Sevginin en saf halini arayanlara: Aşk “koşulsuzluğa” tapar
Binbir koşul gerekir aşk için… Ne yazık ki burada öncelikle çevremde en çok gördüklerimi sıralayarak başlayacağım… Örneğin biz ne kadar seviyorsak karşımızdaki de o derece çok sevmelidir değil mi? Bizler ne kadar “vericiysek” örneğin kız arkadaşlarımız ile buluşmak yerine o aşk olmuş ile buluşuyorsak, mutlaka onun da “aynı” şartları yani “karşılığı” sağlaması gerekmektedir… Örneğin eğer bir karar veriyorsak bir seyahat planı yapıyorsak, bunun mutlaka her iki taraf için “tek başına” gidilebilecek bir seyahatten çok daha öncelikli tutulması gerekir değil mi?
Peki neden “karşılık” kavramı aşk olmak halinin şartıdır? Örneğin sadece “siz” olarak bir insana aşık olmak imkansız mıdır? Sadece siz olarak onun varlığına teşekkür edebilmek imkansız mıdır? Sadece “siz” olarak bir insanı tüm kalbinizle sevebilmeniz imkansız mıdır? Hayatta onun “varlığından haberdar” olabildiğinize ve kalbinizin belki böyle delice atabilmesine yol olduğu için “onun varlığına” herhangi bir “karşılık beklemeden” şükran duyabilmek imkansız mıdır?
Aslında bizim “karşılık” olarak tanımladığımız “beklenti” veya “şart” olarak da nitelendirebileceğimiz akış, bizlerin ilişki anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. İlişki aslında bir diğer kişiden öğrendiğimiz, o kişinin “hayatına” muhteşem şekilde eşlik ettiğimiz bir süreçtir aslında. Fakat bizler aşk dediğimiz zaman “sahip olmak” imajı ile bağdaştırıveririz. Biz bir kişiye “aşık” olduğumuzda ve bunun bir karşılığı olduğunda ve sonuç bir ilişki olduğunda, işte “karşılık” en başta alınmaya başlanmış olur…
Bunun ertesi adımları, aynı karşılık ile bizlere anlayış gösterilmesi, her an aynı karşılık derecesinde hayatımızda olunması veya her an yine aynı derecede sevilebilmemiz beklentisidir. İşte bu noktada ben kendimize soralım istiyorum; acaba bu beklenti yani karşılık almamak durumu gerçekten “korktuğumuz” kadar “öyle aşk mı olur canım” diyerek inkar edeceğimiz kadar kötü ve “eksik” kaldığımız bir durum mudur? Bizler bir “aşkı” şarta bağladığımızda yani “aşk olmak” halimizin bir şartı olduğunda sizce bu gerçekten “aşk” olabilir mi?
Ben burada kocaman bir “hayır” cevabı vermek istiyorum… Hemen bir örnek ile açıklamaya çalışabilirim, evliliğimin bittiği dönemde, gerçekten benim için muhteşem bir aşk olan adamdan uzak kalmıştım. Hem de hiç aklımda olmayan ve planlamadığım şekilde…
Tabii ki duygular bu kadar kolay silinmemekteydi… Ve ben inkar ettikçe yani aşkı diğer kişinin de size karşılık vermesine bağladığınızda bu sadece “acı” hissetmenize aslında aşk kavramının özünü unutmanıza sebep olur… Gördüm ki ben “karşıdaki kişinin” bana bakmasından, beni duymasından ve ben ile olmasından “bağımsızlaştıkça” aşk saflaştı… Ben “beklenti” olan her şeyden kurtuldukça, öyle güzel bir sevmek öyle muhteşem bir anlayış haline erişebildim ki, şunu görmüştüm aslında “tüm aşk dediklerimizin de” kaynağı yine bizleriz…
Yani dışarıda “aradığımız şart” karşılık görmek, karşılık almak, karşılık “alabilmek” bunlara üzülmek ile zaman harcarken, o içimizdeki olağanüstü sevmek “kabiliyetimizi” aslında “aşk” dediğimiz kavramın evrende yaratılmış olmasının ne derece muhteşem bir hediye olduğunu da unutuveriyoruz… Bizler beklentilerimizin, “karşılık” bilincimizin ya da “aşk olmak” halimizin tanımını “diğer” kişi üzerinden yapmadığımızda ve “karşılık görmek” yerine hislerimize odaklandığımızda, bu hayatta yaşayabileceğimiz en yüksek farkındalığa erişiyoruz…
İşte ilahi aşka en yakın olduğumuz zamanlar da bu zamanlar oluyor; karşılık beklemeden, değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi sadece oluşuna hayran olarak, oluşuna şükürde kalarak, aşkı en derin şekline, noktasına ve ayrıntısına kadar hissedebilmek haline erişiyoruz… Diğer kişinin varlığı bizim içimizdeki “gerçeklik” için öyle bir büyü oluyor ki, o kişinin bakmasından, sevmesinden veya “mutlaka bizimle” olmasından yani “şartlı” olan tüm durumlardan kurtulup, sadece “aşk” oluyoruz…
Kalbimiz işte bu anlarda büyüdükçe büyüyor; biz içimizdeki ilahi parçayı işte böyle bu derece “sevişlerde” ancak hissedebiliyoruz… Hani o karşılık beklediğimiz, “o bana aynı duyguları hissederse mutlu olacağım, o bana aynı şekilde ilgi gösterirse ben de ilgi göstereceğim” veya “o benim için aynı duyguları hissediyor mu” gibi cümleler boşlukta dağılıveriyor; çünkü bizler çoktan gerçek aşkın ne olduğunu ilahiliğini ve saflığını da içimizde bilmiş oluyoruz…
Ben bugün evet işte bu aşk halindeyim, bir kişinin dünyada olması benim için en büyük şükür kaynağı… Onun durumu, oluşu, hayat yolu; bunların hepsi benim için herhangi bir şart olmaktan öte onu olduğu kavram yaptıkları için minnettarım… Evet bir karşılık görmek benim için “güzel” bir yol olacak; umuyorum buradan sizlere onu da anlatabileceğim. Fakat bundan bağımsız olarak, gözünüzle gördüğünüzden öte bir insana kalbinizle bakabilmenin güzelliği, değiştirmeye çalışmadan, elde etmek hırsına kapılmadan “karşılık görmek” durumunu şart koşmadan, sadece o kişiyi “bilmek” halinize teşekkürde kalmak; işte benim aşkım böyle bir delilik… Böyle bir karşılıktan bağımsızlık; böyle bir aşka dalmışlık…
Bugün bu yazımda bana eşlik eden sevgili sen, eğer bir aşk halindeysen beklediğin, şart koştuğun tüm “aşk” durumlarına bakmanı diliyorum. Neyi karşılığında yapmaktasın, neyi karşılığında hissetmektesin, her aşk sözcüğünün yanına “ama sen de benim için şunu yapmadın, bu olmadın, böyle değişmedin” gibi cümleler mi eklemektesin? Yoksa içindeki, kalbini yerinden sökecek kadar etkileyen o muhteşem duyguya, oluşa, buna neden olan insana teşekkürde misin?
Evet, “aşk koşulsuzluğu” sever, çünkü bizim koşullarımızı kapsayan şey sadece “hayat” görüşümüzdür, aşkın aşk olmak için koşula ihtiyazı yoktur, o sadece “olur”, safça, koşulsuzca ve “karşılık beklemekten” bağımsızca…
Evet aşk ve evet “gerçek aşk”, koşulsuzluğa tapar…