X

“Sanat, dişil içindir”

Okul sıralarından aşinayızdır şu tartışmaya “Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?” Şimdi dönüp bakınca bu sorunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Belki şöyle sorulabilirdi: “Sanat dişil için midir, sanat eril için midir?” Öğrenciyken böyle bir tartışmanın peşinden gitmiş olsaydık inanıyorum ki ‘yeteneksiz’ denen nice yönümüz gelişebilirdi. Hevesimiz kursağımızda kalmaz, denemek istediğimiz sanat dalları içinde farklı yollar alabilirdik. Böylece hem ruhumuzu beslerdik, hem de özgüvenimiz ayaklar altında ezilmezdi. Ve nihayetinde dişil enerjisi çok daha dengeli bireyler olabilirdik.

Olamadı. Pek çoğumuzun hikayesi aynı; yeteneksiz ve yetersiz olduğumuza inandırıldığımız alanlardan geride tutulduk. O resmi ya da heykeli parmakla gösterilen bir avuç insan yapabilirdi. Yetenek, doğuştan gelirdi zaten, sonradan olacak iş değildi. (Gözünüzde o yıllara dair bir anı canlanıyorsa lütfen şimdi bir nefes durun, elinizi kalbinize koyun ve o küçük çocuğa şefkatle gülümseyin.)

Ben de aynı inanca sıkı sıkıya tutundum, yeteneğin o şanslı kişilere ait olduğunu sandım. Ne var ki artık gerçeğin çok başka olduğunu görüyorum ve itiraz ediyorum. Hayır! Yetenek geliştirilebilen bir kastır. Uzattıkça esneklik, dirençle güç kazanabilir. Esnek ve güçlü bir yetenek kası da kendini özgürce ifade edebilir. Sonra canı hangi alana eğilmek istiyorsa ona doğru yönlenebilir.

Yetenek, geliştirilebilen bir kas ve sadece bazılarına ait değil

Sanat yoksunu büyüdüğümüz ortak hikayelerimiz genelde okul sıralarına dayanır, benim de öyle. İlkokuldan hatırladığım en net deneyim matematiğe verilen önemdi. İlkokul öğretmemiz beden eğitimi derslerinde bile bizi sınıfta tutar matematik yaptırırdı. Yetmezdi, annem okul dışında öğretmenimizden özel matematik ders aldırırdı bize. Rakamlara verilen bu değer, renklere, seslere ya da harekete hiç verilmedi.

Ortaokula geldiğimizde resim derslerine ilişkin ilk anılarım canlanıyor. Ne mi? Resim ödevlerimi annemin yapıyor oluşu. Sonra liseye geçiyorum ve hikaye değişmiyor, resim ödevlerimi annem yapmaya devam ediyor. İşte benim çizmekle olan bütün deneyimim bu, yani yok. ÇÜNKÜ BEN RESİM ÇİZMEYİ BECEREMİYORDUM! Buna nasıl ikna olmuştuk? Gerçek böyle miydi yoksa dışarıdan bir müdahale olduğu için benim böyle bir inancım mı gelişmişti? Sorgulayıp daha derine inmeye devam ediyoruz.

Hayatıma büyük katkıları olan bir arkadaşımdan yıllar önce ilk kez duymuştum yeteneğin geliştirilebilen bir kas olduğunu. Yetersiz olduğumuza inandırıldığımız nice alanda çalışıp emek verdikçe gelişebileceğimizi söylemişti. Aklıma yatmıştı ancak kalbime inmemişti, o yıllarda kendimle henüz bu denli temasta değildim. O günden bu güne çok şey değişti. Önce kendimi büyütmeye başladım, kalbimle ve rahmimle temas kurdum. Beraberinde anne oldum ve bir kız çocuk büyütmeye başladım. Hem kendi küçüklüğüme hem doğurduğum cana ebeveynlik yaptıkça uyandığım çokça gerçek oluyor, onlardan biri de bu; yetenek bazılarına ait bir lütuf değildir, bizle birlikte gelişebilir.

Ortaya koyduğumuz herhangi eserin bazı bakış açılarına göre güzel ya da çirkin oluşuyla bize takılan yetenekli/yeteneksiz etiketi, tamamen patriyarkaya ait bir algıdır. O klişe tartışmayı, başarı kaygısıyla kategorize edilen eserler yaratmış belli ki, “Sanat, sanat için mi; sanat, toplum için mi?” Oysa sanat, önce insanın kendisi ve dişil doğası içindir. Sanat dediğimiz yaratım alanı kadın/erkek fark etmeksizin hepimizde var olan dişil doğadan gelir. Başarmak için yapmayız, içimizden geldiği için yaparız. Tutkuyla, aşkla, öfkeyle, isyanla… Eserler kalp ve rahim (hara) bağlantısıyla ortaya çıkar, eril enerjimizin yapma ve tamamlama gücüyle de nihayet erer.

