Seneler önce East Hampton, New York‘ta çok zengin bir iş adamının yazlık evindeydim. Dev gibi havuz, kocaman ev, falan filan… Konu konuyu açtı ve adam bana iş hayatının hikayesini anlattı. Hasbel kader gümrükçü olarak çalışan bu kişiye, bir gün bir müşterisi ödeme yapmıyor, hatta mallarını bile bırakıp yok oluyor. Parasını alamayan gümrükçü o malları satıp parasını tahsil ediyor. Hikayeyi kısa kesiyorum, gümrükçülüğü bırakıp o malların ticaretine başlıyor ve çok zengin oluyor.
Gümrükçülüğü seçmiş miydi, istemiş miydi? Veya o malların ticaretini seçmiş ve istemiş miydi? “Sevdiğin iş nedir?” diye sorsan belki de pilot olmak istediğini söyleyecekti.
Kim sevdiği işi yapıyor ki? İşini seven seviyor, mutlu oluyor, sevmeyen sevmiyor ve mutsuz. İşini sevmeyenler pazartesi sendromu diye bir şey üretiyor. TGIF (Thank god its friday – Şükürler olsun ki bugün cuma) diyor. Hafta sonunu iple çekiyor ve genelde mutsuz bir hayat yaşıyor. İşini seven ise pazartesi olsun da işime geri döneyim diyor. Tatillerde bile işinden bahsediyor, iş arkadaşlarını özlüyor.
İş sevilmez. İş çalışmaktır. Çalışmak sevilemez. Tembellik sevilir. Çalışmadan elde etmek ve tüketicilik sevilir.
İş ve çalışmak sevilir
İnsanlar yaratmaktan zevk alırlar. Servis yapmaktan, verici olmaktan, ortaya bir şeyler çıkartmaktan zevk alırlar. İnsanın doğasında çalışkanlık, yaratıcılık ve vericilik vardır. Bir sofra kurulduğunda, yemek yapıldığında ocak başında yer almak için hep gönüllüler yerlerinden fırlarlar. Araba bozuksa itmek için, paket ağırsa kaldırmak için hep el vermek üzere tereddüt etmeyiz. Madem tembeliz niye bunu yapıyoruz ki? Doğamızda var da ondan. Doğamızda çalışkanlık var. Yardım etmezsek vicdanımız sızlar, keşke etseydik deriz. Niye tembellik yapıyoruz ki, marifet yaptığımızı mı sanıyoruz? Tembellik vicdan sızısı, çalışkanlık ise tatmin getirir.
Piyangodan para çıksa da çalışmadan harcasam
Doğada hangi hayvan çalışmadan yiyor ki? Tüm hayvanlar, her gün, her öğün, yemeği için çaba göstermek zorunda. Avını avlamak için koşmak, ağını örmek için çalışmak zorunda. Bunu yapamadığı gün zayıf düşer, avlanamaz ve hayatı sona erer. Emeklilik yoktur doğada. Tembellik yoktur. Miskinlik yoktur. Kalk ve kendi yemeğini avla. Çalış, yoksa öl. Biz insanlar her şeyi saptırdığımız gibi bunu da saptırmışız. Çalışmayı sevilmez, istenmeyen bir konsept haline getirmişiz. Emekliliği dört gözle bekleyen negatif enerjiler dolanıyor, nesilden nesile kemikleşiyor. Doğadan, doğallıktan, doğamızdan uzaklaşıyoruz.
Oysa ki Büyükada, Sinek Kafe’yi işleten 3 kardeşi bir görseniz! İşini o kadar severek yapan, pozitif enerjili bu insanlar için pazartesi sendromu diye bir şey yok. Kahveyi yaparken veya servis ederken iş yaptıklarını düşünmüyorlar. Zevkle yapıyorlar. Müşterileri de bunu hissediyor ve gelmeye devam ediyorlar. Yemekler başka bir zevkle tüketiliyor, gidenler yüzlerinde gülümseme ile ayrılıyorlar.
Sevdiğim işte çalışmak istiyorum
Yok öyle bir şey. Bulduğun işi , yaptığın işi sev. Evet, yaptığın işi sev. Sevebilirsin bu bir tercih. Aslında seviyorsun da bilmiyorsun, farkında değilsin. Bir düşünsen, o kadar çok pozitif yanları var ki… Hep negatif taraflarına konsantre oldun şimdiye kadar. Zorlukları gördün. Aslan da avının peşinde koşarken terliyor, yoruluyor, üflüyor püflüyor. İş, zorluklarla savaşmak demektir. Business (iş) kelimesi Busy-ness (meşguliyet)’ ten geliyor. Çalışmak, yorulmak, meşgul olmak normal, doğal. Bu girdaptan çıksan, pozitif düşünsen, işini sevdiğini kendine hatırlatsan, bir anda her şey değişecek. İşe zevkle gideceksin ve çok daha verimli çalışacaksın. Kısa zamanda bu fark edilecek ve daha güzel fırsatlar kapını çalacak. Yükselip daha çok para kazanacak, hedeflerine daha çabuk varacaksın. Yapman gereken tek şey işini sevdiğinin farkına varmak.
Bu kadar basit mi? Evet, bu kadar basit. Çalışmayı sevmek zaten doğamız. Bir şekilde iş hayatına atılmamız bir meslekle olmuş olabilir, bu son mesleğimiz değildir, değişebilir. Olumlu yaklaşımlarla çalışkanlık ve yaratıcılıkla, güler yüzle yapılan iş sizi mutluluğa götürecektir. Uzun iş hayatı olan kişiler geriye baktıklarında hep şükredecek konular bulurlar. Geride hep pozitiflik görürüz. Olumsuzlukları görmek sadece berbat bir sosyal eğitimin iş sevilmez paradigmasının sonucudur. Bunu hemen iptal ediyoruz. Yaptığımız veya bulduğumuz işi seviyoruz. Tembelliği tüketiciliği değil, yaratıcılığı, çalışkanlığı yardımseverliği sevdiğimizi hatırlıyor doğamıza geri dönüyoruz.
Pazartesi sendromunu savunanlara: TGIM (Thank god it’s monday – Şükürler olsun ki bugün pazartesi)