Yakın bir zamanda partnerimle tatildeyken, arkadaşlarımızın işlettiği bir bara gittik. Oldukça dışa dönük ve enerjisi genelde yüksek olan partnerim, biraz da alkolün etkisiyle mekana yine enerjik bir giriş (dans ederek ve arkadaşlarımıza tezahürat ederek) yaptı. Ben ise her zamanki gibi daha sakindim. Barda duran bir arkadaşımız bana yöneldi ve “Ay sen de biraz hareketli olsana, ne bu durgunluk!” dedi. Aynı kişi daha önce de benim biraz soğuk olduğumu ima ederek, bana erkek arkadaşım gibi samimi yaklaşamadığını belirtmişti. Hatta “Benden mi hoşlanmıyorsun?” diye sormuştu.
Halbuki ne durgun ne de soğuktum. Ondan hoşlanmıyor da değildim. Sadece spektrumun içe dönüklük kısmına daha yakın biriydim.
Dışa dönüklüğün yüceltildiği bir toplum düzeninde yaşıyoruz. Hareketli, sosyal, çok konuşan, hazır cevap, ortamı bir şekilde domine edebilen kişiler saygı görüyor. Bu kişiler güçlü ve yetenekli olarak değerlendiriliyor. Sessizlik ve hafif çekingenlik ise değiştirilmesi gereken, sıkıcı ya da zayıf bir özellik olarak düşünülüyor. Maalesef ki “sessizin gücü” göz ardı ediliyor.
İçe dönük kavramıyla ilk tanıştığım zaman üniversitedeydim. Yıllarca kendini “kusurlu” hisseden bir insan olarak o kadar rahatlamıştım ki… Bende bir sorun yoktu! Sadece, ihtiyaçlarım ve kendimi ortaya koyma biçimim dışa dönük insanlarınkinden daha farklıydı. Üstelik kendimi güvende hissettiğim ortamlarda oldukça konuşkan ve sosyaldim.
Sonra kurumsal hayata başladım. Aldığım ilk geribildirim “daha sosyal olmam ve kendimi daha fazla göstermem” gerektiği oldu. Sonraki yıllarda da pek değişmedi. Ben kendimi kabul etsem de, sistem bir türlü edemiyordu. Performansımdan memnun olmalarıyla birlikte hep bir “ama” vardı. Daha fazla şov yapmalı, kendimi daha iyi göstermeli, gerektiğinde daha agresif davranmalıydım. En şaşırdığım şey ise “yeterince tutkulu” olmadığımı düşünmeleriydi. Oysa ki işini çok sahiplenen ve yönettiği markalara tutkuyla bağlanan biriydim. Sadece bunu bağırıp çağırarak dile getirmiyordum.
Ben, gelişim zihniyetine (growth mindset) çok inanan biriyim. Bu sebeple, aldığım geribildirimler sonucunda kendimi hep belirli bir ölçüde esnetmeye çalıştım. Bunları bir büyüme fırsatı olarak gördüm. Nitekim içe dönüklük/dışa dönüklük spektrumunda bir çoğumuz uçlarda değil, daha ortalara yakın bir yerdeyiz. Hepimiz için bu spektrum üzerinde belirli bir ölçüde esneme alanı var. Ben de iş ilişkilerimi güçlendirdim, yaptığım işleri daha etkili bir şekilde ortaya koymaya başladım, daha stratejik biri oldum.
Sonrasında yöneticilerimden, ne kadar değiştiğime yönelik yorumlar duymaya başladım. Tabii ki karakterim değişmemişti, sadece içimde var olan fakat öncesinde keşfetmediğim kaynaklarımı kullanmaya başlamıştım. Evet onlar beni devamlı bir yöne doğru çekiştiriyordu ama ben tüm o aksiyonları daha çok “kendimi gerçekleştirmek” adına almıştım. “Olduğum kişiyi kaybetmeden nasıl esneyebilirim?” sorusuyla hareket etmeye çalışmıştım.
Yine de geriye dönüp baktığımda üzüldüğüm şey, kendini “kusurlu” hisseden yaralı içsel çocuğun tüm bu süreçlerde tetiklenmiş olmasıydı. O çocuk zaman zaman kendini yalnız hissetti, anlaşılmadığını düşündü. Bu kapitalist düzene göre fazla “hassas, kırılgan ve naif” olduğuna inandı. Doğru düzgün iş yapmayıp, inanılmaz bir şov yeteneğiyle kendini satabilen insanlar ve buna prim veren yöneticiler karşısında hayrete düştü. Aniden gelen haksız saldırılar karşısında, yeterince hazır cevap olamadığı için kendine kızıp, yetersiz hissetti. Tüm aksiyonlarımı zihinsel boyutta kendi gelişimim için yapsam da, derinlerde “Acaba bende bir hata mı var?” düşüncesinin getirdiği bir karın ağrısı hep vardı.
