Sevmeyi tanımlara sığdırmak mümkün mü: Nasıl, ne zaman ve ne kadar?
“Aşk, sandığın kadar değil, yandığın kadardır.” Mevlana Celaleddin Rumi
Hayat boyu sevgileri kalıplara sığdırmaya çalışırız. X ile yaşımız uymamaktadır. Y ile gelirlerimiz uymamaktadır. Z ile huylarımız uymamaktadır. A ile yollarımız uymamaktadır. B ile gönüllerimiz ve hayat anlayışımız uymamaktadır ve C ile hiçbir yönümüz uymamaktadır. Bu uyumsuzlukları yaratan nedir, neden sevgimize “nasıl” sorusu sormak bu kadar önemlidir: “Ben bu adamı veya kadını nasıl sevebilirim, benim kadar iyi para kazanmıyor ki? Ben bu adamı veya kadını nasıl sevebilirim, benim bitirdiğim üniversiteden mezun olmamış ki? Ben bu adamı veya kadını nasıl sevebilirim, bu güne kadar benim kadar çok dünya şehri görmemiş ki?” Bununla bitmemektedir “sevgiye” sorularımız, ben bu adamı veya kadını “ne zaman” sevebilirim; işte beni X ülkesine götürdüğünde… Ben bu adamı veya kadını ne zaman sevebilirim, bana gerçekten pahalı hediyeler aldığında, bana aşkını sevgisini madde üzerinden kanıtladığında… Ben bu adamı veya kadını ne zaman sevebilirim, beni gerçekten anlamaya başladığında, belki iki yıl sonra, belki hiç olmayacak ama deneyebilirim…
Sonra bir de ne kadar sorumuz vardır… Ben bu adamı veya kadını “ne kadar” sevebilirim; hayatımı ona adayacak kadar sevebilir miyim gerçekten? Ben bu adamı veya kadını ne kadar sevebilirim; sevgim her ne olursa olsun bana dağları deldirebilecek kadar deli olacak mı? Ben bu adamı veya kadını ne kadar sevebilirim; kendimi korumayı bırakıp, kaldırdığım tüm kalkanlarımı indirip kalbimin son zerresine kadar sevebilir miyim? Ben bu adamı veya kadını ne kadar sevebilirim; hayatımda hayalini kurduğum her şeyden vazgeçebilecek kadar gerçekçi ve “gerçekten” sevebilir miyim?
Ben bugün bu yazımda sevgi için hayatımızda koyduğumuz kalıplarımıza bakalım istiyorum sizlerle… Sevgiye öyle “tanımlar” sağlamaktayız ki “aşka düşmek” dediğimizi ezip geçmekte. Aşka düşmek planla, ne zaman seveceğimle, ne kadar seveceğimle, nasıl seveceğimle tanımlanabilir mi? Aşk bizim bugünden verdiğimiz tanımlar ile kısıtlanarak şekillendirebilir mi? Gerçekten aşka düştüğümüzde ne kadar, ne zaman ve nasıl olduğunun bir önemi kalır mı? Gerçekten aşk olanın bu adamı veya bu kadını nasıl sevdim diyebilecek bir tanımı, sınırı, kısıtı var mıdır? Gerçekten aşk olanın bu adamı veya bu kadını “ne kadar” çok veya ne kadar limit ile sevebileceğim diye bir tanımı var mıdır? Gerçekten aşk olanın bu adamı veya bu kadını ne zaman seveceğim diye sınırları var mıdır?
Öncelikle kendimize soralım istiyorum: Neden sevgi geldiğinde onu yaşamaya kendimizi bırakmıyoruz? İlk aklımıza düşen muhteşem sınırlarımız oluyor? Neden nasıl ile başlıyoruz söze? “Sevebilir miyim” tanımlarına uydurmak ile listemizi oluşturuyoruz. İyi bir iş, iyi bir kariyer, iyi bir yaşanmışlık, iyi bir gelir, iyi bir mal varlığı… Daha burada paragraflarca yazabileceğimiz birçok “değişken”… Tüm bunları sağladığında bile sorularımız oluyor… Yani sınırlar üzerine yeni sınırlar koyuyoruz…
Ne güzel ki sevgi bize o bizim duvarlarımızdan ve sınırlarımızdan çok daha büyük bir akış ile ulaşmaktadır. Sevgi bizlere çok daha yüksek bir “evrensel güç” ile bahşedilmektedir. Sevgi bizlere çok daha “saf” bir hediye olarak gönderilmektedir. Bizler sevmek olgusunu hayatımızın diğer alanlarındaki “standartlara” göre tanımlamaya veya uyumlandırmaya çalıştıkça sevgilerimizin, sevgililerimizin karşımızdaki sevgi olanın ne olduğuna, kim olduğuna, içine, kendisine, özüne bakmayı unutuveriyoruz… O can-ım adam veya kadın, bizim istediğimiz tanımlara uyan bir model olarak, “değişmek” zorunda olan, “sınırlı” olan, kısacası “kendisi gibi olmak dışında” her şey olması gereken oluyor…
Oysa ki sevginin “özü” bu mudur? Şimdi birlikte soralım istiyorum sevginin özü nasıl ile, ne zaman ile, ne kadar ile tanımlanabilir mi? Tüm sorularımıza gönül rahatlığı ile “tam” anlamıyla cevap verebilen biri karşımıza çıktığında onu gerçekten sevebilecek miyiz? Sadece aklımızda oluşturduğumuz o listeyi sağladığı için bu kişi bu şekilde olağanüstü bir ısmarlama ile sevdiğimiz kişi olabilir mi?
Oysa sevmenin özü bu mudur? Bir kişiyi kendi özü ile kabul etmek onun içindeki, yaşamındaki ve kendiliğindeki güzelliği görmek yerine kendi ‘nasıl’ımızı koymak mıdır? Nasıl seveceğimizi eğer gerçekten sevgi ise zaman göstermeyecek midir? Ne zaman seveceğimizi, eğer gerçek sevgi ise zaten gözlerinin içine baktığımızda anlayamayacak mıyız? Ne kadar seveceğimizi, eğer gerçek sevgi ise “gerçekten tanımlayabilmemiz” mümkün olabilecek midir?
Bugün bu yazımı okuyorsanız hayatınızdaki “sevgi” tanımlarına bakmanızı dilerim… Karşınıza çıkan o güzel kadını veya o can-ım adamı nasıl sevmek ile, ne kadar sevmek ile, ne zaman sevmek ile sonsuz sınırlarla çevrelemekte misiniz? Sizin sınırlarınız sizin kısıtlarınız olmaya devam mı ediyor? İçinizden deliler gibi elini tutmak gelirken “ya olmazsa” diye içinizdeki kısıtları oluşturduğunuz standartları sağlamıyor diye sadece uzak durmaya devam mı ediyorsunuz?
Bugün benim içindeki sevgi, sınır tanımaz… Ya sizinki?
İlginizi çekebilir: Hislerini yönlendir: Evrenin muhteşem özüne uymaya hazır mısınız?