Şehir hayatı ve insan davranışları üzerindeki etkileri: Kalabalık şehirler kaba insanlar mı yaratıyor?

Büyük bir şehirde yaşıyorsanız muhtemelen yolda yürürken hiç tanımadığınız insanlara gülümsemenin ya da selam vermenin yazılı olmayan sosyal kurallardan biri olduğunu çok iyi biliyorsunuzdur. Hatta İstanbul gibi bir metropolde yaşıyorsanız, metrobüse binerken insanların önünüze geçmesini, size çarpmasını ya da yer vermemesini ‘normal’ bile karşılayabilirsiniz. Trafikte kaldığınızda mesainize yetişebilmek için yayalara yol vermemek sizin için son derece ‘doğal’ olabilir. Peki, bu davranışların nezaketten ve ‘medeniyetten’ uzak olduğunu bildiğimiz halde sürdürmemizin nasıl bir sebebi olabileceğini daha önce hiç düşünmüş müydünüz? Medeniyetin ve uygarlığın simgesi gibi lanse edilen şehir yaşamında kabalığın normalleşmiş olması size de ilginç gelmiyor mu? Küçük yerlerde hala sürdürülebilen paylaşmak, yardımlaşmak, selamlaşmak, gülümsemek gibi ‘sosyal’ eylemlerin söz konusu şehir yaşamı olduğunda neden geçerli olmadığını hiç merak etmiş miydiniz? Peki, farkında olmasanız da, özellikle tanımadığınız insanlara karşı neden son derece kaba bir tavır içinde olduğunuzu?

Coğrafyaya göre şekillenen toplumsal kurallar

Özellikle kırsaldan kente büyük bir göçün yaşandığı 70’li yıllarda çekilmiş olan Yeşilçam filmlerinin büyük bir kısmında ‘köyden indim şehre’ temasının nasıl işlediğine dikkat ettiyseniz, kabalık ve nezaket kavramlarının algılanış şekliyle ilgili ciddi farklılıklar olduğunu görebilirsiniz. Köyden şehre göç etmiş olan kişi tanımadığı insanlarla hiç çekinmeden, tüm samimiyetini sergileyerek iletişim kurar. Kendisiyle ya da karakteriyle ilgili hiçbir şeyi gizleme ihtiyacı hissetmez. Şehir yaşamının hızlı temposunu ve insanların onun davranışları karşısındaki alaycı tepkilerini anlamlandıramaz. Ve çoğu zaman diğer insanlara karşı nezaket, alçakgönüllülük, güven ve dürüstlükle başlayan bu yolculuğun ilerleyen dönemlerinde şehir yaşamına uyum sağlaması, naifliğini tamamen törpüleyerek daha katı, daha kurnaz, daha kendinden emin ve insanlara karşı daha acımasız birine dönüşmesiyle sonuçlanır.

Filmlerde görmeye alışık olduğumuz bu sahneler aslında günümüzün şehir yaşantısındaki kabalığın, acımasızlığın ve umursamazlığın bir yansıması gibi. Peki şehir yaşamının neredeyse hepimizi nezaketten uzaklaştırmasının ve daha kaba bireylere dönüştürmesinin geçerli ve işlevsel bir yönü var mı?

Şehir yaşamında kalabalıkların içinde yapayalnız hissetmemizin, insanlara selam vermemizin, gülümsemememizin ya da nazik davran(a)mamamızın en temelinde kendimizi koruma ihtiyacımız yer alıyor. Bizi birbirimizden koruyan bu yazılı olmayan kurallar, sürekli bir yere koşuşturan, ihtiyaçlarını karşılamak için diğerleriyle sürekli yarış içinde yaşamak zorunda olan, çılgın ve beklenmedik tepkiler verebilen insanlarla temastan kaçınmanın en kolay ve etkili yolu. Öyle ki, çoğu zaman kalabalık ortamlarda yabancılarla göz göze gelmemek ve etkileşim kurmamak için inanılmaz bir çaba sarf ediyoruz. Metro ya da metrobüste başlarımızı telefona ya da kitaplara gömüyor, soru sormak için bize yaklaşan insanlardan kaçınmak için yolumuzu değiştiriyor ya da söylediklerini duymazdan geliyor, selamlaşmamak için telefonla konuşur gibi yapıyor, hatta otobüste yaşlılara ya da hamilelere yer vermemek için uyuyor numarası bile yapabiliyoruz.

