X

Senin hayatın senin parkurun; sen bu koşunun neresindesin?

Bu başlığı ilk gördüğünüzde yine içinizden geçirdiniz, sizi duyar gibi oldum, itiraf edeyim kendimi “tam olarak” ifade etmek istediğimi ifade edebilmek için epey zorlandım; yazdım sildim, sildim tekrar yazdım ve tekrar sildim. Sonunda “hayat” ve “parkur” kavramlarında karar kıldım…

Neden diye soracak olursanız, bugün benim için bir ilk. İtiraf edeyim burada yazdığım tüm yazılarım ağır spor antrenmanlarım ertesinde oluyor ve hatta eğer hafta sonuna denk gelmiş ise mutlaka uzun bir koşu antrenmanı sonrası oluyor. Muhteşem bir ilham kaynağı benim için. Paylaşmak için, yazmak için, anlatmak için belki sesli anlatamayacağım kadar özel konuları şekilde sizlerle paylaşmak için açlık duyarak geçiyorum yazıların başına.

Konuya geçersek; şu ana özel bir yazı bu, o çok özel “an” kavramından yaratıldığı için… Hemen paylaşayım uzun yıllardır tek başıma koşarım, bu yazıyı yazdığım gün ilk defa bir organizasyonda koştum, korkmadan ve bu koşu organizasyonuna tam olarak son anda (yine beni okuyanlar hayatımdaki o muhteşem tesadüf, sürüklenme ve akış kavramlarını bilirler) işte beni çok etkileyen Meryem Ana tecrübem ertesinde (altı ay önce Bali’de) bugün buradayım, Efes’te Meryem Ana’nın kalbinde…

Şimdi gelin birlikte yarışmaya başlayalım, hayat evet bir parkurdur. Bir kere bir yol vardır önünüzde bilirsiniz “siz” durunca yol da durur. İşte hayat da böyledir, görmek istemeyiz bazen “her şey dursun” deriz ama bu bir parkurdur evet yol almanız gerekir; her ne olmuş olursa olsun inançla, bilişle ve enerjiyle “ileriye” devam etmelisiniz.

Peki bizler ne yapmaktayız? “Geçmişte” şu hatayı yaptım, veya keşke bu olmasaydı… Şimdi yarışımıza devam ediyoruz “geriye doğru” koşmak mümkün müdür? Veya ben geriye döneyim şu son bir kilometreyi bir kez daha bu sefer biraz daha hızlı koşayım der misiniz? Ya da seçiminiz şu mu olurdu; “gelecek” bir kilometreyi artan bir hızla koşmak…

Neden daima ileriye bakmalıyız?

Bizler hayatta aslında o geri dönmemizin imkanı olmayan ve hatta ilerleyen zamanımız, can-ım güzel geleceğimiz için bizi yavaşlatan binlerce inanç ile halen “geriye bakarak” ileriye doğru koşmaya çalışan veya geriye bakarak halen “mümkün olmasa da” geri geri gitmeye çalışan o farkında olmadığımız inançlarımızla kendimizi bu parkurda, hayatımızın akışında yol almaktan yine kendimiz alıkoyarız. Halbuki parkur henüz bitmemiştir daha koşmamız gereken bu yarışın parçası olan kilometrelerimiz vardır… Biz ise o “olduğumuz” noktaya takılır kalırız. Ve sonunda işte sadece o noktadan bakarız, aslında halen parkurumuzu tamamlamak üzere şansımız olduğunu, sadece biraz enerjiye ve en önemlisi kendimize inanmaya ihtiyacımız olduğunu görmeyiz.

Şimdi gelin hep birlikte muhteşem Ege güneşinde yol almaya devam edelim, etrafımızda mis gibi çimen kokusu olsun, birazdan deniz ile kavuşacağız. Önümüze son derece çamurlu bir bölüm çıktı, ayaklarımızın altı giderek daha da ağırlaşıyor, koşmamız neredeyse imkansız hale geldi, arkamızdan bir kişi geldi bizi geçti… Daha da ileri gidelim, aynı çamur devam ediyor bu sefer ciddi bir eğim koşmaya çalışıyoruz. Öyle hemen çıkılıp da bitenlerden değil, adeta sonuna bakmayı bile kalbimiz kaldırmıyor… İşte hayatımız da aynen parkurlarımızın “zorlu” kısımları gibi düzlükten, düşündüklerimizden, bizim tahmin edebildiğimizden çok daha farklı yokuşlar, çamurlar yani zorluklar içermektedir… Asıl önemli olan bu noktalarda bu zor anlarda nasıl tepki verdiğimiz. Şimdi koşumuza geri dönüyoruz, bir kere enerjinizi tasarruflu kullanmanız gerekir, adımlarınıza dikkat etmeniz, çamurda düşmemeniz ve ne olursa olsun “devam etmeye” odaklanmanız gerekir. İçinizden belki “yapamayacaksın” ,”çok yoruldun”, “bu yokuşun sonunu göremeyeceksin”, “bittin sen”, “nefes alamıyorsun” gibi şeyler geçebilir. Bu anlarda eğer uzun mesafe koşuyorsanız ve o parkurun sonunu hedefliyorsanız sadece devam etmeye devam etmeniz gerekir…

