Şimdiye kadar inandığınız her an, elde ettiğiniz bugüne eşit
Birden düşünceler üşüşür değil mi, gün içerisinde beynimizden binlerce iyi kötü düşünce geçer? “Yapabilecek miyim? Başarabilecek miyim? Beni beğenecek mi? Acaba böyle mi demek istedi? Yeterli miyim? Elimden gelenin en iyisini yapabildim mi? Bu arkadaşımı kırdım mı? Çocuklarıma yeterince vakit ayırabildim mi?”
Sorularla gelmelerine de gerek yok, hepimiz aşinayız; “Pınar şunu yapamadın, buraya geç kaldın. Bunu yapmayı unutma, kimi aramadın, bir zaman bulamadın, bu hafta istediklerinin hepsine yeterli zamanı ayıramadın. Bu tatlıyı yemeyecektin, bugün çok kahve içtin” gibi binlerce düşünce…
Peki şunu düşünelim; ya düşüncelerimiz anında tezahür edebilseydi? Örneğin öyle anlar olur ki hayatımızda “şu an ölmek istiyorum” deriz, çok yoğunuzdur… Veya öyle bir anımız olur ki bir diğerinin kötülüğünü isteyebiliriz “keşke bir şeye takılsa da düşse” deriz değil mi?
Her ne düşüncemiz olursa olsun, bunlar anında tezahür etmemektedir, bu bizim iyiliğimiz içindir… Yani kainatımızın da iyiliği için. Bir kere düşünün, birimiz “savaş çıksın” diye bir düşünce geçiriyor içinden ve o an bu gerçekleşiyor… İşte hayatımızı bu “inançlarımız” şekillendiriyor. Yani bizler neden niye diye sorguluyoruz fakat her anımız aslında “neye inanırsak onu elde ettiğimiz” inancının, yani içimizden geçirdiğimiz o can-ım düşüncelerimizin bir karşılığı olarak hayatımıza yansıyor. Eğer “yeterince iyi” olmadığımızı düşünüyorsak bunu sesli olarak işitiyoruz… Yeterince sevilmeye layık hissetmiyorsak aldatılıyoruz, yeterince gerçek değilsek neden dürüst olmadığımız ile ilişkili bir soru adeta tokat gibi suratımıza çarpıveriyor. Eğer sonuna kadar inanırsak ve her ne olursa olsun vazgeçmezsek tüm düzen (bize karşı gözükse de) bir anda bizimle birlikte akmaya başlayıveriyor…
İşte bu yüzden her an inandıklarımız ile aslında hayatlarımızı adeta birer heykeltraş gibi şekillendiriyoruz. Korkuları işlersek korktuklarımız ile karşılaşıyoruz, yeterince cesaretimiz var ise istediklerimizle ve kısacası “inanmayı seçtiklerimizle”…
Bakın sevgili Vishen Lakhiani eseri Olağanüstü Yaşamlar İçin Olağandışı Kurallar ile bu durumu ne kadar güzel örneklerle açıklıyor;
“…Örneğin, Dr. Ellen Langer ve Dr. Alia J. Crum 2007 yılında Psychological Science (Psikolojik Bilim) dergisinde yayınlanan bir çalışma yaptılar. Seksen dört otel temizlik görevlisine ne kadar egzersiz yaptıklarını sordular. Otel odalarını temizleme işlemi fiziksel çaba gerektirdiği için “Hiç sormayın. Sürekli!” demelerini beklersiniz. Fakat günce on beş oda temizlemelerine rağmen üçte biri hiç egzersiz yapmadıklarını, üçte ikisi de düzenli olarak egzersiz yapmadıklarını söyledi.
…Araştırmacılar temizlikçilerin zihinlerine yeni bir gerçeklik modeli yerleştirdiler. Temizlikçilerden kırk dördüne günlük görevlerinin Hastalık Kontrol Merkezleri’nin tavsiyelerini karşıladığını ve Genel Cerrah tavsiyelerinin de üstünde olduğunu söylediler. Ayrıca onlara çeşitli temizlik işlerinin ne kadar kalori yaktığını gösteren bir tablo verdiler ve benzer bilgileri temizlikçilerin görebilecekleri yerlere koydular.
…Aradan bir ay geçti. Araştırmacılar gözlemlemeye devam ettiler. Şaşırtıcı bir şekilde kendilerine yaptıkları egzersizlerle ilgili bilgi verilen temizlikçiler ortalama bir kilo kaybettiler, daha düşük kan basınçları vardı ve hepsinin kilo, vücut kitle endeksi ve bel-kalça oranları ölçümlerine bakıldığında “büyük ölçüde daha sağlıklı” oldukları görüldü. Ve tahmin edin ne oldu? Temizlikçiler araştırmacılara çalışma şekillerinde herhangi bir değişikliğe gitmediklerini söylediler. Tek değişiklik araştırmacıların anlattığı, kendilerine verilen doğru bilgilerdi.
…Bir başka ifadeler, sonuçların özel bir ilaç tedavisi ya da tıbbi tedaviden kaynaklanmadığını, onun yerine yalnızca insan zihni sayesinde meydana geldiğini belirttiler.
…Otel temizlikçileriyle yapılan çalışma açıkça göstermektedir ki gerçeklik modeliniz, siz olmamasına rağmen sizi siz kılan şeydir. Bunu fark ettiğinizde kötü ya da eski modelinizi daha sağlıklı bir modelle değiştirebilirsiniz ve dünyanızı değiştirecek inanılmaz bir güç elde edersiniz.”
İnançlarımız dünyayı algılama şeklimizdir. Dünyayı algımız aslında gerçekliğimizi oluşturur; neye inanmayı seçiyoruz; yeterince başarılı olduğumuza mı, başarı için ne kadar çalışırsak çalışalım yeterli olmadığımıza mı veya sevginin hayatımıza kolaylıkla girdiğine mi veya sevilmeye layık olmadığımıza mı veya bolluk ve bereketin dünyanın sonsuz nimetlerinin bizlere kolaylıkla ulaştırıldığına mı zengin ve bolluk içerisinde olmanın utanılması gereken bir durum olduğuna mı? Gerçekten ne inanıyoruz?
Bugün farkında olmadığımız birbirinden “basit” inanç parçaları bir araya gelerek adeta bir yapboz gibi hayatımızın haritasını önümüze çizerler. Bugün inanmayı seçtiklerimizi değiştirmek elimizdedir. Bir ilişkinin her daim “güvensizlik” ile sonuçlanacağına inanırsanız aldatılmak ve aldatmak kaçınılmazdır. Fakat bir ilişkide aşk, gerçek sevgi ve sonsuz bir güvenin varlığına gerçekten inanmayı seçerseniz dünyanızın gerçekliği bu olur. Evrene güvenmek elinizdedir… Ve güven, sadece bir “düşünce” kalıbı kadar uzağınızdadır…
Uzak mesafelere tek başınıza “gidemeyeceğinize” inanırsanız, o uzak mesafeler asla hayatınızın en güzel maceralarına dönüşmeyecektir. Bir maratonu koşamayacağınıza inanırsanız bunu gerçekleştirmeniz de mümkün değildir. Haketmediğinize inanırsanız size ulaşan aşkı, sevgiyi, bolluğu, varlığı, kısacası “evrenin sunduklarını” almanız ve görmeniz de mümkün değildir…
Mümkün olmayanı mümkün kılmak sadece bir “inanç kalıbını” değiştirmek kadar yakınınızdadır. Bugün bu yazımı okuyorsanız hayatınıza en az bir tane “mümkün değil”inizi “mümkün” ile değiştirmenizi dilerim… Siz kalıplarınızı değiştirdiğinizde hayatınız değişir… Sonsuz gücünüzü kabul etmeye hazır mısınız?