Şehir yaşamının insanları kabalaştırdığına yönelik teorileri test etmek amacıyla yapılan bilimsel çalışmalar, ilk bakışta oldukça küstah ve kaba bir tavır gibi görünen ve aslında gerçekten de son derece kaba olan bu davranışları sergilememizin altında kendimizi şehir hayatının sert gerçeklerinden koruma içgüdümüzün olduğunu gösteriyor. Aslında son derece kaba olan bu davranışlar, görünmez bir ‘rahatsız etmeyin’ tabelası görevi görerek olası bir sınır ihlalinden korunmamızı sağlıyor. (1) Özellikle kadınların büyük şehirlerde tanımadıkları yabancılarla daha az temas kurmak istediklerini, insanları çoğu zaman görmezden geldiklerini, iletişim ve nezaket gerektiren her türlü davranıştan kaçınma eğilimi gösterdiklerini söyleyen araştırmacılar, sözlü taciz ya da sokaklarda yaşanan diğer üzücü olayların tamamını görüp içselleştirmenin ve bu olayların yarattığı travmalarla başa çıkmanın insan zihni ve ruhsallığı için son derece zor olduğunu, bu nedenle de kimi zaman görmezden gelmemizin, kimi zamansa nezaketsiz tavırlarla uzaklaşmak istememizin aslında kişisel bir tercih değil kendimizi koruma isteğimiz olduğunu belirtiyor. (2)

İlginizi çekebilir: Büyük şehirde yaşamak bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi nasıl etkiliyor?

Kabalık ve umursamazlık yerine nezaketi ve duyarlılığı tercih etmek neyi değiştirirdi?

New York’ta yaşayan Refinery29 yazarlarından Molly Longman, şehir yaşamında artık yazılı olmayan sosyal kurallar haline gelmiş kaba tutumların ve yerleşmiş nezaketsiz davranış kalıplarının dışına çıkarak, daha nazik ve duyarlı davranmanın ne gibi sonuçları olabileceğini gözlemlemek için küçük bir sosyal deney yapmış. (3) Bir hafta boyunca kulaklıklarını ve kitabını evde bırakarak davranışlarını şehirle ve şehirde yaşayan insanlarla etkileşim kurmak üzere bilinçli olarak değiştiren Longman, yaşadığı deneyimi şöyle açıklıyor: ‘Her gün geçtiğim yolları kulaklıklarım olmadan yürüdüğümde, insanların sokakta birbirlerine nasıl bağırdıklarını, kimseyi rahatsız etme kaygısı olmaksızın yüksek sesle yaptıkları telefon konuşmalarını ve bildirim seslerini duydum. Yolculuğumun bir noktasında metroda hiç tanımadığım bir adam yanıma geldi ve aniden oldukça karmaşık ve anlaşılmaz cümlelerle benimle Rusya hakkında konuşmaya başladı. Sonrasındaysa elindeki çantayı oturduğu koltukta bırakarak hoşçakal bile demeden metrodan indi. Tek başına bu birkaç dakikalık olay bile benim için oldukça şaşırtıcı ve rahatsız edici bir deneyimdi. O an, kulaklığımı ve arkasına saklandığım kitabımı ne kadar özlediğimi fark ettim. Çevremdeki herkesle ve her şeyle bağlantımı kesmek istedim.’

Manhattan Wellness’ta yayınladığı yazısında psikolog Jennifer Silvershein, şehir yaşamında, özellikle yalnız olduğumuz zamanlarda bizi aşağı çekmeyecek, dikkatimizi dağıtmayacak ve ruh sağlığımızı olumsuz etkilemeyecek şeylere bilinçli şekilde odaklanmayı seçtiğimizi belirtiyor. Hali hazırda çok yoğun ve zorluklarla dolu olan şehir yaşamında bize ruhsal olarak da yük olabilecek her türlü etkileşimden kaçındığımızı ve yalnızca yaşamımızı kolaylaştıracak, bizi aşağı çekmeyecek durumlarda etkileşim kurma eğilimi gösterdiğimizi söylüyor ve ekliyor: ‘Bizi iyi hissettiren şeylere ulaşmaya, stres ve rahatsızlık veren her şeyi ise hem fiziksel hem de zihinsel olarak kendimizden uzak tutmaya çalışıyoruz. Bu nedenle de yüksek sesle konuşan kişileri kaba bir tavırla uyararak huzurumuzu korumaya, otobüs kapısına yığılmış olan insanları ittirip önlerine geçerek yolculuk sırasındaki konforumuzu korumaya, kulaklıklarımızı takıp dış sesleri engelleyerek ruh sağlığımızı korumaya çalışıyoruz.’ (4)

‘İyi de, bunu daha nazik bir şekilde yapmanın yüzlerce yolu da var.’ dediğinizi duyar gibiyiz. Peki gerçekten, şehir yaşamında neden çoğu zaman nezaket yerine kabalığı seçiyoruz?

Şehir yaşamında kaba davranmamızın evrimsel açıklaması

Şehirde yaşayan insanların tanımadıkları insanlara karşı kaba ve hoşgörüsüz davranmalarının temelinde aslında kendi akıl sağlıklarını koruma içgüdüsü var ve aslında kabalık, kendi endişelerimizi yatıştırmak için bize en tanıdık yöntem.

