Savaşın ve zor zamanların psikolojisi: Her şeye rağmen yaşamaya nasıl devam ederiz?

Savaş en ağır travmalardan biri. Savaş demek insanların ölmesi, yaralanması, sakatlanması, sevdiklerini kaybetmesi, korku, terör, dehşet, acı ve gözyaşı demek. Tüm bunlar nedeniyle savaş, toplumda yaygın ve çok ciddi psikolojik sorunlara yol açıyor. Genelde savaşın içindeyken yaşattığı sıkıntıların çoğumuz farkında oluyoruz. Ancak savaşın uzun vadeli ve üzerinde pek durulmayan, insanlığın geleceği ve toplum sağlığı açısından çok önemli iki sonucu daha var: Şiddet davranışlarında artış ve insani değerlerin kaybı.

Savaş insan eliyle yapılmış şiddetin en büyüğü ve en eskisi. II. Dünya savaşından sonra sanki insanlık barış ve huzur içinde yaşıyormuş gibi bir yanılsama içindeyiz. Oysa II. Dünya savaşından bu yana yaklaşık 150 savaş gerçekleşti. II. Dünya savaşından sonraki savaşlarda ölen insan sayısı, II. Dünya savaşında ölen insan sayısının 3-4 katı. Savaş ve politik şiddet sadece bunlara doğrudan maruz kalanları da etkilemiyor. Milyonlarca kişi yerinden yurdundan oluyor, can güvenliğini sağlamak için çok travmatik göçler yaşanıyor.

Savaşa bağlı gelişen psikolojik bozuklukların başında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) geliyor. TSSB, aşırı travmatik bir stresin ardından özgün birtakım belirtilerin gelişmesiyle giden bir bozukluk. Kişinin travmatik olaya (savaşa) tepkileri aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme şeklinde oluyor. Ortaya çıkan özgün belirtiler ise; travmatik olayı çeşitli biçimlerde sürekli yeniden yaşama, travmaya eşlik etmiş uyaranlardan sürekli kaçınma, genel tepki düzeyinde azalma ve artmış uyarılmışlık hali.

Tanı koyabilmek için belirtilerin hepsinin bir arada en az bir aydır bulunuyor olması ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya, toplumsal, mesleki alanlarda, işlevselliğin diğer önemli alanlarında bozulmaya neden olması gerekiyor. Travma yaratan olaya hazırlıksız yakalanmak, aşırı korku ve terör, olayı inkar etmek ve kaçınmak, kontrol edememe duygusu ve edilgen kalmak TSSB olasılığını artırıyor ve iyileşmesini geciktiriyor.

Savaş, şiddet davranışlarını artırır

Yapılan araştırmalar savaşa katılan toplumlarda şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış olduğunu gösteriyor. Yani savaş yol açtığı doğrudan acıların yanında, insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısı. ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olduğu görülmüş. Yine ABD’de 1963’ten 1973’e 10 yıl içinde cinayet nedeniyle tutuklanma oranı erkeklerde %101, kadınlarda %59 artmış. Uluslararası sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye alışkın bir devlet olan ABD giderek bir şiddet toplumuna dönüşmüş.

Bunun açıklaması da şu: Devletin başka devletlerle problem çözme tarzı giderek vatandaşları tarafından benimseniyor ve bireyler de kendi aralarındaki sorunları benzer bir biçimde çözmeye çalışıyorlar. Amerikan toplumunun %50’den fazlasının yaşamı boyunca en az bir defa ciddi bir travmatik olay geçirdiği, erkeklerdeki TSSB’nin en yaygın nedeni çarpışma, ağır yaralanma ya da ağır yaralanmaya veya ölüme tanıklık etme iken, kadınlarda en yaygın neden tecavüz ve cinsel taciz olarak bulunmuş. Savaşın kişiler arasındaki şiddet davranışlarını artırması yalnızca öğrenme yoluyla da olmuyor. Savaş amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştırıyor ve insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini de yaygınlaştırıyor.

Savaş insani değerleri kaybettirerek yetişmekte olan neslin kişilik gelişimini olumsuz etkiler

Savaş ve şiddet yarattığı terör ve korkunun yanında insani değerlere saldırması nedeniyle de insan psikolojisini olumsuz etkiliyor. Bunun bilinçdışı etkisini şöyle açıklayabiliriz: Hükümetler ve devletler, bireylerin bilinçli düşüncelerinden bağımsız olarak insan zihninde anne-baba imgelerine karşılık geliyor. Devlet insanların zihninde hem besleyici, bakıcı bir anne hem de koruyucu bir baba.

Ebeveyn imgeleri bu özelliklerinin yanında süperegomuzun (yani değerlerimizin, ahlakımızın ve vicdanımızın) şekillendiricileri. Yani devletler bize iyi ve kötünün, kabul edilebilir olanın ve olmayanın, meşru ve gayrimeşrunun neler olduğunu gösteriyor ve öğretiyor. Büyüklerimiz veya yöneticilerimiz bu savaşlar karşısında nasıl davranmayı seçiyorsa bizler de ilerde benzer bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda zalimden veya mağdurdan yana olmak konusunda benzer bir tutum sergiliyoruz.