Hayatımız da böyledir, özellikle yolumuza çıkabileceğini hiç düşünmediğimiz kayıp olarak nitelendirdiğimiz o dik yokuşlar, o fırtınalı denizler, o kendimizi kaybettiğimiz yitirmeler, belki bir işten ayrılmak, belki çok sevdiğimiz bir eşten ayrılmak, belki çok istediğimiz çocuğumuzu dünyaya getirememek… Ama işte yine de bu parkur bize aittir, çamurlara basıyor olsak da, bacaklarımız sızlıyor olsa da ve öyle anlar olduğunda “bir adım daha atacak gücüm yok” desek de, hayat yolumuza devam etmemiz gerekir… Bakmamız gereken yine bu yokuşların sonudur, bu yokuşların bitiş noktası yani bizim tüm bu “yapamam”, “geçemem” ve hatta “dayanamam” dediğimiz noktaları “aşmamız” gerektiğidir… Çünkü asıl hayat orada başlamaktadır…

Bizi asıl motive eden şey yaşadığımız zorluklar

Şimdi hep birlikte son kilometrelerimize gelelim. Neler yaşadık bu parkurda; tepeleri aştık, taşlık yollardan geçtik, çamurlarda sürüklendik, ayaklarımız ağırlaştı, yapamam devam edemeyeceğim dedik, başkalarının yanımızdan geçişini izledik, bize eşlik edenleri gördük, biz diğerlerini geçtik ve işte son kilometrelere geldik… Fakat parkur bize yine güzel bir oyun oynuyor; “kum” koşusu yapmamız gerekiyor, yani parkurun en zor bölümü “tüm bu yorgunluklarımızın ertesinde”…

İşte hayat da bazen bizler için aynı böyledir “daha kötü ne olabilir, beni daha çok ne zorlayabilir” deriz, bu noktadan sonra devam edemem deriz, “daha kötüsü” olamaz deriz de, öyle bir yol açılır ki önümüzde bir seviye daha zorlanırız… Şimdi tam bu anlara odaklanmanızı istiyorum “nelerden vazgeçtiniz”, hayatınızda “ben bunu yapamayacağım” deyip de hangi noktalarda koşmaktan vazgeçtiniz? O kadar uzun bir yolu gelip bitiş noktasını görmüşken sadece ayaklarınızın altındaki kum tanelerine yenildiniz?

Tekrar düşünelim, derin nefes aldık, ve o bitiş noktasına adeta bir savaşçı gibi sadece akışta kalarak gittik, evet geçtik, kumu, yorgunluğu, bacaklarımızın ağrısını, yorulmuşluğumuzu unutarak ve “tam anlamıyla o an” başardık… Hayat tam olarak parkurumuz gibidir, bitti derken yepyeni bir değişkenle karşımıza çıkıverir, biz yorulmuşuzdur o kalkıp devam etmemizi ister, o sadece ileriye doğru akar, “anda” olmamızı ister, “her ne olmuşsa olmuş şimdidesin, şu andasın, o zaman bu kumu koşacaksın” der. Bizler içimizdeki güce güvendikçe, potansiyelimizi anladıkça ve yapabileceklerimizi idrak ettikçe aşamayacağımız parkur yoktur…

Bugün bu yazımda bana bu güzel yolculukta eşlik eden sizler; hepimizin hayatı bizlerin can-ım parkurlarından oluşur, bazen koşarız, bazen yürürüz, bazen yağmur fırtına olur, bazen kuru bir düzlükte sadece adım atmamız gerekir… Fakat hayat hep “ileri” akar. Bizlerden o parkuru, o attığımız her adımı, adımları atarken harcadığımız enerjiyi ve o adımlarla “bizi biz yapan” yollarımızı her daim çok sevmemizi bekler… Aynı bakışla, aynı “yorulmazlıkla”, her ne olursa olsun aynı “inançla” ve işte aynı “aşkla”… İşte bu yüzden tüm hayatlar tüm parkurların bitiş noktası gibi aşka çıkmaktadır. Aşk noktasında an vardır, başarmak vardır, tecrübenin bilgeliği kadar yolun kattıklarını “sevmek” vardır.

Tüm güzel parkurlarınızın, can-ım hayat yolunuzun aşka varması dileklerimle…

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale