10 gün boyunca hiç ama hiç konuşmamak… Hatta sadece onunla da sınırlı değil; mimik yok, göz göze gelmek yok, iletişim adına hiçbir şey yok. İletişim demişken cep telefonu yok, kalem-kağıt yok. Bu kadar yok arasında peki ne var? “Sen” sadece “sen” varsın!
Bu 10 günlük maceranın adı, Vipassana. Benim yolumun onunla kesişmesi ise tamamen hayatımdaki güzel insanlar, tesadüfler ve arayışım… Dünyayı gezen ve yoga eğitmeni olan, yüz yüze hiç tanışmadığım arkadaşım Müge sayesinde haberdar oluyorum. Uzun yollarımdan döndüğüm, aslında kendime dönmek istediğim bir zamanda. Kulağıma bir kez adı çalındı ya, merak ettim şimdi neymiş ki bu?
Vipassana’yı araştırmaya başladığım ilk anda, yakında Türkiye’de bir inziva olacağını görüyorum ve başvuruların açıldığı ilk anda başvuruyorum. Kontenjan sınırlı, ilk başvuran ise öncelikli. Hakkında çok bilgim var mı? Aslında hayır, neredeyse hiçe yakın şey biliyorum. Beni başvuruya iten en önemli etken ise, herhangi bir ön koşul istememesi. O güne kadar bir kez bile meditasyon, yoga yapmamış bana da açık kapıları. Bir nevi “Ne olursan ol, yine gel” diye beni çağırıyor.
Buda’nın 2500 yıllık öğretilerini Vipassana Meditasyonu ile herhangi bir ücret olmadan, bağışlarla (o da zorunlu değil) dünyanın 300 noktasında yaşatan bir yapı. Yaşama sanatı diye bahsediyorlar sitesinde. Birçoğumuzun en büyük arzusu da bu sanatı öğrenebilmek değil mi? Neden olmasın diyorum, denemekten ne kaybederim ki?
İnzivaya kabul aldıktan sonra da çok az okuyorum hakkında. Bazı sıkı kuralları olduğunu öğreniyorum sadece. Gün sabah 04.00’te (evet yanlış okumadınız!) başlıyor, 21.30’da bitiyor. Günde 10 saat meditasyon yapılıyor. Vejetaryen olan yemekler sadece belirli saatlerde yeniyor, akşam yemeği 17.00’de sadece 1 meyve ve bitki çayı olarak son buluyor. Gözüm korktu mu? İtiraf etmeliyim ki, evet! Merakım ve heyecanım baskın geldi mi? İyi ki, evet!
Aylardan Nisan. Kendimi telefonumu ve özel eşyalarımı teslim ederken buluyorum. İnziva başlamadan konuşmak serbest ama ben istemiyorum, karşılaştırmalar yapmaktan kaçınmak için. “Sen kimsin ki buradasın?” diye kendimi yargılamaktan uzak kalabilmek için. Kuşadası’ndayız, evet başkalarının Vipassana tecrübeleri gibi Hindistan’da ya da Tayland’da değiliz. Bir oda arkadaşım var, onun sadece ismini öğreniyorum hepsi bu. Zaten iletişim bile kuramayacağımız için, belki buna bile gerek yok ama adettendir işte.
Kurallardan bahsediyorlar. Öldürmek, hırsızlık yapmak, cinsellik, yalan söylemek ve alkol yok! İnzivanın yapılacağı yerin bahçesi dışına adım atmak yasak. Gong çalacak; uyanılacak, meditasyon yapılacak, yemek yenecek, meditasyon yapılacak. Son gong ile de uyku vakti gelecek. Sessizliğinden çıkabildiğin yegane anlar ise kadınlar ve erkekler için ayrı asistan hocalara gün içerisinde soru sorabildiğin zamanlar. Hazırsanız çalsın artık şu gong! Ve başlasın Vipassana Yolculuğum!
İlk 3 gün sadece nefese odaklanarak geçiyor. Geçiyor demek ne kadar doğru bilemiyorum. Ben çok zorlanıyorum, bugüne kadar ne öğrendiysem 0’lar ve 1’ler şeklinde olmuş. Matematik, İngilizce, pazarlama, sunum teknikleri… Hepsinde daha net kurallar varmış. Ama bu seferki farklı… Burun deliklerimizden giren ve çıkan nefesimize odaklanmaya çalışıyoruz, nefes aldığımız her anın önemini vurgularcasına. Nefes verip de tekrar alamadığımız an bu dünyadan göçüyoruz. İşte bu yüzden her bir nefes dünyanın bize armağanı.
