Sessizlik sarmalı: Fikirlerimizi ifade etmekten neden korkarız?

Gerçek fikirlerinizi özgürce paylaşabileceğinizi ne sıklıkla hissedersiniz? Popüler olmayan bir görüşe sahip olduğunuzu bildiğiniz için ne sıklıkla cümleleri içinize gömersiniz? Durumu yanlış değerlendirmekten korktuğunuz için herhangi bir fikri dile getirmekten ne sıklıkla kaçınırsınız?

İfade özgürlüğünün sağlam temelleri olan toplumlarda bile çoğu insan düşündüklerini sık sık söyleyemez, bunun yerine durumu tartmaya ve görüşlerini buna göre ayarlamaya özen gösterir. Bu oto baskılama halimiz bir iletişim teorisine konu edilmiş ve araştırmacı Elisabeth Noelle-Neumann tarafından 1970’lerde ortaya atılmıştır: Sessizlik Sarmalı. Teori, toplumların nasıl kolektif fikirler oluşturduğunu, karışık ve derin konulara dair olan kararları nasıl aldığımızı açıklamaya çalışır.

Sessizlik sarmalının nasıl çalıştığına ve onu anlamanın bize dünyanın daha gerçekçi bir resmini nasıl verebileceğine bir göz atalım.

Noelle-Neumann’ın teorisine göre bir fikri ifade etme isteğimiz, o fikri ne kadar “popüler” ya da “popüler olmayan” olarak algıladığımızla ilgilidir. Bir fikrin popüler olmadığını düşünürsek, onu ifade etmekten kaçınırız. Popüler olduğunu düşünürsek, diğerleriyle aynı şekilde düşündüğümüzü göstermek için can atarız.

Belirli bir görüşü dile getirmenin ne kadar “güvenli” olduğuna dair algımız, başkalarının neye inandığına dair bilinçli ya da bilinçsiz olarak aldığımız ipuçlarından gelir. Ana akım medya haberlerine, iş arkadaşlarımızın kahve molalarında konuştuklarına, lise arkadaşlarımızın Instagram/Twitter/Facebook’ta yazdıklarına veya daha önce söylediğimiz şeylere verilen yanıtlara dayalı olarak içsel bir hesaplama yaparız. Ayrıca, ifadelerimizin kaydedilip kaydedilemeyeceği gibi faktörlere dayalı olarak da bu hesaplamaları yapmaya devam ederiz.

Beğenilmek ve sosyal olarak kabul görmek temelde iyi bir şeydir çünkü bu “onaylanma arzusu” birbirimizle bağlar kurmamıza, güven geliştirmemize ve asla kendi başımıza yapamayacağımız şeyleri başarmak için birlikte işbirliği yapmamıza izin verir. Ancak bir yandan da bu onaylanma arzusu nedeniyle sağlıksız standartların ve normların yaratılmasına katkıda bulunuruz. Körü körüne “uyumlu” olmaya çalıştığımızda öz benliğimizi hiçe sayarız. Bunun yaygın bir örneği, tümü “X” marka ayakkabı giyen arkadaşlarımız olduğunda bizim de sırf uyum sağlamak için aynı “X” markadan kendimize bir çift ayakkabı almaya karar vermemizdir. Bu süreçte aslında ayakkabıları mutlaka beğendiğimiz ve en iyisi olduklarını düşündüğümüz için almıyoruz, akranlarımız tarafından kabul görmek ve onaylanmak için alıyoruz. Bu örneğimiz oldukça naif; tabii ki aynı mekanizma hayatımızın diğer tüm alanlarını oluşturan siyaset, din, kültür, moda, hobiler ve diğer sosyal normlar için de geçerli. Yaptığımız, söylediğimiz ve düşündüğümüz her şey, en azından kısmen de olsa toplumsal baskılardan etkilenir.

Elbette, bir fikri dile getirmenin kötü olup olmadığının farkına varmak için geçerli sebeplerimiz var. İlkel zamanlardan beridir gruplar olarak yaşayageldik ve gruplar her zaman benzer görüşlere sahip olma eğilimindedir. Popüler olmayan bir görüşü ifade eden herkes, belirli bir bağlamda veya genel olarak dışlanma riskiyle karşı karşıyadır. Modern dünyada bu durumlar eğer toplumsal düzene aykırılık taşıyorsa karşımıza yasal cezalar, işten çıkartılma vb. yaptırımlar ortaya çıkar. Sosyal aykırılık oluştuğunda ise etrafınızda sizinle ilişki kurmaya istekli olan pek kimse kalmayabilir. Popüler olmayan bir görüşümüz olduğunda tam da bahsi geçen bu sosyal izolasyondan kaçınmak için düşüncelerimizi bastırabiliriz.

