“Her gün işe gidip geldiğim sabahlardan birinde, tam da otobüse binmişken, telefonumu evde unuttuğumu fark ettim ve kısa süreli bir panik halinin ardından yapabileceğim bir şey olmadığını fark ederek etrafımdaki insanları izlemeye başladım. Yaklaşık 40 dakika süren otobüs ve metro yolculuğunda yaptığım küçük çaplı gözlemlere göre insanların %90’ından fazlası ya Candy Crush oynuyor, ya arkadaşlarıyla mesajlaşıyor, ya da internette sörf yapıyor! Yani her ne yapıyorlarsa ellerindeki telefonlara gömülmüş ve başka hiç bir şeyle ilgilenmiyorlar (benimki yanımda olsaydı muhtemelen ben de telefonumdan müzik dinliyor olacaktım). Kısacası, insanlar bir şekilde bu sıkıcı yolculuk sürecinden kaçmak için ellerindeki tüm imkânları seferber etmiş durumdalar.”
Teknolojinin hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmaya başlamasından beri, insanlar can sıkıntısıyla çetin bir savaş halindeler. Hiç bir şey yapmadan ya da eğlenmeden geçirilen zaman artık herkes için bir “kayıp” haline gelmiş durumda.
Peki, can sıkıntısını aslında çok yanlış anlamış olabilir miyiz? Can sıkıntısından neden kaçıyoruz? Sıkılmanın hiç mi iyi bir tarafı yok? Bu soruların cevabını almak üzere yapılan bir araştırmaya göre, can sıkıntısı kaçınılması gereken değil, hayatımızda var olması gereken bir duygu. Sıkıntı ve eğlence arasında sağlıklı bir denge sağlandığı taktirde, can sıkıntısının hayatımıza her alanda katkı sağlayabilmesi mümkün.
Can sıkıntısı nedir?
Can sıkıntısı; insanların oradan oraya koşturduğu, boş kalan her anlarını değerlendirmeye çalıştığı, değerlendiremediği zamanlar için kendi kendine öfke nöbetleri yaşadığı bir yüzyılın ürünü olarak görünse de, aslında yüzyıllardır insanoğlunun gidermeye çalıştığı bir duygu. Pompeideki duvar resimlerinde de sıkça görülen sıkılmış insan figürleri, Roma felsefesinde mide bulantısıyla tanımlanan bir duygu olan can sıkıntısının yüzyıllardır hayatımızda olduğunun bir kanıtı gibi. Yani, Sokrates’ten metrodaki çocuğa kadar, her canlı bir gün sıkıntıyı tadıyor.
İnsanlık tarihinin başından beri hayatımızda var olan can sıkıntısı, bilim adamlarının da yıllardır üstüne düşündükleri ve araştırmalar yaptıkları bir olgu. Can sıkıntısının en bilindik ve bilim dünyasında kabul görmüş olan tanımı, dikkat konusundan yola çıkılarak yapılmış: can sıkıntısı, kendinizi eğlendirebilecek, mutlu edebilecek bir şey yapmayı çok istediğiniz fakat ona ulaşabilecek durumda olmadığınız zamanlarda ortaya çıkan hayal kırıklığı duygusudur. Yani, hem içsel olarak (düşünmek, hissetmek gibi) hem de dışsal olarak (içinde bulunduğunuz çevre) tatmin olabileceğiniz bir durum yaşayamadığınızda, “canım sıkıldı” terimini kullanırsınız.
Mesela evdesiniz ve oyalanmak için televizyonu açtınız. Bir taraftan da elinizde telefonunuzla Instagram’da arkadaşlarınızın yayınlamış olduğu fotoğraflara göz atıyorsunuz. Ekranda aynı bölümünü 38.ye izliyor olduğunuz “Doktorlar” dizisi var. Instagram’da da herkes akşam yediği yemeğin fotoğrafını paylaşmış. Bu durum bir sure sonra canınızın oldukça sıkılmasına yol açacaktır çünkü dikkatinizi çekmeyen, umrunuzda bile olmayan her şey o an üst üste gelmiştir. Tam da bu sırada bir arkadaşınız dışarı çıkmayı teklif ettiyse, can sıkıntınız birden yok olacaktır.
