Sıkı sıkıya bağlı olduklarımız: Kendi yarattığımız hapishanemizden çıkabilmek

Sıkı sıkıya sarıldıklarımız hani avucumuzun içinden kayıp da gidecek diye üzerine titrediklerimiz… Avuçlarımızı sıktıkça pirinç taneleri gibi dökülüverenler. Biz öyle sıkı sıkıya tutuyoruz diye düşünürken gözümüzün önünden kayıp gidenler. İşte kendi hapishanemizi böyle kolaylıkla inşa etmekteyiz. Hayat bizi çağırdığında duyamayız veya duysak da gidemeyiz değil mi? Kaybetmememiz, avucumuzu açtığımızda o düşüverecek olanları yitirmememiz gerekir. Peki ya gerçekten doğru değilse? Ya başka bir hayat mümkün ise? Ya o çok ama çok korktuğumuz şeyleri bırakıverdiğimizde önümüzde kocaman yollar açılıverecekse? Ya hayat bizi o muhteşem “kendi hapishanemizden” kurtarmak üzere kapılarımıza dayanmışsa?

İşte ben sizlerle bu yazımda sıkı sıkıya bağlı olduklarımıza bambaşka bir gözle bakalım istiyorum: Kendi hapishanelerimizin farkına varalım. Hayata dair “gidemem, yapamam, olmaz, benim şunu yapmam gerekir, bunu bırakamam, şuna dayanamam, ya beni terk ederse, ben onu terk edemem, benim sorumluluklarım var o yüzden ben bunu gerçekleştiremem, bu yaşımdan sonra bu nasıl olacak” diye düşündüğümüz o güzelim hapishanelerimizin her birine korkmadan gidelim ve dışarıya doğru bakalım… Gerçekten kurtulmak çıkabilmek ve hayata adım atmak mümkün mü?

Sıkı sıkıya bağlı olduklarımız: Kendi yarattığımız hapishanemizden çıkabilmek

Bunun için bu hafta beni çok etkileyen bir hikaye paylaşmak istiyorum öncelikle. Bana kendi hapishanelerimi gösteren, düşündüren belki geçmiş çıkışlarımı anlatan. Bu hikayeyle birlikte kendi kendimize biraz ayna tutalım istiyorum, bakalım biz bu sıkı sıkıya bağlandıklarımızın neresindeyiz?

“…Çok eski zamanlara ait bir Çin hikayesi vardır ve çıkış noktası maymunlar için kurulan tuzaklardır. Bir Hindistan cevizinin içi oyulur ve meyve, maymunun elinin girebileceği genişlikteki deliğin içine bırakılır. Sonra oyulmuş meyvenin içine pirinç konur. Bir süre sonra aç bir maymun pirincin kokusunu alacak ve elini delikten içeriye sokacaktır. Ama maymun pirinci avuçladıktan sonra elini o halde delikten dışarıya çıkaramaz. Tuzağa düşüp yakalanan maymunlar, avucunun içindeki pirinci bırakamayan maymunlardır.

Maymun avucunun içindeki pirinci bırakmadığı sürece, kendi hazırladığı hapishanenin mahkumu olacaktır. Tuzak iş görür, çünkü maymunu yönlendiren açlığıdır.”

Bu hikayede olduğu üzere kendi hayatımızı düşündüğümüzde birçok farklı şeye sıkı sıkıya sarılırız ve işte bu tuzaklardan elimizi çıkarmaya yani avucumuzda sıkı sıkıya tuttuğumuzu bırakmaya gönüllü olmadıkça kendi hapishanemizin mahkumları oluveririz… Aslında kurtuluşumuzun sadece ve sadece yine “bizlere” bağlı olduğu bu hapishanede belki diğerlerini suçlarız, belki diğer bir kişi gelsin de bizleri kurtarsın diye bekleriz. Ne yazık ki kurtuluş sadece avucumuzu açabilmek; yani serbest bırakmaktan geçmektedir.

