Sanat, her dönemde toplumsal olaylardan etkilenmiştir; sosyolojik değişimler de sanatçının kendine özgü yollarıyla ifade edilmiştir.
Örneğin dışavurumcu sanattan önce doğa olduğu gibi çizilirken, I. Dünya Savaşı ile birlikte sanatta iç dünyanın etkileri görülmeye başlandı. 20. yüzyılda duygu ve içsel yolculuğun aktarıldığı dışavurumcu sanat, terim olarak kullanıldı.
Fakat bu terim kullanılmadan önce de dışavurumcu etki sanatta kendini göstermekteydi. Bunun en büyük örneklerinden biri de Edvard Munch’un “Çığlık” tablosudur. Dışavurumcu eserlere bakıldığında kendinizden bir duyguyu yakalamak, hislerinize tercüman bulmak da mümkündür.
Günümüzde de dışavurumcu sanat; resim, müzik, heykel, edebiyat, sinema, tiyatro gibi birçok sanat formu ile kendini gösteriyor.
Sanat yoluyla dışavurumun kullanım alanları
Sanat yoluyla dışavurum, 1960’lı yıllarda terapide bir ifade aracı olarak kullanılmaya başlandı. Belirtmek gerekir ki terapideki amacı estetik veya sanatsal değerinin olması değildir ve kişinin herhangi bir sanatsal beceriye sahip olması beklenmez; sanat terapistlerinin eşliğinde uygulanır. Diğer terapi yöntemlerinden temel farklılığı da iletişim yoludur.
Zihin, kelimelere sansür uyguladığında veya kişi kendini ifade etmekte zorlandığında, sanat malzemeleriyle duygu ve düşünceleri aktarmanın iyileştirici olduğunu söyleyebiliriz.
İlk yazılarımdan birini “anı yaşamak” ile ilgili yazmıştım. Bazı öneriler ile nasıl anda kalabileceğimizi kaleme almıştım. Sanat ile temasta olmanın da anda kalmaya yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Günlük tutmak, duygularınızı kelimelerle dışa vurmayı sağlarken; kelimeler yetersiz kaldığında çizgileri ve renkleri kullanabilirsiniz. Bunun gibi kendinizi rahat hissettiğiniz bir sanat dalı varsa bu yolu da kullanabilirsiniz. Yaptığınız şey sanat terapisi olmasa da kendinizi ifade etmenizde yardımcı olacaktır. Zamanınızı ihtiyacınız olduğu kadar geniş tutabileceğiniz; zihninizi boşaltabileceğiniz bir an olması önemlidir.
Bununla birlikte sanatın sadece aktif hali değil pasif halinin de güzel keşiflere yol açabileceğini söyleyebilirim. Bir klasik müziğin size hissettirdiği duygulara inebilmek, bir müzedeki tabloya baktığınızda size hissettirdiği duyguya odaklanabilmek ve bunu fark etmek, orada kalabilmek kolay değildir. Zaman ayırmak, o anda kalabilmek gerekir. Örneğin Handel’in bir parçasını dinlerken ne hissettiğinize odaklanmak, notaları fark etmek tam olarak anda kalmaktır.
Sonuç olarak, aktif veya pasif biçimde sanatın herhangi bir dalı ile temasta olmanın terapötik bir etkisi olduğu söylenebilir.
İlginizi çekebilir: İnsan duygularının en gerçekçi dışavurumlarını yansıtan 60 çarpıcı fotoğraf