X

Şefkatli iletişim: Düşüncelerin ötesine gidip duygulara ulaşmak

Yeni bir yaş daha büyüyeli, yine bir eylülü bitireli çok az zaman oldu. Sonbahar benim kendimi değerlendirme, kendime yeni hedefler belirleme, hayallerime yelken açma dönemim. Bu yaşım için önceliklerimi sıralarken; listemde bütün hayatımı değiştirecek güce sahip bir madde var biliyorum. Aslında hepimiz için çok önemli olan, ama yuvarlanıp giderken pek de umursamadığımız bir madde: Hayatlarımızın tam da ortasında yer alan iletişim.

Marshall B. Rosenberg’in “Şiddetsiz İletişim” kitabı, iletişim konusunda ilk akla gelenlerden. Yazar “Şiddetsiz iletişim, insanı gönülden vermeye yönelten bir iletişim yoludur” diyor. Şiddetsizlik sözcüğünü Gandhi’nin kullandığı anlamda, şiddetten arındığında yüreğimizde var olan şefkat hali olarak yorumluyor. Hatta bazı ülkelerde kitabın çevirisinin “Şefkatli İletişim” olduğunu belirtiyor. Ben bu versiyonu kitaba daha çok yakıştırıyorum ve daha umutlu buluyorum; bu yüzden yazımda bu şekilde geçirmeye karar veriyorum.

Kitap sadece kendini tanımlarken Gandhi’den destek almıyor, aynı zamanda onun çok sevdiğim bir sözü ile başlıyor. “Dünyada görmeyi arzu ettiğimiz değişimin kendisi olalım.” Oysa biz bu sözün aksine, başımıza gelen neredeyse her şey için dışarıda birilerini suçlamıyor muyuz? Kendi söylediklerimizin ne kadar farkındayız?

Açıkcası ben kendimi gözlemlediğimde, otomatik tepkilerimin çokça olduğunu fark ediyorum. Belirli kişilere, olaylara, ortamlara tepkim hep çok yüksek oluyor. Bu süreçler bazen kendimi, bazen karşımdakini üzmekle sonuçlanabiliyor. Neyi farklı yapacağım, peki ya nereden başlayacağım derken; “Şefkatli İletişim”in dört ana öğesinin bana yardımcı olabileceğine inanıyorum. Bu öğeleri gözlem, duygu, ihtiyaçlar, istek-rica olarak sıralayabilirim.

Şefkatli bir iletişim için yazarın yönelttiği sorularla başlamak en iyisi.
Ne gözlemliyorum? Ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var? Yaşamımı zenginleştirmek için ne istiyorum?
Sen ne gözlemliyorsun? Ne hissediyorsun? Neye ihtiyacın var? Yaşamını zenginleştirmek için ne istiyorsun?

İletişimden bahsederken bunun tek taraflı bir süreç olacağını düşünmemiştiniz, değil mi? Hazırsanız “Şefkatli İletişim”in her bir öğesine daha detaylı bakmaya başlayalım.

Mevlana “Doğru ve yanlışın ötesinde bir yer var, orada buluşalım” demiş. Peki biz bunu kendi hayatlarımızda uygulayabiliyor muyuz? Herkese, her şeye dair bol bol yargılarımız yok mu? “O çok şöyle. Bu da bunu yapıyor, ayıp. Ben bunu asla yapmam” ve daha niceleri ile hayatlarımızı doldurmuyor muyuz?

Başkaları hakkında analizler yapmayı çok seviyoruz. Peki biliyor muyuz ki, bütün bunlarla aslında kendi ihtiyaçlarımızı ve değerlerimizi ifade ediyoruz? Bol bol başkaları ile kendimizi kıyaslıyoruz? Bütün kötü davranışlarımızı “Herkes bunu yapıyor. Başka çare yok ki!” yalanlarıyla aklamaya çalışıp, sorumluluktan kurtulmak mı istiyoruz?

