Hayatımızda hepimiz bazı dönemlerimizde herhalde bir şeylerin olacağına inanıp, sonra neden olmadı diye kendimizi yemişizdir muhtemelen.
Ben yedim mesela. Yedim, yedim bitirdim hatta. Hislerine güvenen bir insan olarak çok emindim olacağından hayatımda bir durumun; nasıl yanılırım, nasıl olmaz diye diye kendime ve hissettiklerimin tam aksinde olanlara öfkede sınırları zorladım diyebilirim.
Bu konu üzerine hocam Ezgi Sorman ile yaptığımız bir konuşmada bana aynen şunu söyledi: “Nasıl bir egodur sendeki?! ‘Ben biliyordum, emindim’ diyerek nasıl bir egodan giriyorsun olaya farkında mısın?”
A aa. Tabii ki değildim! Ama söylediği an anlamıştım. Hayatımın genel alanında egoyu sakinleştirmeye yönelik çalışan ben, konu kendime çok güvendiğim hislerime geldi mi baya büyük bir ego patlaması yaşamıştım. Anlamıştım söylediğini de, hala da kabul edemiyordum tam anlamıyla. “Ama çok emindim olacağına ben, nasıl olmaz hala anlamıyorum! Yanlış hissetmiş olmam mümkün değil!” deyip de duruyordum bir yandan. Sonra bana hep hayat dersleri olan o güzel örneklerinden birini daha verdi:
“Evet doğru hissetmiş olabilirsin. O an öyledir muhtemelen. Ama her şeyin değiştiği gibi her his, olabilecek olanlar da değişkenlik gösteriyor. Şöyle düşün: Sen gökyüzüsün. O an bulutlar gelse, nem olsa, yağmur yağsa, güneş çıksa da sen ne nemsin ne yağmur, ne de güneşsin; sen gökyüzüsün. Sen nemi hissetmiş olabilirsin. Nemin iki sonucu vardır değil mi? Yüksek ihtimal yağmur yağacaktır fakat son dakika o nemler gidip güneş de açabilir.”
“Bir dakika, bir dakika. Benim hissettiğim o zaman nemdi, yağmur değil. Oradaydı. Fakat ben nem var diye yağmurun kesin yağacağına tutundum.”
“Evet aynen öyle. Nemi hissettin doğru, ama sonucunda kesin yağmur yağacak sonucuna inanmayı tamamen kendin seçtin. Bir de kendini oraya yerleştirdin. O nemin dağılıp güneşin açması da bir seçenekti.”
Hiç düşünmemiştim. Aklıma dahi gelmemişti hem de. Muhteşem anlatmıştı bana yine Ezgi içinde bulunduğum durumu. Çok basit bir örnekle göstermişti. İtiraf ediyorum ama nemi doğru hissettiğime memnun olmuştum! Ama o neme direkt yağmur diye bakanın da sadece yine kendim olduğunu görmüştüm bir yandan.
“Yani,” dedi. “Anlıyor musun şimdi anda kalmanın, sonuçtan bağımsız yaşamanın önemini?”
Anda kalmaya bambaşka bir açıdan bakıyordum şimdi. Geçmiş ve gelecekten bağımsız, şu anda bulunmak neden bu denli önemli başka gözle görüyordum. Çünkü her an her şey değişiyordu içimizde ve evrende. Her şey sanki her an ama her an yeniden oluşuyor, yeniden programlanıyordu. Eğer anda yaşayarak devam edersek hayatımıza; adaptasyonumuz daha kolay olacaktı her şeye. Tutunacağımız hiçbir şey olmayacaktı. O an ne getirirse kabuldü. Böylece özgür olmuş oluyorduk her şeyden aslında.
Sonuçtan bağımsız yaşamanın da ne demek olduğunu görmeye başlıyordum. Yağmur bir sonuçtu, ama güneş de bir sonuçtu. Hayatta her an her seçenek önümüzdeydi ve gerçekleşebilirdi. Nem var diye kesin yağmur yağacak sonucuna varıp onu gerçek sanmak nasıl saçmaysa, aslında hayatta elde etmek istediğimiz sonuçlara bel bağlamak da bir o kadar saçmaydı. Sonuç için bir şeyler yapmak… Belli olmuyordu işte. O sonuç değişkenlik gösteriyordu sürekli. Olacak gibiyken evrence sebeplerle son dakika olmayabilirdi. E kendimizi de o sonuçlarla bağdaştırırsak biraz oradan oraya sersemlemez miyiz? Hoop hatırla hemen hatırla! Biz gökyüzüyüz! Ne yağmur, ne güneş, ne kar, ne bulut! Hepsine ev olan biziz. Hepsinin üzerindeyiz biz; gökyüzüyüz! E ben koca gökyüzüyken neden yağmur olamadım diye vah vahlanayım ki?
Bugün de böyle işte sevgili okuyucu. Bu konuyu daha dallanıp budaklandırmaya da pek gerek yok bence. Bazen çok basit bir örnek bambaşka kapılar açıyor işte hayatlarımızda. Üzerinde düşünmeye, anlamaya çok değer bir konu bence. Siz ne dersiniz?
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Hayat ne kolay, ne zor: İyi bir yaşamın formülü esneklik