Sezgiler vs. rasyonel düşünce: Sezgilerimize ne kadar güvenebiliriz?
Sezgilerimize güvenebilir miyiz? Araştırmacılar on yıllardır karar vermede sezginin değerini tartışıyor olsalar da konuyla ilgili vardıkları sonuçlar oldukça farklı. 21. yüzyılın dünyasında herhangi bir konuyla ilgili iki zıt fikri de bizlere kanıtlarla sunabilen bilim insanlarıyla karşılaşabiliyoruz. Bir yayında çilek yemek zehirli sonuçlar doğurur denirken diğerinde ise çileğin faydalarının saymakla tükenmez olduğunu okuyabiliyoruz. Bilginin ve bilimin finansmanını yapan kimse onun algısı ile şekilleniyor hayatlarımız. Aynı şey sezgilerimize güvenme konusundaki araştırmalara da doğal olarak yansıyor.
Sezgi, bilinçli akıl yürütme olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkan içgörü olarak düşünülebilir. “İnsanın muhakeme ve karar verme yetisi” konusundaki çalışmaları nedeniyle Nobel ödülü kazanan Daniel Kahneman, iki farklı düşünce sistemimiz olduğunu öne sürüyor: Birinci sistemimiz hızlı ve sezgisel, ikinci sistemimiz ise daha yavaş ve muhakeme odaklı.
Kahneman’a göre hızlı sistem hataya daha yatkın ancak ciddi tehditleri tahmin etmemizi ve umut verici fırsatları tanımamızı sağlayarak hayatta kalma şansımızı artırabiliyor. Daha yavaş olan düşünce sistemi ise eleştirel düşünme ve analiz yapma yeteneğini kullanarak daha az kötü karar vermemizi sağlayabiliyor.
Her iki sistemin de genellikle insanlar düşünme aşamasındayken çalıştığını kabul eden Kahneman, sezgisel sistemin muhakemeyi bulanıklaştırabilmesinin büyük bir olasılık olduğunu savunuyor.
Diğer tezi savunan bilim insanları ise sezginin Kahneman’ın önerdiğinden daha yaygın olarak etkili karar vermeye yol açabileceğini savunuyorlar. Berlin’deki Max Planck İnsani Gelişme Enstitüsü’nde çalışan Gerd Gigerenzer; sezgilerin etkili karar vermede daha büyük bir rolünün olduğunu söyleyenlerden. Gigerenzer’e göre özellikle karşılaşılan sorunlar karmaşık olduğunda insanlar çoğunlukla sezgilerine güvenmeliler. Gigerenzer, sezginin değerinin çok az takdir edildiğini iddia ediyor ve ekliyor: “Sezgi, bilinçsiz zekanın bir biçimidir.”
Kahneman’ın algısında hatalara yol açtığını savunduğu sistem, Gigerenzer ‘ın güvenilir bilgilere dayanabileceklerini öne sürdüğü bir alt yapıya kavuşabiliyor. Örneğin, iyi bir koşu ayakkabısı satın almak isteyen bir kişi, deneyimli bir koşucu olan arkadaşının kullandığı koşu ayakkabılarının aynısını satın alarak araştırma ve beyin çalışmalarını atlayabilir.
2006’da Ap Dijksterhuis ve meslektaşları tarafından Amsterdam Üniversitesi’nde yayınlanan bir makalede, sezginin değeri hakkında benzer şekilde olumlu bir görüş anlatılıyor. Araştırmacılar, “dikkatsiz müzakere” hipotezini teste tabi tutuyorlar ve vardıkları sonuç şu: “Bilinçli düşünce basit kararlar için en mantıklısı olsa da (örneğin, yemek yaparken hangi boyutta tava kullanılacağı), bir tava satın almak gibi daha karmaşık konular düşünüldüğünde aslında işleri zorlaştırabilir.”
Deneylerinden birinde, deneklerden gaz tüketimi ve bagaj alanı vb. dört özellik dikkate alarak dört arabadan hangisinin en iyi olduğunu seçmeleri isteniyor. Bir grup denek, karar hakkında düşünmek için dört dakikaya sahip, başka bir grup ise beyin jimnastiği çözerek sonuca ulaşsın isteniyor. Beyin jimnastiği ile dikkati dağılan grup, dikkati dağılmadan düşünebilenlere göre daha yanlış seçimler yapıyor. Ancak katılımcılardan 12 özelliği değerlendirmeleri istendiğinde ise sonuçlar değişiyor. Dikkati dağılmamış olanlar bu sefer beyin jimnastiği yapanlara göre daha düşük nitelikli olan araçları seçiyorlar.
