Şikayet etme sanatı: Hoşnutsuzluğu dile getirmenin yolları
“İşten her gün bu kadar geç çıkmak zorunda mı?”
“Gün içinde hiç aramıyor, aklına gelmiyor muyum?”
“Hep ben ona güzel sözler söylüyorum, o bana hiç iltifat etmiyor.”
“İstemediğimi bildiği halde o kıyafetleri ısrarla giyiyor.”
“Özel günlerimizi hep ben hatırlatıyorum.”
“Kaç kez aradım, cevap vermedi, canı istediğinde dönüyor aramalarıma.”
Bazıları kulağa tuhaf gelse de her ilişkide dile getirilen bu ve benzeri birçok istek, hayal kırıklığı, beklenti ve ihtiyaç var. Kimilerini içimizde, kimilerini partnerimizle paylaşarak halletmemiz gereken bir beklentiler silsilesiyle birlikte sürüyor ilişkilerimiz. Beklenti ve şikayetlerin ilişkimizde soruna mı, yoksa çözüme mi yol açacaklarını -var olmaları değil- ifade edilişleri belirliyor. İlişkiyi bozma ve sizi küçük düşürme garantili olan bazı yöntemler var ki konuşmazsak olmaz!
Bunlardan ilki “imâ etmek.” Pek hoş bir kelime olmasa da dilimize yerleştiğinden kullanmakta sakınca görmediğim namı diğer “trip atmak.” Bunu ne zaman yaparız? Bunu daha çok sesimizin duyulmayacağını, doğrudan ifade etmeye, talep etmeye, protesto etmeye hakkımızın olmadığını hissettiğimizde yaparız. Çünkü son derece dolaylı bir yoldur. Öfkeyi ve kızgınlığı öyle değilmiş gibi yaparak, biraz eğip bükerek ve inkâr edilebilecek bir kıvama getirerek karşıya göndermektir bu.
“Yine çok yoğundun bugün herhalde? Çok önemli işlerin mi vardı?” O esnada yüzünüzden düşen bin parça, belki dudaklarınız titriyor.
“Yo, her zamanki gibi, neden sordun? Canını sıkan bir şey mi oldu?”
“Yok canım, öylesine sordum. Bütün gün beni aramaya fırsatın olmadı ve bu saati bulduğuna göre!”
“Uff! Yine mi aynı mevzu?”
“Ben ne dedim şimdi, sordum sadece!”
“Evet, tabii sordun! Nasıl sormaksa?”
Bu sırada olası çıkış yollarını tıkadığınızı hissetseniz de artık ok yaydan çıkmıştır. Ya yutkunarak içinize atmaya devam edeceksiniz ya da el artırarak daha tehlikeli sulara ilerleyeceksiniz. Partneriniz sizin gerçek niyetinizi anlamayacak kadar kör olamaz. Zaten öyleyse durum daha da vahim demektir. Ancak konumuz bu değil. Gösterdiğiniz bu tavırla ne ihtiyacınız olan ilgi ve şefkati kazandınız, ne isteğinizin samimiyetini ve duygusunu aktarabildiniz, ne de akılcı bir çözüm olanağı sundunuz. Kızgınlığınızı örtük bir suçlama ve kınamaya dönüştürerek hor görülmek ve partnerinizden uzaklaşmak için zemin hazırlamış oldunuz yalnızca.
İlişkiyi bozma garantili bir diğer yol ise “küsmek.” Asla doğru mesajı verme şansınızın olmadığı, iletişimin tamamen kapandığı veya kavga öncesi sessizlik olarak adlandırabileceğimiz bir yöntem. Cem Yılmaz’ın ünlü “Pınar noooldu?” skecinde anlattığı o sarmaldan çıkmak çok zordur. Hatırlarsanız adam komedyene uyar ve tuhaf bir şekilde araba sesi çıkarır. Kız arkadaşı bunu iğrenerek, küçümseyerek karşılar ve küser. “Pınar noooldu? Noldu kızım?” “Sus konuşma benimle, utanıyorum senden, bittin sen.” Ne yazık ki gerçek hayatta bu durum ne eğlencelidir ne de komik. Ne kadar süreceği belli olmayan işkence anları başlamıştır ve o sessizlik uzadıkça iki taraf da kendi iç seslerinin kışkırtmalarına maruz kalarak ya daha çok yükselir ya da birbirlerinden çok uzak noktalara savrulup gider.