“Şefkatli İletişim”in ilk öğesi olarak “gözlem ve değerlendirmeyi birbirinden ayırmakla” başlıyor yazar. “Gözlemler belirli zaman ve bağlama özgü olmalıdır” diyor. Genellemeler yapmaktan; her zaman, hiçbir zaman, sık sık, nadiren gibi kelimeler kullanmaktan kaçınmamızı öneriyor. Örnek verecek olursak; “Ayşe işlerini hep son ana bırakır” demek yerine “Ayşe sınavlara bir gece önceden çalışır” demek bile büyük farklar yaratabiliyor. Hem Ayşe için, hem de bizim onu etiketlemekten kendimizi alıkoyabilmemiz için. Günlük hayatımızda kullandığımız neredeyse bütün cümlelerin genelleme içerdiğini fark etmeye başlıyorum. Kitap daha ilk öğeden beni şaşırtmayı başarıyor.

“Şefkatli İletişim”in ikinci öğesi “hissettiklerimizi ifade etmek”. “Ben zaten hissettiklerimi içime atmam, paylaşırım, rahatlarım” diyenlerden olabilirsiniz. Ama tam da burada size iki sorum olacak: Kendi hissettiklerinizi mi paylaşıyorsunuz, yoksa başkalarının sizden duymak istediklerini mi? Ve gerçekten hissettiklerinizi mi paylaşıyorsunuz, yoksa düşündüklerinizi mi?

Yazar çok önemli bir ayrıma dikkat çekiyor; duygular ve duygu sanılanlar. “Hissediyorum” kelimesini bol bol kullanmamıza rağmen, aslında “Düşünüyorum” demek istiyoruz. Örnek verecek olursak; “Bana adil davranılmadığını hissediyorum” demek yerine “düşünüyorum” sözcüğünü kullanmak çok daha uygun; peki ya neden?

Cevabı çok basit. Duygularımızdan bahsederken, “hissediyorum” kelimesini kullanmamıza gerek yok. Tedirginim, mutluyum, kızgınım demek yeterli. Bizse genelde duygularımız yerine düşüncelerimizi paylaşmayı tercih ediyoruz. Belki de duygularımızı açıkça dile getirip, bizim de yaralanabilir bir kişi olduğumuzu dışarıya göstermekten ölümüne korkuyoruz. Kendinize, cümlelerinize; şimdi de bu gözle bakmaya ne dersiniz?

“Şefkatli İletişim”in üçüncü öğesi “duygularımızın kaynağını bilmeyi ve kabul etmeyi” içeriyor. Kendime çok uzun süredir hatırlatmaya çalıştığım kısım bu: “Sinocum ‘Başkalarının yaptıkları duygularımızın tetikleyicileri olabilir, ama asla sebebi değil.’ Bunun farkındasın, değil mi?” Çünkü tetikleyicilere nasıl cevap vereceğimiz tamamen bizim seçimimiz. Başına birebir aynı olay gelmiş iki kişinin tepkilerinin bambaşka olabilmesinin sebebi de işte bu.

Peki ya olumsuz bir mesaj, size yönelik bir suçlama geldiğinde nasıl cevap veriyorsunuz; bunu hiç düşündünüz mü?
Yazara göre böyle anlarda dört farklı seçenekten birini seçiyorsunuz. İlki hepimizin bolca yaptığı “kendimizi suçlamak”. Çoğu zaman bütün bunları hiç de üstümüze almamız gerekirken, bunların altında kendimize eziyet etmek. İkincisi ise “başkalarını suçlamak”. Bu benim hatam değil, aslında senin hatan diyerek karşı atağa geçmek; üstüne daha da fazla sinirlenmek. Üçüncüsü “kendi duygu ve ihtiyaçlarımızı algılamak ve paylaşmak”. Dördüncüsü ise “diğer kişinin duygu ve ihtiyaçlarını sezmek”.
Bu kısmın daha net anlaşılabilmesi için kitaptan birkaç örnek paylaşmak istiyorum.
“Yemeğin bitmezse anne hayal kırıklığına uğrar.”
“Çok kızdım, çünkü o yönetici sözünü tutmadı.”