Sıkı sıkıya bağlı olduklarımız: Kendi yarattığımız hapishanemizden çıkabilmek

Sıkı sıkıya tutunduğumuz ilişkilerimizde görmekteyiz bu örneği en çok… Evet, çok sevdiğimiz için yürümese de öyle sıkı sıkı bağlı kalırız bu tuzakların içerisine… Kaybetme korkusu o kadar büyüktür veya sevilmek açlığımız o kadar ağır basar ki elimi açmaya, yani kendi kendimizi hapsettiğimiz o yürümeyen ilişkilerimizi “bitirebilmek” sorumluluğunu cesaretini göstermek yerine tercihimiz yıllarca “çekmek” yani o kendi hücremizde bir mahkum olarak yıllarımızı geçirmek olur. Oysa ki bir ilişkinin yürümediğini gördüğümüzde öncelikle bunu kabul etmemiz ve ertesinde ise yolumuza gitmek üzere her ne olursa olsun hayatımıza devam etmek üzere adım atmamız; yani o meyvenin içinde eli sıkışmış olan bir maymun gibi elimizde sıkı sıkıya kavradığımız pirinçleri bırakmamız yeterlidir. Geride ne hapishane kalır ne de kendi kendimizi mahkum ettiğimiz huzursuzluklar, yürümeyen evlilikler, gönülden hislerimizin çoktan bittiği fakat “mış” gibi yapmaya devam ettiğimiz arkadaşlıklar… Hepsi birer birer önümüzde açılır ve gider.

Evliliğimin son döneminde, o kadar çok üzülmüştüm ki sıkı sıkıya tuttuğum o her şey o ilişki sadece beni bitirmekteydi. Çokça kilo vermiştim, bir şey yiyemez hale gelmiştim, uyuyamıyordum ve içinde bulunduğum durumu tekrar tekrar düşündükçe kendimi uzun uzun koşmaya vuruyordum. Sanki koştukça bedenimi kaplayan acıların katmanı sıyrılıyordu üzerimden ama hala o hapishanenin içindeydim. Bir gün öyle bir noktaya geldim ve o derece kırıldım ki tuttuğum her şeyi bıraktım ve o günden sonra hayatımın hiçbir günü geriye dönüp bakmadım. Geride kalan on yılı o an gerçekten “geride” bırakarak gitmek kararı almıştım ve bir bavul ile evimden çıktım, her şeyi ve herkesi geride bırakarak. O gün benim için yepyeni bir insanın doğduğu ilk gün olmuştu. Öyle büyük bir adım atmıştım ki kendi kendimi tanımladığım tüm sıfatları; eş olmak, soyadı taşımak, kadın olmak, evli olmak evet tüm sıfatlarımı sıkı sıkıya sarıldığım ve çok sevdiğim bir adamı da bırakmıştım. Kendi hapishanemden, bitmeyen huzursuzluklardan, yalanlardan, benimle bağdaşmayan tüm hikayelerden, içerisinde dürüstlük olmayan her şeyden kendi kendimi azat etmiştim. Kocaman yollar beni beklemekteydi, hayat yanımdaydı, artık o pirincin mahkumu maymun değildim. Uzun üzüntülerden, çabalardan ve tekrar tekrar yıkılmalardan sonra ben de elimin içinde sıkı sıkıya tutmaya çalıştığım pirinçleri bırakabilmiştim.

Bugün bu yazımı okuyorsanız, hayatta sıkı sıkıya sarıldığınız varlığınızın tanımı niteliğinde olan ve sizi o muhteşem hapishanelerinize mahkum eden hayatın güzelim yollarını görmenizden sizi alıkoyan ne varsa çok daha dikkatli bakmanızı dilerim. Hikayemizdeki maymunlar gibi elimizdeki pirinçleri düşürmemek için sıkı sıkıya sarıldığımız tüm bu “şeyler” aslında kurtuluşumuza giden yolu da içinde barındırır…

Sadece elimizi açmamız, bırakmaya gönüllü olmamız ve kendi kendimizi azat etmemiz yeterli… Gelin, bugün kendi kendimize kocaman bir hediye verelim ve kendimizi o muhteşem hapishanelerimizden güneşe çıkartacak kadar çok ama çok sevelim. Sonuçta bu hayatta tek sıkı sıkıya sarılmanız gereken şey yine kendimiziz.

 

İlginizi çekebilir: Yedi kez düştüğümüzde sekizinci kez ayağa kalkmak nasıl mümkün?

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam