Sadece seviyor olmak çoğu zaman yetmemektedir. Ne olması gerekir? Bizim istediğimiz zamanda, bizim istediğimiz yerde, bizim istediğimiz şekilde, bizim istediğimiz yoğunlukta ve yine bizim istediğimiz koşulları sağlayarak bulunmalıdır hayatımızda değil mi? Örneğin farklı bir hayat çizgisi olamaz, özgür iradesi ile gerçekleştirdiği seçimleri olamaz veya sadece bizim istediklerimizin dışında olduğu için o kişinin hayat seçimleri ve hayata bakış açısı “yanlıştır”…
İşte tüm bunlar bizim içimizden çıkar evet ben buna “sahip olmak canavarı” diyorum… “Çok sevdim, çok fazla seviyorum hep yanımda olsun istiyorum, benimle olsun diye bekliyorum, o da beni bu kadar çok sevsin istiyorum, o da her zaman ben nasıl onunla olmak istiyorsam o da aynı şekilde sürekli benimle olmak istemeli” diye düşünebiliriz…
Peki sizce hayatın tanımı veya çizgileri bu kadar kolay çizilebilir mi, bu kadar kolayca “başka” bir insanın hayat yoluna çıkabilir misiniz? Bu gerçekten size yapılsa mutlu olacağınız bir şey midir? Örneğin sizin özgür iradeniz ile vermiş olduğunuz başka bir ülkede yaşayacak olma kararınıza sevdiğiniz kişi sırf desteklemiyor diye “yanlış” bir karar olarak bakabilir miyiz? Bu ilişkide “beni kaybedersin” diye başlayan cümleler kurulmasına gerçekten neden olabilecek bir sebep midir? Yani bir kişinin “oluş” şekline müdahale etme hakkı sadece o kişiyi sevmemizden dolayı bize otomatik olarak tanınmış olabilir mi?
Şimdi tekrar zor sorularımızla devam edelim, evet bir evlilik bağıyla bağlı olduğumuz kişinin ihanetine tanık olduğumuzda bu onun için yargılayabileceğimiz bir durum mudur? Veya o gün var olan sevgimiz bu durum nedeniyle anında “vardan yok” olabilir mi? Sırf bizi bizim istediğimiz şekilde sevemedi diye eğer gerçekten sevmek halinde isek her şeyi “o bir anda” yıkabilir miyiz? Veya bunu yapan biz olsaydık, nasıl bir yargılama yapardık kendi kendimize yanlış yaptığımız, hata yaptığımız veya “toplumun” bunu kabullenemeyeceği gibi birçok ses yankılanıyor olurdu belki aklımızın içerisinde; fakat doğru olan sadece gerçekten aşık olduğumuz olsaydı… Yargısız, sorgusuz ve düz bir mantıkla bunun bu dünyadaki tüm diğer insanlar için olduğu üzere sadece evli olduğumuz için “bize uğramayacak” olması gibi bir olasılık düşünülebilir mi? Gerçek olanın sadece değişim olduğu ve bunun evli, ilişkide, baba veya erkek / kadın olmamıza göre ayırım gözetmeyeceği ve sadece öyle oluvereceğini anlayabilmemiz bu kadar zor mudur?