Tanıdık gelenler oldu, değil mi? Peki duygularımızla, ihtiyaçlarımızı birleştirmeyi denesek; sizce bu cümleler nasıl olurdu?
“Yemeğin bitmezse anne hayal kırıklığına uğrar, çünkü (ben) güçlü ve sağlıklı büyümeni istiyorum.”
“Yönetici sözünü tutmadığı için kızdım, çünkü ben bu hafta sonu izin alıp kardeşimi ziyaret etmeyi planlıyordum.”

İhtiyaçlarımızın karşılanmasını istiyorsak; eleştirmek ya da yorum yapmak yerine, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı dile getirmek daha uygun olmaz mı? Birbirimizin hatalarını, eksiklerini birbirimizin yüzüne vurmak yerine; kendi ihtiyaçlarımız üzerine konuşmaya başlarsak, çarelerin bulunma olasılığının büyük ölçüde arttığını belirtiyor yazar. Buna kesinlikle katıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Ve soruyorum sizlere; aslında bizim derdimiz dışarıdakilerle mi, yoksa kendimizle mi?

Hayatlarımızı düşünecek olursak; en yakınlarımızla, eşimizle, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla anlaşamadığımız, bozuştuğumuz, birbirimize kızdığımız, yükseldiğimiz konu başlıkları genelde aynı yerden gelmiyor mu? Belki de o konularda karşı tarafı suçlamak yerine, artık çuvaldızı kendimize batırma vaktidir; ne dersiniz? Altta yatan ihtiyaçlarımızı onlarla paylaşma cesareti göstersek, her şey daha iyiye değişmeye başlayacaksa; hala neden inat ediyoruz?

“Şefkatli İletişim”in neyi gözlemlediğimizi, neyi hissettiğimizi ve neye ihtiyaç duyduğumuzu ele alan üç öğesinden sonra son kısmına geliyoruz. “Hayatlarımızı zenginleştirmek için başkalarından ne rica etmek istiyoruz?”

Fark ettiniz mi bilmem, ama genelde ricalarımız olumsuz bir dil içeriyor. “Lütfen, bunu yapmanı artık istemiyorum” gibi. Bazen de net bir dille söylemekten çekindiğimiz için imalara başvuruyoruz. Bazen sadece duygularımızı dile getiriyoruz, aksiyonu ise karşıdan bekliyoruz. Oysa hem duygumuzu, hem de ihtiyacımızı net bir şekilde dile getirsek; karşıdakinin bizi anlaması ve ricamızı yerine getirme olasılığı artacak. Peki sizce burada ne durumdayız?

Bence Türk halkı olarak en çok çuvalladığımız kısımlardan biri burası. Yolda yürüyen yaşlı teyze, işteki amir, otobüs şoförü, devlet dairesindeki memur, anne, baba, çocuk… Herkes bir şeylere atarlı; ama hiç kimse tam olarak ihtiyaçlarını paylaşmadan hepsi imalarla, söylenmelerle, göz devirmelerle, sessizliklerle diğer tarafın bunu anlamasını bekliyor. Hiç olacak şey mi? Değil! Ama canım ülkemde her an, her gün tüm bunlar defalarca yaşanıyor.

Kitaptaki dört öğeyi kendimizi ifade etmek için uygulamaya başladıktan sonra; diğerlerinin ne gözlemlediğini, ne hissettiğini, neye ihtiyacını olduğunu ve ne istediğini duymak için öğrendiklerimizi uygulama zamanı geliyor. Yazar bu kısmı “Empatiyle Anlamak” olarak adlandırıyor. “Empati, başkalarının yaşadığı ne ise, onu saygı ile anlama çabasıdır. Empati, zihni boşaltarak bütün varlığımızla dinlemektir” şeklinde tanımlıyor.

Kitabın bu bölümü beni fazlasıyla etkiliyor; çünkü kitabı okuyana kadar kendimi empati konusunda başarılı sanıyordum. Oysa empati tüm varlığınla orada olmayı gerektirirken; ben diğer tarafı yatıştıracak tavsiyeler, kendi hayatımdan örnekler, teselli etmeye çabalamalar ile geçiriyormuşum zamanımı. Çok önemli bir noktayı gözden kaçırıyormuşum; bakalım o kişi bütün bunları istiyor mu? İşte bunu hiç sormuyormuşum.