İnsanların yaşama verdikleri anlam ve yaşamdan beklentileri farklılık gösteriyor. İnsanca yaşamak, başkalarına iyi davranmak ve kimsenin hakkına geçmeden bir yaşam sürmek herkes için temel bir değer olmayabilir. Günümüzde birçok insan için yaşamın temel amacı ve anlamı mümkün olduğu kadar çok kazanmak ve güçlü olmak. Kar ve güç hırsına kapılmış kişi ve kurumlar insani değerleri hiçe sayabiliyor. Korku ve çıkar nedeniyle zalimce davranan kurumlar, savaşı aslında bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi gibi sunarak çarpıtabiliyor. Ancak bu durum savaşın bir insanlık katliamı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Savaş ortamındaki terör ve ölüm tehdidi öngörülemez ve kaçınılmaz bir travmaya yol açıyor. Bu ortamda kişinin güvenliğini sağlamak için yapabileceği şeyler çok sınırlı. Uzaklaşmak güvenliği sağlamaya yeterli olmuyor. Kaçacak yer olmayışı kişiyi sonunda “öğrenilmiş çaresizliğe” götürüyor. Çaresizlik de keder ve eleme, sonunda da ümitsizliğe yol açıyor. Bu ümitsizliği yenmenin yolu dayanışmadan ve insani değerlere sahip çıkmaktan geçiyor.

Peki, her şeye rağmen yaşamaya nasıl devam edeceğiz?

Travmatik yaşantılar maalesef dünyayı anlamlı ve kabul edilebilir olarak görmemizi engelliyor. Diğer insanları iyi ve yardımsever olarak algılamamızı tahrip ediyor. Dünyayı tehditlerle dolu, güvensiz, adil olmayan, güçlünün zayıfı dilediği gibi ezdiği ve tehlikeli bir yer olarak, insanları ise zarar verici, çıkarcı, bencil ve zalim olarak algılamamıza yol açıyor. Tüm bunlar önemsiz, değersiz ve yalnız hissetmeye sebep oluyor.

Travmanın insanı böylesine güvensiz bir ruh haline sokması aynı zamanda bundan kurtulmak için çareler üretmeye de sevk ediyor. Bu çareler her zaman işlevsel olmuyor. Bunlar; inkar, saldırganla özdeşleşme, doğa üstü güçlere yönelme ve eyleme vurma şeklinde oluyor.

İnkarda kişi travmayı küçümsüyor, bu savaşın onu ilgilendirmediğini düşünmeye çalışıyor. Saldırganla özdeşleşmede, güçsüz hisseden kişi bu ruh halinden kurtulmak için saldırganın tarafına geçerek bununla baş etmeye çalışıyor. Doğaüstü güçlere yönelme, bu dünyanın adaletsiz ve tehlikeli olduğunu hisseden, bir çözüm de bulamayan kişinin bu dünyadaki umutlarından vazgeçerek doğa ötesi, büyüsel ya da kutsal güçlere sığınarak kendini rahatlatmaya çalışıyor. Eyleme vurmak, travmatize kişi ve toplumlar travmanın yarattığı çaresizlik ve güçsüzlük duygusundan kurtulmak için kendilerinden zayıf kişi ve toplumlara şiddet uygulayarak kendilerini güçlü hissetmeye çalışıyorlar. Böylelikle parçalanmış benliklerini yeniden bütünlemeye uğraşıyorlar. Son yıllarda ülkemizde aile içi şiddet ve cinayetlerin giderek artması da aslında savaşın içinde olmamızdan kaynaklanıyor.

Savaş travmasının etkilerinden insanlığımızı ve kişiliğimizi yitirmeden, ruh sağlığımızı koruyarak kurtulmanın yolları da var tabii. Savaşa karşı insani dayanışma içinde olmak, zulme uğrayanları yalnız bırakmamak, zalimle hiçbir şekilde işbirliği yapmamak, sessiz kalmamak, travmanın yarattığı edilgenliğe ve yılgınlığa kapılmamak bu yolların başında geliyor.

Zedelenen benlik değerinin yeniden kazanılması ve geleceğe dair umudun kaybedilmemesi çok önemli. Kişisel olarak sesimizi duyurmak, ancak kutuplaştırıcı söylem ve haberlerin yayılmasına katkıda bulunmamak, öz bakımımızı (uyku, beslenme gibi) ihmal etmemek, günlük rutinlerimizi mutlaka devam ettirmek, her zamankinden fazla üretmek önemli. Travmatik olaylarda kişilerin tepkileri çok farklı olabildiğinden (inkar ve şiddet gibi) bir yere varmayacak suçlama, münakaşa ve tartışmalardan kaçınmak, sevdiklerimize, sorumluluklarımıza ve ihtiyaç halindeki kişilere nasıl yardımcı olabileceğimize odaklanmak en sağlıklı davranış biçimleri olacaktır. Savaşın herkesin psikolojisini doğrudan etkileyen bir sorun olduğunu hatırlatırım.

Bu konuda bir psikolojik danışmandan yüz yüze veya online destek almak isterseniz bana [email protected] üzerinden ulaşabilirsiniz.

Kaynak:

Yazı hazırlanırken Prof. Dr. Doğan Şahin’in “Irak savaşı üzerinden savaşın psikolojik sonuçları” isimli makalesinden faydalanılmıştır.

İlginizi çekebilir: Kurbandan suçluya: Joker karakteri üzerinden psikolojik travma analizi

Aysel Keskin Psikolojik Danışman
Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir ... Devam