Ve sanatla kendini ifade etmek en şifalandırıcı dışa vurum yöntemlerinden biridir. Bizi zorlayan duyguları renklere akıtmak, sesimizle ya da bedenimizle hislerimizi dile getirmek müthiş bir boşalım yaratır. Duyguları bastırmanın sağlıklı olmadığı bilgisine, sanatın bir duygu çıktısı gerçekliğini eklersek; durumun önemini daha iyi kavrarız. Bizler sanatı elinden alınmış nesiller olarak duygularımızı ifade etmekte kısıtlandık ve rahatlayabileceğimiz ya da eğlenebileceğimiz alanlarda sınırlandırıldık. Bunun zorluğu yetmezmiş gibi, sanatın bazılarına özel olduğu algısı bir de yetersiz hissetmemize sebep oldu. Sadece para kazanıp hayatta kalmaya odaklandığımız, önceliği başarıya verdiğimiz iş hayatlarına yöneldik. Nihayetinde ataerkil düzeni nesilden nesle yüceltmeye devam ettik. “Ve sanat bizim için olamadı…”

Sanatsal özgürlük, kendini keşfetme ve yaratım

Kasım ayında katıldığım bir atölyede yıllar sonra ilk kez suluboyayı elime aldım. Orada bizi yönlendiren kişi dedi ki: “Resminizi sadece kendiniz için yapıyorsunuz, güzel/çirkin gibi başarı kriterlerini gözetmeyin, duygularınızdan ne akıyorsa sadece ona izin verin.” Bunu duymak beni çok özgürleştirdi ve kaygı gütmeden çizdim. Bitirip resmime baktığımda bana “güzel” hissettiren bir eser çıkmıştı ortaya. Atölyeyi düzenleyen kişi dileyenlerin çizimlerini paylaşabileceğini söyledi. Resmim bana güzel hissettirse de, başkalarına gösterip paylaşacak cesaretim yoktu. Diğer katılımcılar çizimlerini gösterdiklerindeyse ben kendiminkini artık beğenmez hale geldim…

Şimdilerde 2 yaşında olan kızımı izliyorum, kendince basit çizgiler çizip “bu balık, bu kedi” diyor. Ne yuvadaki arkadaşlarıyla ne babasının çizdikleriyle kendini kıyaslıyor. Çizdikleriyle mutlu ve onları beğeniyor. Başkasının ne düşündüğünü umursamayı bilmiyor çünkü, bunu biz/toplum pompalarsak umursamaya başlayacak. O şu an sadece çizmekten keyif alıyor ve o keyfin peşinden gidiyor.

Benim de peşinden gittiklerim oldu, tıpkı kızımın yaptığı gibi. (Koca bir şükür bırakıyorum buraya.) Yine ilkokula dönüyoruz, önem verilen bir diğer ders Türkçe idi. Kompozisyonlar yazılırdı ödev olarak ve ben orada vardım! Su gibi akardım kelimelerin içinde, sınıfta en çok övgüyü alan da bendim. Dolayısıyla bu alanda yetersiz şeklinde etiketlenmedim. Ailem beni yazmaya teşvik edecek alanlara yine yöneltmedi ama yermedi de. Ve ben kendimi güvende hissettiğim yolda, anlatıcılıkta, ilerleyebildim. Merak duygumun fazlalığı, soru sorma sevdam ve spontanlığa olan tutkumu birleştirip kendi sanat alanımı seçtim: Gazeteciliği. Biliyorum gazetecilik bir sanat dalı olarak tanımlanmıyor, ancak ben öyle hissediyorum. Yazdığım sayısız metin, yaptığım yüzlerce kurgu, bir yaratım ve bana göre sanat.

Yetersiz hissetmediğim bu yaratım alanı beni şimdilerde yeni mesleğime taşıyor, içerik üreticiliğine. Okumakta olduğunuz yazılarımı yazıyorum, podcastler yapıyorum ve farklı girişimlere açılıyorum. Eminim çokça şahit olmuşsunuzdur; bir alanda yetkin olan sanatçı genelde farklı dallarda da yaratım yapar. Hatta bazen farklı sanat dallarının bir araya geldiği yaratımlar ortaya çıkar. Benim şimdilerde şekillenen iş hayatım da tam olarak böyle. O küçük kız iyi yazdığını duyduğundan beri anlatma tutkusunu bırakamıyor ve artık bunun üzerinden bir hayat kurguluyor kendine.

