“Şehirden kaçış”ta bu hafta: Tüm doğal güzelliğiyle Akçakoca
Bir süredir aklımda olan ve gitmek için fırsat kolladığım Akçakoca, deniz hasretimin tavan yaptığı bir anda hafta sonu planımıza girdi.
Turist olmanın bence hiç yeri ve zamanı yok. Mevsimi de.
Denize gitmek için havanın ısınmasını beklemek de yersiz bence. Zira, denizin yalnızca sıcak havalardaki bir yaz tatili etkinliği olduğunu düşünenler, kışın gökyüzüyle oluşturduğu renk ahengini ve havanın sertliğine kafa tutuşunun ihtişamını henüz görmemiş olmalılar.
“Ege insanı bünyem” kış bitmeden bu anı kaçırmaya dayanamazdı ve hava daha da ısınmadan bu görsel şölene nail olmam, havanın maksimize olmuş iyotlu oksijenini damarlarıma kadar çekmem gerekiyordu. Bu yüzden istikamet, Ankara için “Şehirden kaçış” adına en yakın destinasyon olan Karadeniz oldu. Otoyol üzerinden Bolu Tüneli’ni geçtikten birkaç km sonra beliren Akçakoca tabelalarını takip etmeniz yeterli. Ulaşımı rahat ve günübirlik bile gidilebilecek bir güzergah. 2 buçuk 3 saate gidilebilir normal hava şartlarında.
Karadeniz’e farklı açılarıyla Batum ve Varna’dan nail olmuştum daha önce, küçükken de Cebeci Plajı’ndan az çok anımsıyorum.
Yine de tüm Karadeniz’i ortalayan bir perspektiften izlememiş, uçsuz bucaksız görünen ufkun tadının uzun sahil şeridi boyunca çıkarıldığına tanık olmamıştım. Yani evet, Batum’da da, Varna’da da uzun plajlar, sahil şeritleri var. Ancak burası biraz Barselona’yı hatırlattı bana. Uzun sahil şeridi önce plaj, sonra da şehrin merkeziyle birlikte uzanıyor. Yani plaja inmek için şehirden kopmana ya da şehre inmek için denizden uzaklaşmana hiç gerek olmayan bir iç içe geçmişlik var, ki ben bunu insanoğluna bahşedilmiş bir lütuf olarak görecek bir mertebedeyim. O.O
Tabi insanoğluna bahşedilen coğrafi lütufla ülke kurtarılmıyor. Yönetimin bunun kıymetini bilmesi ve fırsatları değerlendirmesi gerekiyor. Misal, Akçakoca’nın en turistik olan yeri Ceneviz Kalesi, belediyesinin internet sitesinde de belirtildiği üzere 15.04.2013 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Geçici listesine alınmış ve restorasyon çalışmalarına başlanmış. Evet bu çok güzel, ancak 2017 Şubat tarihinde hala burayı “bakımda” levhası ve kilidi ile bulmak oldukça üzücü. Üstelik çalışma yapıldığına dair hiçbir ize de rastlayamadım. (Umarım ben rastlayamamışımdır).
Diğer bir örnek, en meşhur belki de ikinci turistik yeri Fakıllı Mağarası için ulaşımın bu kadar berbat olduğunu hiç bilmiyordum. Belki topoğrafya buna elverişli değildir ya da doğal görüntüyü bozmak istememişlerdir (keşke bu yüzden olsa) ancak en azından mevcut yolun çukurlardan ve engebelerden arındırılabilmiş olmasını dilerdim. Zira, o büyük tur otobüslerinin nasıl ulaşabildiklerinin telaşı sardı o dar ve engebeli yollardan geçerken, biz binek araçla bile bu kadar zorluk çekmişken.
Neyse, bu serzenişli paragrafı bir “önsöz” olarak yazmak istedim turistik tanıtıma geçmeden önce. Belki sesimi duyan olur diye.
Şimdi kısa kısa gezi notlarına geçebilirim. Sanırım Akçakoca lezzetlerini ayrı bir post olarak hazırlayacağım ki onun keyfini ayrıca çıkarabilelim.
Nereleri gezmeli?
Ceneviz Kalesi’nin iç kısmına giremeseniz de çevresindeki manzarayı ve eteklerindeki meşhur plajları izleyebilirsiniz. Kale, ilçe merkezine 2 km mesafede. Yine biraz engebeli yollardan geçiyorsunuz ancak çevresinde uçurum olmadığı için Fakıllı yoluna nispeten gidilebilir bir yol. 1200’lü yıllarda Haçlı Seferleri sırasında Latin İmparatorluğu döneminde yapılmış, moloz taşlardan inşa edilmiş Ceneviz Kalesi.
Kalenin eteklerinde sağlı sollu iki koy bulunmakta. Akçakoca görsellerinde arattığınızda karşınıza çıkan manzaralar diye tahmin ediyorum. Birisi Kadınlar Plajı. Plajın ucundaki falezler de buranın turistik değerleri arasında.