Sosyal izolasyondan kaçınmak hepimiz için temel bir içgüdüdür. Evrimsel biyoloji perspektifinden bakıldığında, bir grubun parçası olmak hayatta kalmak için önemlidir, bu nedenle en azından herkesle aynı görüşleri paylaşıyormuş gibi görünme ihtiyacı taşırız. Birinin farklı bir görüşü dile getirmek için kendini güvende hissedeceği yegane zamanlar ya grubun bu görüşünü paylaşacağını ya farklılığını kabul edeceğini düşünmesi ya da reddedilme sonucunu düşük görmesidir. Ancak evrimsel biyoloji sadece bireysel davranışlarımızı dikte etmez. Bu davranışlar bütünleşir ve sonunda toplulukları şekillendiren kurallara dönüşür. İşte tam da bu nedenle kabullenme ihtiyacının dışına çıkmamız neredeyse çoğu zaman imkansızdır. Çağlardır süren geri bildirimler gittikçe azınlıkta olan görüşleri daha da diplere doğru iter ve bu bir döngüye dönüşür. Noelle-Neumann “sarmal” kelimesini bu yüzden kullanmıştır.

Ne zaman biri çoğunluğun kabulünde olan görüşünü dile getirse öyle büyük bir onaylanma alır ki, içimizde bunu yapmanın güvenli olduğu hissi pekişir. Ne zaman birisi bir azınlık görüşünü dile getirdiği için olumsuz bir yanıt alsa, bu da görüşlerimizi paylaşmaktan kaçınmak için kendimizi bolca baskılamamızı sağlar.

Sessizlik sarmalının etkileri

Sessizlik sarmalının nihai sonucu, insanların alışılagelenden ayrıksı duran bir fikri alenen dile getirememesidir. Bu noktaya geldiğimizde aklımıza ilk olarak çoğu insanın inandığı şeylere dair sahip olduğumuz resmin her zaman doğru olmadığını getirebiliriz. Kesin olan durum aslında istisnasız herkesin arkadaşlarına, ailelerine veya sosyal medya takipçilerine asla ifade edemeyecekleri fikirleri olduğudur. Eğer insanların bir şey hakkında gerçekten ne düşündüklerini ölçmek istiyorsak, o konuda fikirlerini beyan ettiklerinde alacakları olumsuz tepkileri ortadan kaldırmamız gerekir.

Bazen dile getirilmesi kabul edilebilir şeyler, tanınmış ya da alanlarında uzman kişilerin özgürce konuşmaları sonucunda şekil değiştirebilir, bu da pek çok insana ilham olur ve ifade özgürlüğü alanı genişler. Bazen de hukuki olarak mevzuatta yaşanan bir değişiklik kabul edilebilirliğin yelpazesini esnetir. Tartışılamayan bir konu böyle bir değişiklik karşısında birden bire ana akım görüşlere yansıyabilir.

İnternet sayesinde seslerini duyurabilen pek çok azınlık da görüşlerini gerçekte olduğundan çok daha yaygın ve dolayısıyla daha kabul edilebilir hale getirmeyi başarabilmektedir. Gerçekten de, herhangi bir yelpazedeki en uç görüşler, çevrimiçi ortamda en normal düşüncelerdenmiş gibi görünebilmektedir artık. Hatta anonimliğin hakim olduğu sanal mecralar bazen kabul edilebilirliği tersine çevirir ve en aykırı olduğu varsayılan fikirler en fazla konuşulan şeylere dönüşebilir. Her durumda olduğu gibi bu konuda da hem insanlığın yararına hem de zararına gelişebilecek pek çok seviye önümüzde yaşanacaktır.

Hepimiz deneyimlerimizden biliyoruz ki, azınlıktaki görüşlere sahip bazı insanlar, sonuçları ne olursa olsun, fikirlerini açıkça söyler ve paylaşırlar. Araştırmacılar, bu durumlarda bireylerin genellikle konu kendileri için çok önemli olduğunda, konuyu derinden umursadıklarında, tutumlarından ve gerçek bilgiye sahip olduklarından emin olduklarında görüşlerini dile getirmeye karar verdiklerini ortaya koymuştur. İnsanlar bu faktörlerin etkisiyle paylaşmaya yönlendirildiklerinde sessizlik sarmalını kırarlar. Çevrenizde zıt görüşler olduğu halde bir konudaki gerçek görüşlerinizi paylaştığınız oldu mu? O anı hatırlarsanız, ne kadar ürkmüş olursanız olun ya da paylaşımınızın yankıları hangi ölçekte olursa olsun o anda kendi gerçeğinize sahip olduğunuza dair bir inançla bu paylaşımı yapmışsınızdır.

Bazı görüşler sadece konuşulması tabu haline geldiği için popüler değilmiş gibi görünür. “Sessizlik Sarmalı” teorisinin geldiği yer de tam olarak burasıdır; yani bir fikre aslında çoğu insan sahip çıkmakta, ancak hiç kimse bunu yüksek sesle dile getirmemektedir.

Bu yüzden kültürümüzde sağlıklı muhalefete ihtiyacımız var. Çünkü bireyler muhalefet etmeye karar verdiklerinde, görüşlerinin başlangıçta düşündüklerinden daha popüler olduğunu keşfedebilirler. Bu, benzer görüşlere sahip diğer insanları da kendilerini ifade etmeye başlamaya teşvik eder.

Kişisel olarak daha az popüler bir görüşe sahip olduğunuzu düşünüyor ve bir konu hakkında fikrinizi söylemekte zorlanıyorsanız, yapılan bazı araştırmaların sonuçlarını kendi öz sesinizi bulmak için kullanabilirsiniz.

Öncelikle içsel gözlem yapın. İnandığınız şeye neden inandığınızı bilirseniz, görüşünüze daha fazla güvenir ve durum ortaya çıktığında paylaşmaya daha hazır olursunuz. Ardından, çok önemli bir gerçeği hatırlayın. İç sesi farklı olan tek kişi siz değilsiniz. Bu durum görüşlerinizi paylaşmanızı kolaylaştırır. Son olarak, fikrinizi herkese açık olarak paylaşmaya karar verdiğinizde, bunu nasıl yapacağınız konusunda dikkatli ve düşünceli olun. Düşmanca bir ortamda ayrıksı görünen görüşünüzü paylaşmanın sonuçları konusunda endişeliyseniz, şu özdeyişi hatırlayın: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.”

Mizah sayesinde konuşulması zor olan, kaybolan ya da sessizlikte yitip giden şeyler açığa çıkabilir. Örneğin, günümüzün popüler filozoflarından Slavoj Žižek için de süreç benzer şekilde işler. Žižek “başka yollarla belirtilmesi zor olan tarihsel koşulların bağlarını uyandırmak için konuşmalarını ve yazılarını mizahla süsler ve çoğu insanı rahatsız eden mizahi söylemleri sayesinde bahsettiği konu ne olursa olsun onun gerçek ağırlığını devreye sokmayı başarır. Böylece fikirlerini daha fazla insana duyurabilir. Bir söyleşisinde mizaha olan bakış açısını net olarak anlatır:

“Bir-iki bel altı espri yapıp dikkati toplar, sonra zehri verirsin! Hegel’de pis espriler gırladır. Diyalektik, esprilerle doludur. Ayrıca her şey sarpa sardığında sadece komedi işe yarar. Mesela Holocaust ile ilgili trajik tüm söylemler sahtedir. Auschwitz’teki dehşet korkunçtu. Ama bundan sadece çılgın bir mizah üretilebilir.

İşte protestolarımızı böyle, kahkahalarla yapmalıyız! Sana süper bir örnek vereyim… Saraybosna kuşatma altındayken kabareler patladı. Kendileriyle alay ettiler. Sırplar şehri kuşatmış, elektrik ve gaz sürekli kesiliyordu. Çok garip bir şaka vardı: Auschwitz ile Saraybosna arasındaki fark nedir? Auschwitz’te en azından gaz hiç kesilmiyordu. Olay budur! Bu kadar umutsuz bir durumda bile kurbanı oynamadılar.”

“Meme” dediğimiz şaka temelli görsellerle de bazı gerçeklerin yaygınlaştırılması çoğu zaman daha rahat olur. Yahut konuşmanızda ciddiyeti korumak yerine esprili bir alan yaratmak da kendinizi daha kolay ifade etmenizi sağlayabilir. Ardından bir bakarsınız ki sessiz kalan diğerleri kalabalığın arasından çıkmaya başlamış.

Toplumsal baskılara direnmemiz gerekir, özellikle de gerçekten doğru olduğuna inandığımız bir şeyi savunurken. Bu olduğunda, muhalefet ihtiyacını kabul etmemiz ve uygun olduğunda çizginin dışına çıkmaya istekli olmamız şarttır. Böylece toplumumuz gelişmeye ve ilerlemeye devam edebilir.

Sessizliklerinize bakın, orada pek çok şeyin cevabını bulacaksınız…

Kaynaklar:

Steven Handel- The Need For Healthy Dissent
Keli Myers- The Spiral of Silence
Farnam Street Media- The Spiral of Silence
Çınar Oskay/ Hürriyet- Slavoj Zizek Röportajı(2013)

İlginizi çekebilir: George Gurdjieff’in dördüncü yolu bizi nereye götürüyor?

Şerife Günaydın Karaköse Avukat & Yazar
Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve ... Devam