Semptom ya da belirti, kişi tarafından fark edilen, rahatsızlık yaratan, normal dışı hisler ya da verilen bedensel tepkilerdir. Kişi bu durumdan o kadar rahatsız olur ki bu hal ile daha fazla kalmak istemez ve bir an önce eski haline dönmek ister, yani semptomların ortadan kalkmasını talep eder.
Oysa ki bedenimizde ve ruhumuzda gerçekleşen her bir farklı olma halinin direkt olarak duygularımızla ilişkisi vardır. Duygularımız ise iç dünyamızdan bize haber taşıyan birer postacı gibidir. Derinlerde bir yerde aslında bizimde ne olduğunu bildiğimiz, ancak bazen yüzleşemediğimiz, onu görürsek sonrasında nasıl davranmamız gerektiğini kestiremediğimiz, yaşayacağımız zor duyguları taşımaya hazır olmadığımız ve bu nedenlerle de bakmadığımız posta kutumuzda biriken bu mesajlar bir süre sonra farklı sinyaller vererek onları görmemizi sağlamaya çalışır. İşte bu sinyaller de semptomları oluşturur. Bunu yaparken de bedenimizle iş birliği içindedir. Tek amaçları bizi götürmek istedikleri yönü fark etmemiz, belki de arzumuzla temasa geçebilmemizi sağlamaktır.
Çok basit bir örnekle anlatayım… Güzel bir çorba yapmak istiyorsunuz. Malzemeleri tencereye koyup karıştırıyorsunuz. Bir süre sonra burnunuza kötü bir koku geliyor. Siz bu durumdan rahatsız olup (aslında bu bir belirti) pencereyi açıyorsunuz yada evi havalandırmayı çalıştırıyorsunuz. Bir süre sonra o koku artık burnunuza gelmiyor ve rahatsız olmuyorsunuz. Yemek pişiyor ve servis tabağına alıp tadına bakıyorsunuz, garip bir tadı olduğunu anlıyorsunuz. Çorbayı içiyorsunuz ama o lezzeti de alamıyorsunuz. Oysa ki kötü koku burnunuza geldiğinde kaynağını bulmaya çalışsaydınız, zerdeçal yerine çorbaya köri attığınızı fark edecektiniz.
İşte hayat da böyledir. Arzularımız, isteklerimiz yaşamımızı güzelleştiren, canlı tutan malzemelerimizdir. Semptomlarımız da işler yolunda gitmediğinde burnumuza gelen kötü kokular gibidir, bizi uyarır. Kaygılarımız, birden geldiğini sandığımız panik ataklarımız, anksiyetelerimiz, aşırı yemelerimiz, baş dönmelerimiz, her türlü karın ağrılarımız…
Eğer tüm hissettiklerimizi katman katman açmazsak, üzerlerini kapattığımız örtünün altına bakmazsak, sadece görünürde rahatsız olduğumuz kısımları yok etmeyi seçersek ortaya tıpkı tadı garip olan çorba gibi tatsız, cansız, derinliksiz, bizi tatmin etmeyen bir yaşam çıkar.
Oysa ki dönüşmek ve gelişmek için zorlayıcı duygularla kalabilmek, bu zor zamanların aynı zamanda yeniye evrildiğimiz anların da bir işareti olduğunu fark etmek gerekiyor. İşte tam da bu anda semptomlarımız bedenimizle birlikte bize neyin iyi gelmediğini söylemeye çalışıyor. Biz onları görmezden gelirsek, hayatımızda nasıl bir fark yaratabiliriz ki?
İlginizi çekebilir: Yalnızlık korkusu romantik ilişkileri nasıl etkiler?