İşte bizler böylece ilişkilerimizde hiç farkında olmadan o kişinin “sahibi” olma canavarlarına dönüşüveririz. Nasıl mı, beni sevecekse şöyle sevsin, beni seviyorsan bunu yapacaksın, beni istiyorsan şuraya bu şekilde geleceksin, beni seviyorsan benimle evleneceksin, beni seviyorsan bu şartları eksiksiz yerine getireceksin… Bu cümleler biraz tanıdık geldi mi? Yine bu kadarla da bitmemektedir tabii ki; beni seviyorsan bunu giymeyeceksin, şunu yemeyeceksin, bunu içmeyeceksin, şunlarla gezmeyeceksin, evet hepsi beni seviyorsan…
Yani öyle bir sahip olmak canavarı fışkırır ki içimizden “beni seviyorsan” ile başlayan cümlelerden adeta karşı taraf “korkmaya” başlar… Çünkü bugün komiktir ki “nefes alması” bile sevgi ifadesi ile yaptığı bir kriteri sağlayabilmesine bağlanmıştır… İşte bizler sevmekten fersah fersah böyle uzaklaşırız. Bu sevmek değildir; bu “sahip olmak”tır…
Bakın sevgili Eckhart Tolle güzel eseri Var Olmanın Gücü ile sahip olmayı nasıl yorumluyor:
“…Bir şeye sahip olmak… Bunun anlamı tam olarak nedir? Bir şeyin “benim” olması ne demektir? New York’taki bir sokağın ortasında durup, gökdelenlerden birini parmağınızla göstererek, “bu bina bana ait. Ben onun sahibiyim” derseniz, ya çok zenginsiniz, ya bir hayal dünyasında yaşıyorsunuz, ya da bir yalancısınız demektir. Bunlardan hangisi doğru olursa olsun, sizin yaptığınız şey, anlattığınız hikayede “bina” düşüncesini “ben” düşüncesinin içine sokmak ve ikisini karıştırmaktır. Mülkiyet kavramı zihinsel olarak böyle işler.
…İnsanların pek çoğu, ölüm döşeğinde yatana ve dış dünyada olup bitenlerle olan bağları kopmaya başlayana kadar, sahip oldukları hiçbir şeyin onların kim olduklarıyla herhangi bir bağlantısı olmadığını anlayamazlar.
…Şeylere bağlı olmaktan nasıl vazgeçebilirsiniz? …Şeylere olan bağlılık, ancak kendinizi onların içinde görmekten vazgeçtiğiniz zaman kendiliğinden ortadan kalkar.’’
Herhangi bir sevgili veya eş “sahip olmak” üzere olduğumuz “şeyler” değildir, bir ilişki ancak her iki birey için gerçekten daha da özgür olacakları, kendilerini oldukları gibi daha da iyi ifade edebilecekleri ve olmazsa olmazı hayattan daha da fazla zevk alacakları şekilde geliştiğinde sağlıklı bir ilişki olacaktır… Bunun dışındaki tüm birliktelikler bireyler öncelikle kendilerine ve diğer kişiye karşı “sahip olmak” eğilimi ve beklentisi ile saygı ve sevgiyi yitirecekleri için sonlanmaya mahkum olur. Bu denge çok ince bir çizginin iki ucu gibidir… Sizler sahip olmaya başladığınızda artık diğer kişi ile özdeşleşmiş bir düşüncede olduğundan onun “özgür iradesi” alanına giriyor olursunuz ve aslında bu alanın kısıtlanması yani o kişinin sizin gözünüzde “kendini olduğu gibi ifade etmek hakkına sahip olmadığı” gerçeğini doğuruverir…
İşte tüm bu “sahip olmak” düşüncesi, günümüzde ilişkilerimizin ciddi anlamda yıpranmasını ve hızlıca kocaman bir sona ulaşmasını sağlayan önlenemez adeta bir çığ gibi büyüyen gerçek tehlikedir. Bu yüzden bugün bu kelimeleri okuyan sen, hayatına dön bak, neye “sahip olduğuna” inanmaktasın? O can-ım dediğin kişinin güzel sözlerini saygıyla dinleyebiliyor musun, mutlu olduğunda sen de “sahip olmadan” mutlu olabiliyor musun, sadece “kendi gibi olmasına” izin verebiliyor musun, o ışıldadığı zaman daha da güzel olması için “elinden geldiğinde” yanında bir eş gibi arkasında bir arkadaş gibi durabiliyor musun?
Sevmek güzelleştirmektir; sevmekte sahip olmak hırsı yoktur, sevmek var olanı olduğunca, o olduğu için ve tüm kalbimiz ile “sahibi olmak kaygısı gütmeden” sevmeyi gerektirir…