“Öyle uzaktan seviyorum seni, kokunu alamadan, boynuna sarılamadan, yüzüne dokunamadan, sadece seviyorum!
Öyle uzaktan seviyorum seni, elini tutmadan, yüreğine dokunmadan, gözlerinde dalıp dalıp gitmeden… Şu üç günlük sevdalara inat, serserice değil, adam gibi seviyorum…”
Cemal Süreya
Daha “ince” olduğumuzda sevileceğimize inanırız. Daha “iyi” makyaj yaptığımızda… Daha “fazla gülümsediğimizde”… Ya da saç şeklimizi değiştirdiğimizde, daha erkeksi olduğumuzda, daha maço durduğumuzda… Daha fazla para kazandığımızda daha çok sevilebiliriz değil mi? Belki bir ev, bir arabamız olduğunda… Belki daha “genç” olduğumuzda… Yaşımız geçtiğinde neden ve kim bizi sevebilir ki…
Ben bugün bu yazımda tüm bu sevmeye dair inançlarımıza bakalım istiyorum. Bu beklentilerimiz, yani sevileceğimize dair inançlarımız aslında bizim de sevme gücümüzü etkileyebilmektedir. Eğer kendimizin daha fazla para kazandığımızda sevilebilir olduğumuzu düşünüyorsak, söz konusu sevmek eylemi olduğunda nasıl bir kişiyi paradan bağımsız olarak değerlendirebiliriz. İster kabul edelim ister etmeyelim para bizim için, sevmek için sevebilmemiz için önemli bir kavram olacaktır. Eğer daha fazla kadınsal göründüğümüzde sevileceğimizi düşünüyorsak bir adamı sevebilmemiz için de aynı özellikleri karşımıza aramaya devam edeceğiz. Eğer daha fazla sportif olduğumuzda sevilebileceğimize inanıyorsak, yine sevebilme potansiyelimizde ancak bu tanıma uygun bir durum beklentisi yer alacaktır.
Şimdi birlikte inceleyelim istiyorum, neden sevmek eylemi sadece “kendimiz olduğumuzda” cümlesinden bu kadar uzakta yer almaktadır? Yani bizler “Ben sadece kendim olduğumda gerçekten sevilebilirim” yerine daha iyi, daha güzel, daha seksi, daha kadınsı, daha yakışıklı, daha ince, daha kaslı ve bu cümleye sığdırılamayacak kadar daha farklı birçok gerekliliği en baştan kendi kendimize kocaman kriterlerimiz olarak koyarız? Bunu yaptığımızın farkında bile olmadan, bir gün karşımıza çıkan bir kişi senin beklentilerini karşılayamıyorum dediğinde, daha çok para kazanamıyorum, bu huyumu değiştiremiyorum, daha yapılı bir adam olamıyorum veya daha dişi bir kadın olamıyorum, saçımı uzatamıyorum dediğinde neden adeta yıkılırız? Bu muhteşem beklentileri sevilmek için şart koşan bizler değil miyiz?
Peki, aynı kişi sadece “Olduğum gibi olmayı istiyorum, beni bu halimle sevebiliyor musun?” diye sorduğunda cevabımız ne olurdu? Bizler bu kadını sabah dağınık saçlarıyla yataktan kalktığında, makyajı olmadığında, huysuzluğu üzerindeyken, o sabah bize kahvaltı hazırlamayı canı istemediğinde, sadece kendi dünyasına kapanıp bütün günü kitap okuyarak geçirdiğinde ve işte sadece olduğu gibi olduğunda, kendini beğendirmeye çalışmadığında gerçekten sevebilecek miyiz? Bizler, bu adamı sabah geç saatlere kadar uyuduğunda, sabah yürüyüşümüzde bize eşlik etmediğinde, istediğimiz saatte istediğimiz yerde olmadığında, sinemaya gitmeyi teklif etmek yerine arkadaşlarıyla maç izlemeyi istediğinde yine de bu adamı sevmeye devam edebilecek miyiz? Bugün ne kadar güzel olduğumuzu söylemek bir yana dursun, varlığımızı bile görmezden gelebildiği o günlerde, gerçekten sevmeye değiştirmeden yargılamadan ve yorumlamadan sevgili olarak seven bir kalple değiştirmeye çalışmadan ve değişmesini beklemeden yanında olabilecek miyiz?
Bu adam veya bu kadın, çocuklarımızın annesi veya babası olduğunda, ilişkilerimiz belirli bir süreden geçtiğinde, yıllar her ikimizi de belki hafif de yaşlandırdığında, yine de “Artık senin bu huyundan, şu yaptıklarından veya yapamadıklarından bıktım” diye şikayet etmeden, sadece olduğu gibi, olduğu haliyle, olduğu yaşıyla, değiştirmeden sevebilecek miyiz? Ve işte en can alıcı soru: “Bizler kendi kendimize olduğumuz gibi sevilebileceğimize gerçekten inanıyor muyuz?” Neden sevilebilir olan versiyonumuzu hep daha değişik bir halimizde ve daha farklı olduğumuz bir zaman için bekletiyoruz?
Bakın sevgili David Deida güzel eseri Mavi Gerçek ile sevmek kavramını nasıl yorumluyor:
“…Sevgi için beklemek ya da sevilmek için bir şey yapmak, bir balığın ıslanmak için yüzmesi kadar anlamsızdır. Sevgi zaten sensin. Sevgi zaten seni yaşamakta olan, nefesini solumakta olan ve senin bedenini ve tüm bedenleri hareket ettiren şey.
Sevgi, tam şu anda senin bedenini açmak istiyor. Tam şu anda sevginin senin tüm bedeninde akmayı arzulayışını hissedebilirsin. Ancak sevgiyi reddettiğinde sevgiden mahrum kalırsın. Ancak, kalbini kapattığında, nefesini bastırdığın ve bedenini gerdirdiğinde, yalnız ve boşlukta hissedersin.
…Bildiğin çok sayıda insan büyük miktarda para kazanmıştır ya da pek çok ilişkisi olmuştur, ancak bu insanların kalpleri ne korkudan özgürdür ne de sevgiyle doludur. Yapmak yaşamın bir gerçeğidir. Ancak yapmanın karşılığı çok abartılmıştır. Tam şu anda kalbini aç ve aynı bu anın kendisi gibi, sevgi kadar hayat dolu bir şekilde özgür ol.”
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız sevmek ve sevilmek için beklediklerinize, oldurmaya çalıştıklarınıza, değiştirmek istediklerinize, ancak bu şartlar gerçek olduğunda diyerek yüklendiklerinize ve yüklediklerinize dikkatlice bakmanızı dilerim… Sevmek, tüm bu beklentileri, değişiklikleri ve var olan hali reddetmeyi barındırabilir mi? Sevmek bir çocuk kadar saf olamadığında bir kalp kadar kendi olamadığında ve karşımızdaki adam veya kadın onun özünü sevemediğimizi hissettiğinde, sizce “gerçekten” sevmek halinde olabilir miyiz?
Sevgi bugündür, sevgi bu andır, sevgi şimdidir, sevgi bizimledir… Bu evren üzerinde, “sevginin olmadığı” bir an bile var olmamıştır…
İlginizi çekebilir: Yepyeni bir tecrübe: Suyun muhteşem gücüyle AQUAJOG mucizesi