New York Eyalet Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Dr. Glenn Geher, şehir yaşamının insanoğlu için görece çok yeni bir kavram olduğunu ve insan doğasının şehir yaşamında, kalabalıklar içinde yaşamaya uygun olmadığını söylüyor (5). Günümüzde büyük şehirlerde, dikey mimaride inşa edilmiş, metrelerce yükseklikteki, ucu bucağı görünmeyen beton yapılarda ‘üst üste’ yaşıyor ve hayallerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Ancak insanlık tarihinin büyük bir bölümünde yaklaşık 150 kişiden daha büyük olmayan gruplar halinde, görece çok daha küçük yerleşim alanlarında, göçebe bir yaşam sürdürdük. Yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar, yani tarım toplumuna dönüşmeden önce insanlar, sağlıklı sosyal bağlar kurabilmelerine olanak veren küçük gruplar halinde yaşarken bugün geldiğimiz noktada milyonlarca insanın olduğu yaşam alanlarında nasıl davranmamız, nasıl iletişim kurmamız ve ne ölçüye kadar sınırlarımızı esnetebileceğimiz hepimiz için soru işareti ve tam da bu nedenle çok sayıda yabancıyla çevrili olmak, insan zihni tarafından evrimsel olarak ‘tehlike’ olarak algılanıyor. Bunun doğal bir sonucu olarak, tehlike olarak algıladığımız bu yaşam tarzına nezaketle değil kaba, saldırgan, öfkeli bir tutumla ve kendimizi koruma içgüdüsüyle ‘bilinçdışı’ bir yanıt oluşturuyoruz. Şehirde yaşayan insanların ruh sağlığı problemleri geliştirmeye daha yatkın olmalarının ve şehir yaşamında adeta ‘hayatta kalma’ modunda yaşam sürdürmelerinin en önemli sebebi bu evrimsel uyumsuzluk.

İlginizi çekebilir: Bizi hasta eden büyük şehirde yaşamak olabilir mi?

Şehir yaşamında nezaketle hareket edebilmek nasıl mümkün?

Evrimsel olarak doğamıza aykırı bir yaşam stili sürdürmeye çalışmanın sonucu olan ‘kabalığı’ bir kenara bırakmanın ve bir yandan ruh sağlığımızı korurken bir yandan nezaketle hareket edebilmenin en önemli yolu ‘insan’ olarak doğamız gereği sosyal varlıklar olduğumuzu, üzerinde yaşadığımız gezegenle ve her bir öğesiyle olan bağlantımızı sık sık hatırlamaktan geçiyor.

Çevre kirliliği ve yeşil şehircilikle ilgili atılan her adım, endüstriyel üretim yerine yerel olanı desteklemek, şehirleri her bireyin eşit şartlarda yaşayabileceği şekilde dönüştürmek, doğayla etkileşim içinde kalabileceğimiz yeşil alanları çoğaltmak sadece gezegenin ve üzerinde yaşayan diğer canlıların değil, insanların da en çok ihtiyacı olan şeylerden biri. Yaşamın kolay, herkesin refahının koruduğu, stres faktörlerinin olmadığı, sağlık ve ulaşım gibi hizmetlerin herkes için erişilebilir olduğu, kaynakların eşit şekilde kullanıldığı, kısacası insanın şehre değil, şehrin insan doğasına uyum sağlamasını odağına alan her türlü geliştirme; gelecekte bizleri daha nezaket dolu, kaba ve saldırgan tavırlardan uzak insanların huzur ve mutluluk içinde yaşadığı şehirlerle buluşturabilir.

Kısa vadede, nezaketi günlük yaşamınızın bir parçası haline getirerek birlikte yaşadığınız insanlara da ilham olabilir, nezaketin çevrenize yayılmasına katkıda bulunabilirsiniz. Nasıl mı?

  • Daha fazla teşekkür edin. Kahvenizi hazırlayan baristaya, size yol veren bir arabaya ya da kapıda bekleyen güvenliğe…
  • Sabah saatlerinde asansörde, toplu taşımada ya da sokakta karşılaştığınız insanlara ‘günaydın’ demeyi alışkanlık haline getirin.
  • Çocuklara, yaşlılara, mutsuz olduğunu hissettiğiniz insanlara rahatsız etmeyecek şekilde ‘gülümseyin’
  • Şehir hayatını daha yaşanabilir kılan taksicilere, otobüs şöförlerine, market çalışanlarına, garsonlara ya da çöp toplayan insanlara ‘kolay gelsin’ diyin. 
  • Birine yanlışlıkla çarptığınızda ya da istemeden zarar verdiğinizde çekinmeden özür dileyin. 
  • Yardıma ihtiyacı olduğunuz kişilere yardım teklif edin ve kabul ederse eşyalarını taşımasına ya da yolda karşıdan karşıya geçmesine destek olun.

İlginizi çekebilir: Nezaket her zaman korunması gereken bir tavır mıdır?

Kaynaklar: (1,2,3) Refinery 29 , (4) Refinery 29, (5) Guardian, Quartz, Pop-sci.com, Dailymail

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!