Nefesi değiştirmeye çalışmıyoruz. Vipassana Meditasyonu olanı olduğu gibi kabul etmek üzerine. Değiştirmeye, kaçmaya çalışma ve farkında ol sadece. Senin farkındalıkların arttıkça olaylara, dünyaya verdiğin tepkiler değişmeye başlayacak çünkü. Bu değişim başlayınca da, sen artık eskisi gibi olamayacaksın!
İyi, güzel, hoş da başlangıç benim için gerçekten de çok zor oluyor. Bazen uyuklarken buluyorum kendimi. Bazen nefes alışverişlerim hızlanınca durdurmaya çalışıyorum, panikliyorum. Bazen elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyorum; meditasyon boyunca kıpırdıyorum, çevremdeki insanları rahatsız ediyorum diye kendime kızıyorum.
Özellikle başlarda her soru sorma saatinde asistan hocanın yanına koşuyorum. Şunu böyle yapıyorum; doğru mu, yanlış mı diye sorduğumu fark ediyorum zamanla. Onun da hep beni “Gerçekliğini kabul et!” cevabı ile uğurladığını. Aslında beni en çok zorlayan yine benim. Onay bekliyorum küçük bir kız çocuğu gibi, yanlış yapmadığımdan emin olarak ilerlemek için. Kolaya kaçmak belki de, aman belirsiz bir yer kalmasın istemek!
İnziva başladığı andan itibaren farkına varmalarım artıyor. Her gün meditasyonlar bittikten sonra kurucu Goenka’nın dinletileri oluyor; hepsi hayata dair paylaşımlar, hikayeler. Vipassana her şeyin gelip geçiciliğine vurgu yapıyor. Başımıza iyi kötü ne gelirse, hepsinin geçtiğini hatırlatıyor.
Biz insanlar hoşumuza giden, sevdiğimiz şeylerin peşinden koşuyoruz; onlar hep bizim olsun diye onları aşırı istiyoruz. Korktuğumuz, kızdığımız, bizi üzen şeylerden ise sürekli kaçmaya çalışıyoruz; bizden uzak olsunlar da başka bir şey istemeyiz diyoruz ve aşırı reddediyoruz onları. Peki, iyi olmadan kötünün, kötü olmadan iyinin bir kıymeti olur muydu ki?
Kendimde en çok gözlemlediğim, bilinmeze verdiğim tepki oluyor. Korkuyorum aslında. Yemek saatleri dışında acıkırsam ne yapacağım diyorum. Her sabah 04.00’te kalkamazsam diye korkuyorum. Kendimi dinlemeye başlayınca vücudumda duymaya başladığım hislerimden korkuyorum. Bir ağrı, sızı, sıcaklık yaşayınca ya geçmezse diye korkuyorum. 10 gün hiç konuşmazsam “Delirir miyim acaba?” diye korkuyorum.
Kendime dönmeye, özümü anlamaya geldiysem de, özellikle başlarda gözümün hep dışarıda olduğunu fark ediyorum. Başkaları tabağına ne kadar yemek alıyor diye bakıyorum, kaç kişi meditasyon salonuna geliyor diye sayıyorum.
Oda arkadaşım bana hem en yakın, hem en uzak olanım. Onunla hiç iletişim kurmadan günlerce birlikte yaşamak nasıl oluyor görüyorum. Kolay olmuyor. Bazen o benden önce banyoyu kullanmak isterse diye uzun süre boşuna onu bekliyorum. Bazen ses yaptım da onu rahatsız ettim mi diye üzülüyorum. En hoşuma giden anlar ise ikimizin de sessizce balkona çıkıp, denize bakarak dinlendiğimiz anlar oluyor. İki insan bir anı, bir mekanı paylaşmayı başarıyor; diğerinin alanına hiç müdahale etmeden!