Renklerle, seslerle, kelimelerle, hareketle, video ya da fotoğraflarla… Hepsi anlatmanın türlü yolu aslında. Hepsi birer yaratım ve dişil enerjimizi dengeliyor. Fakat yolumuzu seçip peşinden gitmek için yeterli hissetmek yetmiyor, içinde yaşadığımız hayatta da kendimizi güvende hissetmeye ihtiyaç duyuyoruz. Ataerkil sistem duygularımızı önemsemeyip zihinden yaşamak konusunda elinden geleni yapıyor. 90’larda matematiğe verilen önemin resim ya da beden eğitimi dersine verilmemesi de, bugünkü çocukların yarış atı misali üniversiteye hazırlanmaları da aynı şeye hizmet ediyor; patriyarkaya. Dişil enerjinin bastırılmasına ve zihinden yaşamanın yüceltilmesine çanak tutuyor. Aynı tuzağa ben de düştüm, yaratım gücümle var olamayacağıma inanıp dişil enerjimi bastırarak bana uygun olmayan mesleki deneyimlerde yıllarca savruldum.

Kimlerin kalbi titreşiyor?

Bazen düşünüyorum sesinin ve çizimlerinin berbat olduğu etiketlenen o küçük kız, ya kelimelerde de berbat olduğuna inandırılsaydı? Hissettiklerimi “sanat” ile dışa vuramadığım bir hayat düşünemiyorum! Böyle yaşanan nice hayat olduğunu bilmek beni bir yandan üzerken; bir yandan öfke ve şiddetin neden fazla olduğunu anlamamı sağlıyor. Duygularımızı bastırdıkça, farklı yollarla ifade edemeyip hayatı sadece zihinden yaşadıkça; eril enerji toksik biçimde bizi kuşatıyor ve geriye başka bir seçenek kalmıyor.

Sanatın bir amaç uğruna sergilendiğinde hizmet ve performans kaygısı barındırdığına inanıyorum. Sanat, sanat için olduğunda belirli bir zümreye hitap ederken, toplum için olduğunda halka bir katkı sağlamayı amaçlıyor. Her ikisinin de sanatçıyı kısıtladığını düşünüyorum. Çünkü işin içine sanata ya da topluma katkı gibi zihinsel hesaplar giriyor. Oysa sanat üreten kişinin dışa vurumu, kendini ifade biçimidir. O yaratır ve sunar, kimlerin kalbinde titreşiyorsa onlar beğenir.  Kimlerin kalbinde titreşiyorsa onlarda bir şey uyanacak ve hayatına faydası olacaktır. Kalbinde titreşmeyenler tarafından çirkin, kötü, başarısız olarak etiketlenmesi o eserin kötü olduğu anlamına gelmez. Okumakta olduğunuz, kalbimde heyecan yaratan bir uyanışımı dışa vurduğum bu yazı gibi… Yine kalbinde karşılığı olanlar için harika bulunurken, benzer titreşimde olmayanlar içinse belki saçma bulunacak. Hangisi doğru? Cevap yok, sadece sanat var; kalpten ve özgürleştiren… Beğeni kaygısı gütmediğimizde bizi şifalandıran sanat, dişilin yaratım gücü…

İlginizi çekebilir: Kadının kurtarıcısı dişil doğasıdır

Burcu Durmuşoğlu: Merhaba. Çocukluğumda saç fırçasını haber sunup röportajlar yapmak için kullanınca, ruhumun çağrısını dinleyip Anadolu Üniversitesi Basın ve Yayın Bölümü’nü okudum. Aynı yıllarda tutkum olan futbolla işimi birleştirip spor muhabirliği yaptım. Sektörün yıpratıcılığı sebebiyle ömür boyu medyada kalamayacağımı hissedip farklı alanlara yöneldim. Ayrılma kararını verirken yaşım 28’di ve telaşlı bir haldeydim. 30’undan sonra yeni bir kariyer kurulamayacağına dair köklü bir inancım vardı, ancak o inanç yıkıldı. 40’ıma yaklaşırken yolumu henüz buluyorum. Yogayla birlikte özüme indikçe, döndüm dolaştım ve yeniden anlatıcı oldum. Sormaya ve anlatmaya olan tutkum beni içerik üreticiliğine taşıdı. Dişil ve eril alan üzerine çalışıyor, kadın özgürlüğünü gözetiyor ve yogamı paylaşıyorum. Hayatımı içerik üreticisi, bireysel danışman olarak sürdürüyorum. Uplifers ailesinde kaleme aldığım yazılarımla, okuyucularda soru işaretleri uyandırmayı diliyorum. Sevgiyle…

LEGO’dan hem çocukları hem yetişkinleri mutlu edecek en mükemmel yılbaşı hediyeleri

Yeni yıl, soğuk günleri sıcacık bir sevgiyle sarmalayan, neşe ve heyecan dolu büyülü bir dönem. Öyle ki yalnızca taptaze başlangıçların değil; sevdiklerimizi mutlu edecek fırsatların da habercisi. Bu özel dönemi daha da unutulmaz kılmanın ve yılbaşı coşkusunu sevdiklerimizle paylaşmanın en keyifli yollarından biri ise hiç şüphesiz gözlerden kalpler çıkaracak mükemmel yeni yıl hediyeleri. Peki ama gerçek anlamda mükemmel bir hediye bulmak mümkün mü?