Tabii ki gerçek dünyadaki problemler laboratuvar deneylerinde yapay olarak oluşturulmuş problemlerden çok daha karmaşıktır. Bu nedenle 1980’lerin sonlarında insanların gerçek hayatta nasıl karar aldıklarını belirlemeye çalışan “Doğal Karar Verme Hareketi” benzeri oluşumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. İtfaiyecilerin, hemşirelerin, yöneticilerin ve pilotların deneyimlerini zaman baskısı, belirsizlik ve organizasyonel kısıtlamalar içeren zorlu durumlarla başa çıkmak için nasıl kullandıklarını inceleyen araştırmalar yapılmıştır.
Bu araştırmaların sonucunda ise alanlarında son derece deneyimli bireylerin karar verirken “kalıpları karşılaştırma eğiliminde” olduğunu bulmuşlardır. Kendilerine sunulan bilgiler ile geçmiş deneyimleri arasındaki benzerlikleri, tekrarları ve farklılıkları ayırt edebilmektedir bu insanlar. Daha sonrasında da belirli bir durumun nasıl cereyan edebileceğini hayal etmektedirler. Bu düşünce yapısı sayesinde de ilgili kararları çoğunlukla hızlı ve yetkin bir şekilde almaktadırlar. Ayrıca, karar vericinin kesinliğinin; o kişinin bilgisindeki artışla doğru orantıda olmadığı da ortaya koyulmuştur. Aksine aşırı bilgi ile verilen kararın etkinliğinde düşüş gözlemlenmiştir.
Bahsi geçen hareketin kurucularından biri olan Gary Klein, kalıp eşleştirmeyi “sezgisel kısım”, zihinsel simülasyonu ise “bilinçli, kasıtlı ve analitik kısım” olarak adlandırmıştır. Bu iki kombinasyonun faydalarını şu şekilde açıklamıştır: “Yalnızca kalıp eşleştirmeye dayanan tamamen sezgisel bir strateji çok riskli olacaktır çünkü bazen kalıp eşleştirme hatalı seçenekler üretir. Tamamen müzakereci ve analitik bir strateji ise çok yavaş olacaktır. Örneğin; itfaiyeciler söz konusu olduğunda, eğer yavaş ve sistematik bir yaklaşım kullanılırlarsa, “üstleri görüşmeyi bitirene kadar yangınlar kontrolden çıkacaktır.” İkisi de aynı anda işlev kazanıyorsa en büyük faydayı sağladığını savunur Klein.
Sezgiye duyulan güven anlaşılabilir. İnsanlar, dünyevi bir karışıklık ile karşı karşıya kaldıklarında her zaman mistik güçlere inanmaya çalışmışlardır. Ama bu aynı zamanda tehlikeli bir yoldur. Karar vermede sezginin yeri vardır; vicdanımızı görmezden gelmememiz gerektiği gibi içgüdülerimizi de görmezden gelmemeliyiz ancak sezginin mantığın yerine geçtiğini düşünen biri, bir taraftan da riskli bir yanılgıya düşer. Titiz analizden kopuk olan sezgi, kararsız ve güvenilmez bir rehberdir, başarı kadar felakete yol açması da muhtemeldir. Bazıları, son derece karmaşık ve değişken ortamlarda sezginin daha değerli hale geldiğini iddia etse de, aslında tam tersini savunan fikre de kulak vermek yerinde olacaktır.
Değerlendirmeniz gereken daha fazla seçenek, tartmanız gereken daha fazla veri ve karşılaştığınız benzersiz zorluklar ne kadar çok olursa içgüdülere o kadar az, akıl ve analize ise o kadar çok güvenmemiz gerekir. Yani soru akılcı değerlendirmelere mi yoksa sezgiye mi daha çok güvenmenin daha iyi olduğu ise bu hem belirli bir sorunun karmaşıklığına hem de kişinin ön bilgisine ve bilişsel yeteneklerine bağlı olarak sezginin ve rasyonalitenin birbirinin zıttı olmadığıdır. Bunun yerine, hem sezgi hem de analitik becerilerde ustalaşmaya çalışabiliriz. İç sesimizi körü körüne takip etmekte onu susturmak ya da küçümsemekte aynı derecede yaralara yol açacaktır. Kendini tanıyan, ona sunulanları sorgulayan, bilgiyi araştıran ve açık fikirli olan bir insanın sezgisi her zaman daha güvenilir bir rehberdir…
Kaynaklar
Valerie Van Mulukom- Is it rational to trust your gut feelings?
Laura Kutsch- Can we Rely on Our Intuition?
Eric Bonabeau- Don’t Trust your Gut!
İlginizi çekebilir: Karmaşık düşünme kapasitesi nedir, nasıl geliştirilebilir?