Şehir merkezi itibarıyla boydan boya yürüyüş yapabilir, yol üzerinde bulunan sayısız kafelerde oturarak mola verebilirsiniz.
Limana geldiğinizde umarım karnınız açtır, zira bu konuyla ilgili bilgilendirmeyi yöresel tatlar bölümünde anlatacağım. Bu maddede önereceğim nokta, mutlaka dalga kıran bölümünün ucundaki deniz fenerine kadar yürümeniz ve Akçakoca’yı panoramik olarak seyretmeniz. Hele ki bizim gibi gün batımına denk gelmişseniz ekstra teşekkürlerinizi alırım. Bi’şi değil. 🙂
Sahil boyunca yürüyüş yolları bazen deniz seviyesinde, bazense yükselen rakımlı. Yine de merdivenlerle incecik kumu olan cezbedici plajlara inebiliyorsunuz dilediğiniz an. Ki bence asla üşenmeden inin ve Karadeniz’i bir de bu yakınlıktan koklayın.
Şehrin en sevdiğim kısmı bol bol rekreasyon alanlarının bırakılmış olması. Sahil yapı bloklarıyla boğulmamış, geniş ve uzun parklar ve yürüyüş alanları ile halka bırakılmış.
Sahil güzergahında ahşap cephe kaplamalı butik dükkanlar yapılmış. Sezon dolayısıyla çoğu kapalıydı ama yaz için hoş bir turistik alışveriş noktası olmuş.
Akçakoca merkezine yarımşar saatlik mesafelerde birçok kanyon vb. doğal alanlar bulunmaktaymış ancak sezon nedeniyle fazla insan bulunmamasından ve zeminin müsaitlik durumunu bilmediğimizden dolayı biz göremedik. Siz kalabalık gelmişseniz gidin zamanınız da varsa.
Fakıllı Mağarası’na gitmeyi göze aldıysanız, güzergahı bir yandan da sevebilirsiniz aslında. Biz her şeye rağmen keyif almaya çalıştık örneğin. Zira yöresel kırsal dokuyu güzergah boyunca görebiliyorsunuz. Ahşap Akçakoca evlerini, Karadeniz yeşilini ve yeşilin arasından akan ve yer yer görünen akarsu manzarasını seyredebilirsiniz. Mağaranın içindeyse -girecek cesaretiniz varsa- sarkıtları inceleyebilirsiniz. Ben ilk tünelden geçtikten sonra geri döndüm. Klostrofobisi olanlar için biraz sıkıntılı. Benim öyle bir fobim olmamasına rağmen fazla dayanamadım. Karar sizin…
Akçakoca’ya dair kısa notlar
Düzce Akçakoca, binlerce yıl önceki çağlarda parlayan kayaları ve kumu nedeniyle parlayan kent anlamına gelen Dia Polis ismini almış. Kentte bulunan Dia Polis Otel’in ismi ilginç gelmişti, demek ki adını buradan almış diye düşündüm.
Bunun gezimizle çok alakası yok ama buraya gelince geyik olarak başlayan ve akademik araştırmaya kadar giden bir soru olan “Karadeniz’e neden ‘kara’ demişler?” sorusu hastalığına yakalanırsanız siz de, biz araştırdık. Söylentiler şöyle:
- Grekler de, KARADENİZ’e “dost olmayan” anlamında Pontos Aexeinos demişler, Aexeinos adının Persçe yani Farsça bir kelime olan “ahşaena”dan gelmekteymiş ve anlamı “karanlık, zalim, uğursuz” demekmiş.
- Bazı kaynaklarda da “kara” kelimesi Orta Asya Türklerinde kuzey anlamındaymış. Çin kaynaklarında verilen bilgilere göre, Türkler Kuzey’e kara, Doğu’ya yeşil, Batı’ya ak demişler, Güney’i de kızıl olarak tarif etmişler.
- Diğeri, Karadeniz’in sürekli bulutlu ve yağmurlu olması nedeniyle deniz de rengini havadan aldığı için denizin kara olduğuna ve bu yüzden adına Karadeniz denildiği inancıymış.
- Bir diğeri, Tarih kitaplarında sahilde eskiden kumun kara olduğu belirtilmekteymiş. Bu nedenle ismi Karadeniz olarak tarih kitaplarına geçmiş ve Yapılan araştırmalarda bunun gerçek olduğu ortaya çıkmış ve petrol olduğu ispatlanmak üzereymiş. Buna bağlı olarak bir diğeri de Karadeniz içinde diğer denizlere göre daha az tuzlu olmasından dolayı oluşan daha fazla zehir gaz ve parçacıklar içermesiymiş. Ki bunun da suyun rengini az da olsa koyulaştırmasıymış.
Ya gördünüz mü, neler neler..
İlginizi çekebilecek yazı: Enerjik bir hafta sonu arayanlar için alternatif plan önerileri