Can sıkıntısı, bir an önce yok edilmesi gereken rahatsız edici bir duygu gibi görülebilir ancak bilimsel olarak hayatımızı olumlu yönde etkileyebilecek bir güce sahip. Yapılan araştırmalara göre pasif olarak yapılan, yani sıkıcı diye adlandırdığımız aktiviteler; yaratıcılığımızı arttırma konusunda oldukça başarılı. Bunun sebebi, gün içinde hayal kurmaya başladığımız zamanların sıkılmaya başladığımız anlar olması.
Günümüzün modern, işkolik dünyasında bu pek de kabul edilebilir durmuyor. Birçoğumuz hiç bir şeyle uğraşmadığımız zamanlar yüzünden tembel olarak etiketlenmekten korkuyor ve nereye gittiğimizi bilmeden son sürat koşmaya çalışıyoruz. Kimsenin boş boş tavana bakıyorken yanında birden patronunun belirmesinden hoşlanacağını sanmıyoruz.
Fakat kronik olmayan, günün belli bölümlerinde yaşadığımız ve hayal kurmamıza olanak sağlayan can sıkıntıları aslında birçok şirketin çalışanlarda var olmasını istediği yaratıcılığı tetikliyor.
Psikoloji alanında yapılan bir araştırma, özellikle Amerika’da 1990 yılından beri ortalama IQ düzeyinde yaşanan yükselmeye karşın, yaratıcılığın hızlı bir düşüş yaşadığını gösteriyor.
Yine bu konu üzerine yapılmış başka bir araştırma,eski hedeflere artık ilgi duyulmamasından kaynaklanan sıkıntının, insanlarda yeni hedefler belirleme konusunda olumlu bir etkisinin olduğu görüşünde. Örneğin; bir çalışan yaptığı işten sıkılıyorsa, bir sure sonra o işin kendisine uygun olup olmadığını düşünmeye ve daha iyi işlerde görev almayı düşünmeye başlıyor. Bu, ofiste geçirilen bir kaç sıkıcı günden ya da sürekli toplantılara girmekten sıkıldığınızda işi bırakın anlamına gelmiyor; daha iyi işler yapabileceğinizin farkına varmanızın ve bunun için harekete geçmenizin tam sırası olduğu anlamına geliyor.
Sıkılmak işe yaramazsa;
Sıkıntının yaratıcılığı arttırdığı ve sizi harekete geçirdiği bilimsel bir gerçek; ancak yine de aşırı can sıkıntısı davranışlarınızda bir takım bozukluklara yol açabiliyor. Bunun en bilinen örneği de, normalde yediğinizden çok daha fazla yemek yemek ve öğünlerinizi çoğunlukla abur cuburlarla doldurmak. Bu konuda yapılan bazı araştırmalar, zihnin yemek yiyerek sıkıntıyı giderebileceğini; çünkü hazırlık, pişirme ve çiğneme süreçlerinin dikkatimizi farklı şeylere yönlendirmemize ve o andan zevk almamıza yardımcı olduğunu gösteriyor.
Ayrıca, sıkıntının kronikleşmesi oldukça ciddi ruh sağlığı problemlerine yol açabiliyor. Konu üzerine yapılmış olan bir çalışma, katılımcıların sıkılmasının ciddi bir paronaya belirtisi olduğunu ileri sürüyor. Başka bir çalışmada, sıklıkla can sıkıntısı yaşayan insanların gerginlik, depresyon ve obsesif kompulsif bozukluğa daha yatkın kişiler oldukları belirtiliyor. Burada, sıkıntının sıklığının ve boyutunun ne kadar olduğunun iyi analiz edilmesi büyük önem taşıyor.
Bu yazıyı sevdiklerinizle paylaşarak, canlarının sıkıldığı anlarda hayata daha pozitif bakabilmelerini sağlayabilirsiniz.