Nelere aşırı düşkün olduğumu fark etmeye başlıyorum. Yemeklerin vejetaryen olması beni hiç rahatsız etmiyor. Ama yoğurtsuz öğünü geçmeyen ben, yoğurt bütün inziva boyunca sadece 3 kez çıktığı zaman karşılaştığım tabağı sıyırma isteğimle birlikte “Kendine gel Sinem” diyorum. İlk günler aman çok alayım, ne olur ne olmaz diye yemekte abartırken; gittikçe azın yettiğini anlıyorum.
Vipassana Meditasyonu tepkilerimin farkına varmamda çok faydalı oluyor. Bir cümle beni çok etkiliyor; “İnsanın hayatı dış dünyaya verdiği tepkileridir!” Doğduğumuz andan itibaren yüzümüzü dış dünyaya çeviriyoruz. Hepimiz suçu sürekli başkalarında arıyor; ama o bana bunu yaptı, şunu söyledi diyoruz. Oysa başından birebir aynı olay geçmiş iki kişinin olayı yorumlaması ve sonrasında hayatına nasıl devam edeceği tamamen kişiye özel. Bir nevi hayatımız seçimlerimizle örülüyor.
Tepkiler içinse genelde zayıf karnımız neredeyse ya sorular oradan geliyor, ya da biz hemen ona yoruyoruz. Benim belki de en zorlu sınavlarımdan biri, inzivanın 5. gününde yaşanıyor. Saat 17.00’de bir meyve ve bitki çayı, bizim için akşam yemeği demek. 17.15 gibi yemeğe iniyorum ve görüyorum ki bana meyve kalmamış! İnzivadaki en büyük sorgulamalarımın, gelgitlerimin sebebi oluyor.
Hayatım boyunca en önem ve tepki verdiğim şeyler; adalet ve hak yenmesi. İşte diyorum maneviyatın yüksek olduğu bir ortamda bile hak yeniyor. Birileri hakkından fazlasını alarak yine kendini düşünüyor. Bir nevi inzivanın hırsızlık yapmama kuralını çiğniyor. Çok önemli durumlarda asil sessizliği bırakıp, gönüllü yardımcılarla konuşmaya izin var. Bu durum dillendirilmeli diyorum, iki dakika sonra ise yok buna değmez! Derken en son öğlen 12.00’de yemek yiyen ben o akşamı boş geçiyorum. Sonrası ise yine korku; şekerim düşerse, başıma bir şey gelirse diye devam ediyor.
Peki, gerçekte ne oluyor? Ne normalden daha fazla acıkıyorum, ne de hastalar oluyorum. Ertesi gün saat 06.00’da, neredeyse 18 saat bir şey yememiş olmama rağmen, kahvaltıya saldırmıyorum. Zihnimiz her zaman otomatik tepkiler veriyor, bazen o kadar fazla tepki veriyoruz ki olması gereken buymuş gibi geliyor. Ama tepkilerimizin hayatımızı ele geçirmesine izin verecek miyiz gerçekten?
Ben daha çok farkında olarak, daha çok kendimi bilerek yaşamak için çaba gösteriyorum; daha huzurlu bir hayatım olsun istiyorum. 10 günlük Vipassana Meditasyonu İnzivası, hayatımda hep kurmak istediğim dengenin; aslında mutluluğun anahtarı olduğunu bana hatırlatıyor. 10 gün sessiz kalmak, ilk 3 günden sonra vücudumdaki duyumlara odaklanarak geçen 6 gün, son gün inzivadakilerle paylaşım yapmamıza izin verilmesi. Metta ile kendimizi; iyi ve kötü diye etiketlediklerimizi affedişimiz, kabullenişimiz ve bunlara şükredişimiz.
İnziva hayatım boyunca yaşadığım en biricik deneyimlerden ve hayatımdaki “İyi ki”lerden. “Nasıl geçti?” diye soranlara ise cevabım, “hayatın kendisi gibi” olur! İnişli çıkışlı, bazen sancılı, bazen heyecanlı, bol keşifli ve bol renkli; fark etmeye başladıkça seni dönüştürmeye başlayan bir yolculuk. Her yolculuk yeni bir yere gitmekle olmuyor, bazen en kıymetlisi kendine gitmeye cesaret etmekle oluyor!
Not: İnziva boyunca bir telefonum ya da kameram olmadığı için fotoğraflar başka ışık dolu bir yolculuğumdan olsun istedim. (Peru 2015)
İlginizi çekebilir: Nedir bu “yol”un beni her zaman kendine çekmesi?Nedir bu “