Şanslıydım ki, kişisel dönüşüm ya da diğer bir deyişle kendini iyileştirme işlerinin içindeydim. Kendimle olan ilişkim dönüştükçe, aslında sorunun bende değil onlarda olduğunu görmeye başladım. Sürekli kapsayıcılığın konuşulduğu, üst yönetimin en iyi koçlardan “liderlik” eğitimi aldığı şirketlerde, hala insanlar belirli bir karakter tipine doğru ittiriliyordu. Farklı karakterlerin organizasyona kattığı hediyeler göz ardı ediliyordu. Oysa ki dünya değişiyordu. Dolayısıyla, benim kendime baktığım kadar onların da kendilerine bakmaları gerekiyordu. Ben dönüşüyorsam, bu katı zihniyetin de dönüşmesi lazımdı.
Gandhi’nin bir sözü var; “Nazik bir şekilde, dünyayı sallayabilirsiniz.” diyor. Ben de zamanla içe dönük bir insan olmanın bir zayıflık değil, aksine benim “gizli gücüm” olabileceğini özümsemeye başladım. Evet ben kapitalist düzenin normlarına göre farklıydım ve bunu değiştirmeme gerek yoktu. Evet kendimi ara ara esnetebilirdim, ama asıl bu farklılıkların bana kattığı özellikleri parlatmalıydım.
Marti Olsen Laney’nin “İçe Dönüklerin Avantajı” adlı kitabına göre, içe dönükler uyaranları işleme sürecinde daha uzun nöral yollar kullanıyor. Bu sebeple, etkileşimleri ve olayları işlemek daha karmaşık. Tam da bu yüzden hazır cevap biri değilim. Konuşmadan önce düşünmem gerekiyor. Ama bu kompleks düşünce sistemi bana aynı zamanda bir “derinlik” katıyor.
Ben sosyalleşmeyi seven biriyim ama enerjimi tekrar toplamak için sık sık tek başına zaman geçirmem, kendime “sessiz” anlar yaratmam gerekiyor. Bu da zengin bir iç dünyamın olmasını sağlıyor.
Dışarıdan çok iç dünyama odaklı olmam, öz farkındalığımın artmasına olanak sağlıyor. İçimdeki yaralı çocuk ile temas ettikçe, etrafımdaki insanların yaralarını da fark ediyorum. Tüm bunlar beni empatik ve hoşgörülü biri yapıyor.
Zaman zaman ortamlardaki “sessiz kişi” olmak, iyi bir gözlem yeteneğini geliştirmemi ve başkalarının fark edemediği nüansları görmemi sağlıyor.
Çok geniş bir çevrem yok, ama var olan arkadaşlarımla daha derin ve gerçek bağlar kurabiliyorum.
“Sessiz Güç” kitabının yazarı Susan Cain diyor ki; “Şirketleri dönüştürmek için dev kişiliklere ihtiyacımız yok. Kendi egolarını değil, yönettikleri kurumları inşa eden liderlere ihtiyacımız var.” Ben de egoma yenik düşüp, beraber çalıştığım kişileri zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak “tüketen” bir lider olmamaya çalışıyorum. Benim için, ortaya çıkardığımız işin sonucu ile birlikte, ona “nasıl” ulaştığımız da eşit oranda önemli.
Partnerimin sahip olduğu özellikleri hayranlıkla izliyor, ondan çok fazla şey öğreniyorum. Şanslıyım ki, o da benim için benzer şeyleri düşünüyor. Biliyoruz ki, birbirimizi mükemmel bir şekilde tamamlıyoruz. Ve biliyoruz ki, dünyanın ikimize de ihtiyacı var.
Gurmukh’un söylediği gibi “Yogada (ve diğer tüm kişisel dönüşüm araçlarında) amaç kendimizi geliştirmek değil, kendimizi kabul etmek. İşte o zaman gerçek potansiyelimiz ortaya çıkmaya başlayacak. Ve bize verilmiş hediyeleri dünyaya sunmaya başlayacağız.”
Yine Susan Cain’in ifadesiyle, “Susmayı beceremeyen, bu gürültülü dünyanın” tüm “sessiz güçlerine” selam olsun. Nazik bir şekilde dünyayı değiştirmeye var mısınız?
İlginizi çekebilir: “Sendeledim, düştüm, iki ileri bir geri gittim. Ama vazgeçmedim!”“