Gelelim üçüncü yola. Üçüncü talihsiz yol, kavga ve şiddettir. Bazen sessizliğin ardından bazen de aniden beliren öfke yağmuru altında kalmak ilişkiyi bir yaz yağmuru gibi ıslatıp geçmez, birçok zaman kalıcı hasarlar bırakır. Basit bir olay, aylarca biriktirdiğiniz tüm hayal kırıklıklarının pandoranın kutusundan çıkıp etrafa saçılmasına neden olabilir. Görünürdeki olay küçük, tepki ise orantısız şekilde büyük olunca iş her iki tarafın da yönetemeyeceği, anlam vermeyeceği bir boyuta doğru geçmiştir. “On beş dakika gecikmenin, bir cevapsız aramanın, uzayan bir işin bedeli bu olamaz” diye düşünür partneriniz, geçmişte içinizde biriktirdiğiniz fırtınalardan habersiz. Onun sizi dengesiz ve sorunlu biri olarak etiketlemekte gecikmeyeceğini de hatırlamakta fayda var. Gerçek sorunun sınırlarından taşıp onu “kötü, anlayışsız, berbat biri” olarak tanımlamaya giden tepkiniz onun kendini eleştirme fırsatını elinden almakla kalmaz, sizin saçma davranmanız yüzünden ona kendini aklama konforunu sunar. Sizin üzüntünüz ve çaresizliğiniz üzerine onun güveni ve cesareti inşa edilmiş olur.
Bütün bu çıkmaz yollara sapmamızın arkasında kendimizi dilediğimiz gibi ortaya koyamadığımız veya doğrudan isteğimizi dile getirmeye hakkımız olmadığı düşüncesi yatar. Şikâyet etmenin, beklentinin kötü olduğuna inanmış, ne zaman bunu dile getirsek başımızın derde girdiğini görmüş olabiliriz. Bu bazen ebeveynlerimizin ihtiyaçlarımızı karşılamayan tutumlarına, bazen sesimizi duyuramadığımız geçmiş ilişkilerimize, bazen de ilişkilerimizi kurarken farkında olmadan pekiştirilmiş davranışlarımıza bağlı olabilir. Örneğin, her küstüğünüzde alttan alan bir sevgili size küsme alışkanlığı kazandırmış olabilir. Bütün bu yollar toksik olduğu kadar bulaşıcıdır da. Küsmeye devam ettiğinizde bir bakarsınız o da size küsmeye başlamış veya bağırıp çağırmak ilişkinizin doğal niteliği haline gelivermiş.
Dilek ve şikayetlerimizi etkin ve başarılı bir şekilde dile getirebilme becerisi, her zaman beklediğimiz yanıtı alamasak dahi önemlidir. Kendi ruh sağlığımızı korumakla kalmaz, ilişkimizin “beka”sını da korur. Bunun için önce ilişkide hoşnutsuzlukların dile getirilebilmesi kültürünü yaratmamız gerekiyor. Bazı şeylerden mutsuz olmamızdan, bazen partnerimizden daha fazla anlayış beklememizden, bazı şeylerin onarılmasını istememizden daha olağan ne olabilir ki! Bunu olağan dışı ve çözümsüz kılabilecek tek şey ifade etme biçimimiz. Çoğunlukla tamir edilmesi mümkün, birçoğu yanlış anlaşılmalardan veya küçük fark edememelerden ileri gelen kusurların ilişkinin köküne dinamit koymasına izin vermemek elimizde. Daha iyi söylemek, daha iyi duymak, daha iyi dinlemekle… Partnerimizden istemek hakkımıza güvenirsek biraz zamanımızı alsa bile “pire için yorgan yakmaksızın” doğru bir tavır edinebiliriz. Zekamızı, sağduyumuzu, anlayış ve sevgimizi perdeleyen, adeta gözlerimizi kör eden duygu bombardımanlarına teslim olmayarak bunu başarabiliriz. Neticede bu kişi sevdiğiniz için hayatınızda var olan, sizinle ortak bir yaşam kalitesini arzulayan ve işler hiç istediğiniz gibi gitmiyorsa da vazgeçebileceğiniz biri. Tüm seçeneklerin elinizde olduğunu hatırlarsanız teslimiyet ve mağduriyet duygularınız da yatışacaktır.
Çocukluğumuzdan ve geçmiş ilişkilerimizden ne öğrenmiş olursak olalım alay, imâ, öfke ve küskünlük olmaksızın şikâyet edebilmeyi öğrenebiliriz. Şu ana kadar elde ettiğimiz olumsuz sonuçlardan ders alabiliriz. Bunun yerine rica edebiliriz, duygumuzu tarif edebiliriz, bizde yarattığı kırgınlığı anlatabiliriz. Olumsuz duyguların ateşinde ağız tadıyla yenecek yemekler pişmez. Duygumuz çok yüksek ise biraz soğumasını bekleyip öyle harekete geçebiliriz. Her yanlışın altında sevgisizlik ve büyük anlamlar aramaktan vazgeçebiliriz. Ayrıca kendimize biraz alan tanımaya, biraz şefkatle bakmaya başlayabiliriz. Bu, partnerimize de aynı alanı ve şefkati gösterme becerimizi artıracak, yolların tıkanmasını önleyecek, çözüm için ek şeritler açabilmemizi sağlayacaktır.
İlginizi çekebilir: “Eyvah! Yine tüylerim diken diken oldu!”: İlişkimizde neden küçük şeylere takarız?