Değişim bazılarınıza göre sadece uzak bir kelime. Hatta öyle ki; istediğimizi sandığımız ama bir adım bile atmadığımızdan, aslında “böyle iyi, şimdi ne gerek var?” kısmında kaldığımız -bunu kendine itiraf eden yok denecek kadar azdır- için bir senaryodan ibarettir hayatımızda. Neden isteyelim ki? Hayatın altını üstüne neden getirelim? Deli miyiz? Ne gerek var? Böyle biz her günün aynı olmasından huzur duyarken hele… Bilinmezlikler denizinde boğulabilme ihtimali var bir de. Bu hayatın (yaşadığını sanan) seyircisi sonu belli olmayan konulara karşı pek bir eleştirel yaklaşır. Alıştığımız o düzenin değişme ihtimalinde “aradığınız o kişiye ulaşılamaz”cıyız. “İyiyiz biz böyle”ciyiz. Hayatın o aynılığında bir ufak sapmada, değişim olasılığında kalbimizin kapısında “lütfen rahatsız etmeyiniz” yazar. Bilmez ki toz tutmuş kalbin gözleri, ufku göremiyor. Kocaman bir ah! Fark edene kadar hayat bitmiş…
Hep aynı yerden alırız, giyeriz, gideriz. Çevremizdeki insanlar bile aynıdır. Tabi ki en iyi dost, sevgili, aile, kemikleşmiş insanlar olsunlar, varolsunlar; onlar ayrı. Anlatmak istediğim şey başka. Anladınız bence.
Her uyandığında “Bu mu istediğim hayat? Ben ne yapıyorum burada?” diyen insanlar için yazdıklarım. Tanıdık geliyor mu?Ben böyle derin bir uykudaydım işte. Ta ki… Dan da da dan…
Peki hal böyleyken, her şey böyle rutindeyken birdenbire planlanmayan şiddetli bir fırtına o hayatı ne yapar? Fırtına ki hayatımızdaki kökleri çok sağlam sandığımız bazı o çok önemli şeyleri -“elimizden kayar giderse yaşayamam” dediklerimizi- koparsa bizden, ne yaparız? Ya da o fırtına ki hayatta yapmam dediklerimizi üstümüze atsa?
Sen “şimdi değil, birgün mutlaka yapacağım” diye diye böyle Don Kişot gibi hayali bir savaşta hayatla boğuşurken o kullandığını sandığın küreklerin de, sıkı sıkıya tutunduğun gemilerin de fırtına geldiğinde batmış olduğunu görürsün çoktan… Ah o kaybetmem asla sandıklarımız bir bir kayınca elimizden ne çok şaşırırız. Aslında işin özü şu: Ne yaparsan yap korktuğun başına gelir… Ka-ça-maz-sın. Nokta. O yüzden direnmemek, çok da şey etmemek lazımmış…
Yaklaşık 9,5 yıldır sabah 9 akşam 6 çalışan o klasik beyaz yakalı bir çalışandım. Buradaki geçmiş zaman kipine dikkat!Demek ki artık değilim. Ama bu tekrar olmayacağım anlamına da gelmiyor. Bu sefer eskisi gibi olmayacak o kesin. Göreceğiz hayat ne getirecek.
Söylemeye çalıştığım şey; eğer sen böyle sıkışmış hissediyorsan bu sıradanlık olmamalı hayatta. Düşünsene yıllarca aynı yerde, rutin bir iş. Yılda 2 hafta tatil, hafta sonu beklenen… Ne kadar garip ki insan doğasında bu var. Güven duygusu. Ama en çok yavaş yavaş öldüren de bu aslında. Şimdi iyi miyim peki? Soruyorum kendime artık, sorabiliyorum.Kendinle konuşmak ve barışmak da zaman alıyor. Hey sen! En son ne zaman kendine “nasılsın” dedin? Evet evet kafayı yemedim ya… Dur. İlk yazıdan bunu mu çıkardın. Beyaz yakalı işten ayrılır kendini o antin kuntin kişisel gelişim “şey”lerine verir klişesini yapmayacağım. Yalan. Yapıyorum. Al burada da zaman kipi “şimdi”… Neyse, önümüzde bunları konuşacağımız çok zaman olacak.
Neyse ne diyordum? Tamam, hatırladım; artık mutlu etmeyen o işte devam etmeye kendimi neden zorladığım benim derdim. Yukarıda da bahsettiğim o düzene, alışılmış kalıplara sıkışan kendini hapsetmek. Hayat gerçekten mutsuz bir iş ve ilişkide kalmak için çok kısa. İnsan içindeyken anlamıyor, kendini oyalıyor. Ben de yaptım. Her hafta sonu kaçamak tatiller, geziler, programlar… Pazartesi sendromuna giriş ve Cuma mutluluğu ile çıkış. Haftalar aylara, aylar yıllara… Uyuşturmak kendini bir nevi.
Şu an yine öyle olan çok kişi var. Bu kurulu düzen sizi mutlu ediyorsa zaten ne güzel! Etmeyen tayfa olarak ne yapabiliriz yazısı bu. Haydi herkes o sevmediği işi bıraksın da demiyorum. Ama eminim bir başka yol var. Hep trafik sıkıştığında bir yan yol buluyorsa, kalp yolu bilir diyorum.
Peki tamam ya bu benim yolum. Ben şimdi ne yapıyorum? Başlık zaten kişisel. Belki yaparsam ben de”bir gün” ne olacak merakına ilham olurum. Belli mi olur? Sen de anladın bence şu an ben ne yapıyorum. Ne mi yapıyorum dersen hala, okuyorsun ya! Yazıyorum. Ben “şimdi” bunu yapıyorum. Bu şu an mutlu ediyor. “Oldum” asla demiyorum. Deniyorum. Çabalıyorum. Evet burada da kip şimdiki zaman. Zamana, ana bıraktım. En azından cesaret ettim. Aferin bana. İlk kez kendimi onayladım vay be: Kendini sevmek, anlamaya çalışmak ne kadar kolay gibi görünen zor bir iş..
Bu yazıyı buraya kadar okuyan ey sevgili insan, sen neye cesaret edeceksin? Etmek istersin? Biraz düşünmeye bile ittiysem ne mutlu!
Geç olan her zaman ertelenen karardır unutma. Ne zaman karar verip eyleme geçersen de doğru zamandır. Bu biricik sana aittir. Ne geç ne erken, tam doğru an sen hazır oldugundaki andır.
Yalnız yeni senaryom bu sefer bayağa belirsiz, tekrarsız kelimelerden günler içeriyor.
Siz “şimdi” ne yapıyorsunuz?
İlginizi çekebilir: “Az çoktur” diyen bir bardak: Pisagor Bardağı ve yeni yıl hedefleri üzerine notlar