Sevmek, her şeyden önce kendini sevmekle başlar
“Seviyorum” dediğimizde herkese anlamlı gelen o söz, anlamı üzerinde konuşmaya başlayınca dağınık bir kavram salatasına, hiç kimseninkinin diğerininkine benzemediği apayrı resimlere dönüşüyor. Diyelim ki her birimizin elinde benzer malzemeler var: Bir tuval, bir şövale, kalemler, fırçalar, boyalar… O malzemelerle bir eser yaratmaya başladığımızda ismi “sevgi” olan ama birbirine hiç benzemeyen tablolar çıkıyor ortaya. Ancak ortak unsurlar da var elbette. Birincisi hepimiz onu istiyoruz, ikincisi hepimiz ondan hoşnut oluyoruz, üçüncüsü hemen her şeyin merkezine onu koyuyoruz. Nasıl tanımladığımızın bir önemi yok, “İyi bir şey bu” diyerek sımsıkı tutmak istiyoruz, “Olmazsa olmaz” diyoruz. Hakkında çok şey söylenmiş, büyük sanat eserlerine konu olmuş, böylesine yüceltilmiş ve değerli sayılmış olması boşuna değil.
O bir duygu. İçimizi sımsıcak kaplayan güzellik. “İnsan başka ne ister ki?” dedirtecek kadar yüreğimizi harekete geçiren, kendimizi kocaman, evren kadar büyük ve güçlü hissettiğimiz, şaşırtıcı ölçüde ayaklarımızı yerden kesen bir şey… O bir kaçış. Sürekli sillesini yediğimiz, yemesek de öyle sandığımız bu “acımasız” dünyada tebessüm ettiren, özel ve önemli hissettiren, kendimizi dokunulmaz kıldığımız bir vaha… O bir doyum.
Annemizin memesine yapıştığımız o ilk andan itibaren, açlığımız, korunma ve kollanma ihtiyacımız, güven ve huzur arayışımızın, yani ihtiyaçlarımızın karşılandığı anlarda doğan hayata dair güçlü bir bağlantı, bütün olma hali… O bir tutamaç. Anlamını bir türlü çözemediğimiz bu karmakarışık hayatta anlam bulma telaşımızdan nefes nefese kaldığımızda tutunacak bir şey. Eric Fromm’un dediği gibi, “İnsanın varoluş problemine aklı başında ve tatmin edici tek yanıt.” Neden mi? Soru sormamıza gerek bırakmayacak kadar kuşkusuz olduğundan…
O bir teselli. Kaçınılmaz yalnızlığımızdan ürküp, kendimizin ve hayatın sıkıcılığından kurtulmaya çalıştığımızda “Olsun, o var!” demenin vazgeçilmez konfor alanı… O bir yakıt. Tüm yapıp etmelerimiz bu yakıtın enerjisiyle gerçekleştiğinde en sıradan şeyin bile özel hale gelişi, ondan yoksun olduğumuzda çabalarımızın sonuç verse dahi tat vermeyişi…
Peki ya kendini sevmek?
Sevgi bir başkasına, bir başka şeye, bir oluş haline, bir eyleme, bir fikre yöneltilen bir şeyse neden illa kendini sevmek gereksin ki? Öz sevgi olmadan da sevme kapasitesi taşımaz mı insan? Öz şefkat olmadan şefkat duygusu olmaz mı, olamaz mı? Hatta kendinden vazgeçip bir başkasına verdiğinde daha sevecen olmaz mı? Ne yazık ki hayır.
Sevgi ve şefkat yüreğimizin topraklarımızda yetişen bitkilerdir ve o toprak değersizlik, kendine sevgisizlik, kendinden nefret ile gübreleniyorsa bu, er ya da geç ve kaçınılmaz olarak yetişen bitkileri de saracaktır. Sevgiyle, nefret arasında ince bir çizgi bulunması bu yüzden olsa gerek. Çünkü farkında olmadan da olsa kendi değersizlik duygumuzu bir başkasının kapatmasını bekliyorsak ve bu beklenti istediğimiz ölçüde gerçekleşmiyorsa, onu olduğu haliyle sevmekten, ondan nefret etme haline hızlıca geçiş yapabiliriz. Kendimizi değersizlikle beslediğimiz bir evde yaşıyorsak, kurduğumuz sofrada bir başkasına ikram ettiğimiz her yemeğin içinde bundan da bir miktar olacaktır.
Eğer değersiz biri olduğumuza yeterince ikna olmuşsak, sevdiğimiz (ve bizi seven) kişinin de aynı değersizlikten payını alması kaçınılmazdır. İçimizdeki ses bize şunları fısıldar, “Eğer değerli olsaydı seni seçer miydi?” ya da “Beni seviyor olamaz, bu işte bir sahtekarlık var!” Sevilebilirliğimizden şüphe duyuyorsak sevgi almak, hiç hak etmediğimizi düşündüğümüz bir başarı için ödül almaya benzer. Böyle bir ödül alsak, bırakın onu baş köşeye koymayı, onu görmek bile rahatsız edici olur. İçimizde kızgınlıklar, kaygılar, hayal kırıklıkları ve düşmanca duygular büyür, ki böyle duygular da er ya da geç ifşa olurlar.
Kulağa bir çelişki gibi gelse de, alışageldiğimiz “fedakarlığın yüceltilmesi” anlayışını yerle bir etse de, bencilce görünse de “kendimizi sevmenin sevdiğimiz kişi için yapabileceğimiz en iyi şey olduğunu” düşünmeye ne dersiniz? Öz sevgi, öz şefkat ile kuracağınız her sofra hem sizin hem de sevdikleriniz için bir şölene dönüşecektir. O sofrada yer almayı kim istemez ki!
İlginizi çekebilir: İlişki koçluğu nedir, ilişkilerinize nasıl fayda sağlar?