Peki ya başkalarını empati ile anlamaya çalışırken, kendimizi ne kadar şefkatle dinliyoruz? Mükemmel olmadığımızda kırbacı kendimize ne kadar hızlı vuruyoruz? -meli,-malı’lardan nasıl yüksek kuleler inşa ediyoruz? Kendimizi geçmişte yaptığımız hatalar için cezalandırmaya neden bir son vermiyoruz? Daha çok ünvan, para, onay, ilgi kazanmak için devam ettiğimiz mecburiyetlere artık bir dur desek; sizce de güzel olmaz mı?

Haydi gelin yazarın buradaki önerisine kulak verelim. “Mecburum”ları “seçiyorum”lara çevirelim. “Ben ……… yapmayı seçiyorum, çünkü ……….. istiyorum” cümlelerini kendimiz için tamamlamaya başlayalım. Yapmaktan nefret ettiğimiz şeylerin bazısını aslında istediğimizi fark etmemimizi sağlayacağız. Bazılarını da artık hayatımızdan çıkarmaya bu şekilde karar verebileceğiz.

Buraya kadar okumaya devam ettiyseniz; öncelikle çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız! Oldukça uzun bir yazı olduğunun farkındayım, ama aslında “Şiddetsiz İletişim” kitabından sadece ana hatlarıyla bahsedebildim. Daha fazlası için kitabı okumanızı kesinlikle öneriyorum. Gelin kitabın en başına Gandhi’nin sözüne dönelim, “Dünyada görmeyi arzu ettiğimiz değişimin kendisi olalım.” İşe kendimizden, ağzımızdan dökülenler ve dökülemeyenlerle başlayalım. Hem kendimizi, hem de çevremizi yıpratmaktansa; daha güzel bir yolun her zaman mümkün olduğunu unutmayalım. Yeter ki adım atalım, küçük büyük, ne fark eder demeden başlayalım. Ben bu yola baş koyuyorum, peki siz de geliyor musunuz?

Not:Ömrümde en çok iletişim kurduğum; hem çok sevdiğim, hem çok didiştiğim; nazımı en çok çeken canım ailemle çıktığımız Lizbon seyahatinden fotoğraflar.

İlginizi çekebilir: Zaman makinesi ileri sardığında: Peki ya ne olacak bundan sonrası?

Sinem Kocacan: Bir eylül sabahı Denizli'de gözlerimi açmışım dünyaya. Benim hayat yolculuğum küçük bir şehirden üniversite ile İstanbul'a taşınmış. Boğaziçi Uluslararası Ticaret'i tercih etmişim, yurtdışına açılan kapım olsun diye. Gerçekten okul benim bambaşka diyarlarla tanışmama vesile olmuş; gönüllü çalışma kampları, work&travel, değişim öğrenciliği... Hepsi beni insanların hikayelerine yoldaş yapmış. Sino derler bana, heyecan verenlerin peşinden koşarım hep; bol bol samimiyet ve gözlerinin içi gülen insanlar ise en sevdiklerim olur. Kendi dünyamı yaratmak, -meli -malı'lardan kurtulmak için bolca çabalarım. Yeni ve rengarenk olan beni kendine çeker; düşe kalka büyüyen, içindeki küçük kız çocuğunu yaşatmak isteyen biriyim ben. Kurumsal hayatta pazarlama yaparken, bir gün kendime başka yollar yaratma kararı aldım. Sırtçantamla Güney Amerika'nın altını üstüne getirirken, 30'unda Interrail yaparken buldum kendimi. Fark ettim ki yolda attığım her adım kendi özüme yaklaştırıyor beni. Hayat bana göre bir yolculuk; onu dolu dolu yaşamak içinse ihtiyacımız, o ilk adımı atmak ve fark etmeye başlamak. Yolculuklarımızla hep beraber büyümek ve hikayelerimizi birlikte paylaşmak dileğiyle.. Her şey gönlümüzce olsun.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale