boşluğunda asılı duruyorlardı. Ben o molekülleri farklı bağlarla yeniden birleştirip kendime başka sorular sorayım ve yeni cevaplar bulayım diye…
“Sadece bir savaşçı, bilgi yolunda sağ kalabilir.” diye devam eder Don Juan “Ixtlan Yolculuğu” kitabında, “Çünkü bir savaşçının sanatı, bir insan olmanın dehşetiyle, bir insan olmanın görkemini dengelemektir.”
Birkaç gün sonra yeni sorular teker teker kendini göstermeye başladı. Bunlar, öncekilere hiç benzemiyordu. “Her şey değişim içinde olduğuna göre ‘şimdi’ye kök salmanın yolunu nasıl bulabilirim?”, “Tıpkı nefes alıp vermek gibi para kavramı da giden ve geri gelen bir unsur olduğuna göre kendimi ondan özgürleştirebilir miyim?”, “Anlam, başkalarına hizmet etmek olduğuna göre ihtiyacı olanlara nasıl yardım edebilirim?”, “Yaşadığımız boyut bir rüyadan ibaret. O halde ben ruhumu kuşaklardan beri bana öğretilen korkulardan arındırmamın yolu nedir?”, “Sahiplenmeden, sevdiğim insanın benden bağımsız yolculuğuna saygı duyup izin vererek onunla yan yana olmam mümkün mü?”
Anladım ki geçmişten bugüne dönüşen sorularım matruşka bebekler gibiydi. Kabuktan öze doğru yolculuk yapıyorlardı. “Hangi işi yapmalıyım?” sorusu aslında “meslek” kavramının bir araç olduğunun farkına varınca yerini, “hangi anlama hizmet etmeliyim?” sorusuna bırakıyordu. Yaşamın amacı üretmek ve anlam yaratmaktı o halde bu soruyla artık vedalaşmıştım. “Nasıl yaşamak istiyorum?” Sorusunun cevabı da “şimdiki zamana kök salarak” olmuştu. Ama bu da yeni bir soru doğurmuştu: “Nasıl?” Aslında hepimiz iç içe duran matruşka bebekleri teker teker açıp, o en içte duran serçe parmağı büyüklüğündeki bebeğe ulaşmaya çalışıyorduk. Temel sorularımıza… Sonra? Daha da temel olanlara… Ve daha da… Nereye kadar mı?
Kitapta, “Ixtlan’a ne zaman ve ne şekilde ulaştın?” diye sorar Carlos.
Kızılderili bu soruya kahkahalarla güler.
“Sana şöyle söyleyeyim: Bu yolculuğun herhangi bir akıbeti yoktu ve hiçbir zaman da olmayacak. Ben hala Ixtlan yolundayım!”
Sanırım hep birlikte, sonu gelmeyecek bir arayışta, sorulardan örülmüş bir yolda yürüyoruz. İhtiyacımız olan cevapları bir türlü alamadığımızda genellikle kendimize yanlış soruları sormuş oluyoruz. Diyeceğim o ki, eğer hayatınızı değiştirmek istiyorsanız bence işe sorularınızdan başlayın.
Yarın ilk iş “Acaba tilki bana ne söylüyor?” diyerek başlayabilirsiniz mesela… Bakalım ne söyleyecek?
Tilkinin söylediklerini paylaşmak isterseniz, bana Instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Hayatın ve düşüncelerin başkalaşırken yeni bir ülke bulamaz mısın?