Çocukken çok kolay olan hediye seçimi konusu, ne yazık ki yetişkinlikte zor bir hal alabiliyor. O zamanlar en sevdiğimiz karakterin yeni çıkan bir kitabı ya da havalı yeni bir oyuncak, bizi mutlu etmeye yeterdi. Ama büyüdükçe işler biraz karıştı… İhtiyaçlar, istekler, beklentiler, arzular, hepsi değişti, karmaşıklaştı. Haliyle, bir yetişkini ‘gerçekten’ mutlu edebilecek o ‘mükemmel’ hediyeyi bulmak da zorlu bir sanata dönüştü. Ama çözüm, sandığımızdan çok daha yakında olabilir. Belki de oyuna ve yaratıcılığa yeniden kucak açmak, tüm bu karmaşıklığı alıp götürmeye yetebilir. Siz de bu yıl sevdiklerinizi gerçekten heyecanlandıracak bir hediyenin peşine düştüyseniz aradıklarınızı LEGO’da bulabilirsiniz. Çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de oyunun, yaratıcılığın ve rahatlamanın kapılarını aralayan LEGO’da herkese uygun yüzlerce çeşit var:

Estetik ve dekoratif dokunuşları sevenlere özel

Çevrenizde gördüğü her boş duvarı doldurmak için hemen zihninde tasarım yapmaya başlayan ya da boş rafları estetik detaylarla dekore etmeye bayılan sevdikleriniz varsa, onlar için en iyi yılbaşı hediyesi bir LEGO’dan bir sanat eseri, doğadan bir parça veya mimari bir detay olabilir:

  • LEGO® Art Mona Lisa: Dekorasyonun yanı sıra sanat ve tarih meraklısı sevdikleriniz için Mona Lisa’nın 3D versiyonu şahane bir yeni yıl armağanı olabilir. Sevdiklerinizin duvarlarını süsleyerek yaşam alanlarına enerji katacak bu özel hediye, onların yaratıcı duygularını da harekete geçirebilir.
  • LEGO® Icons Yalıçapkını Kuşu: Doğanın dokunuşlarını yaşam alanlarına taşıyacak LEGO® Icons Yalıçapkını Kuşu, canlı renkleriyle sevdiklerinize yılbaşı coşkusunu yansıtırken mutluluktan gözlerinden kalpler çıkartabilir.

Enerjisini doğadan alanlara özel

Doğaya, yeşile, bitkilere düşkün, enerjisini, ilhamını büyüleyici çiçeklerden ve renklerden alan sevdikleriniz için de en mükemmel hediyeler, yine LEGO’da:

  • LEGO® Icons Orkide: Orkidelerin bitkiler aleminde çok özel bir yeri olduğu tartışılmaz. Siz de sevdiklerinize onların sizin için ne kadar özel olduğunu hissettirmek istiyorsanız bu seti kaçırmayın. 5 taban yaprağı ve 2 hava kökü ile gerçekçi bir görünüme sahip bu ikonik orkide setini görenler canlısından ayırmakta zorlanabilirler 🙂
  • LEGO® Icons Erik Çiçeği: Bu set, sevdiklerinize güzel bir kırmızı çiçeği tomurcuktan açmaya ve tam çiçeklenmeye kadar inşa etme fırsatı sunuyor. Üstelik sevdikleriniz bu seti sergilemekten de büyük haz duyacak. Hem şık bir dekor hem de yaratıcı bir yapım süreci, ikisi de bu mükemmel hediyede.

Hız, heyecan ve adrenalin tutkunlarına özel

Hız, şüphesiz ki büyük bir tutku. Özgürlüğüne düşkün, heyecanı seven, teknolojiye ve otomobil dünyasına meraklı herkes için LEGO’da şahane hediyeler bulabilirsiniz:

  • LEGO® Technic Mercedes-Benz G 500 Professional Line: Mercedes-Benz tutkusu olan herkesi heyecanlandıracak, otantik özelliklerle dolu ikonik G Serisi’nden bir model, mükemmel bir yılbaşı hediyesinden çok daha fazlası olabilir. Baştan sona adeta bir mühendislik deneyimi sunan bu modelin sevdiklerinizi çok mutlu edeceği kesin.
  • LEGO® Technic Emirates Team New Zealand AC75 Yat: Maceranın sudaki halini seven ve yelken sporuna da merak duyan sevdiklerinizi mutlu etmek için fazla düşünmenize gerek yok. Aradığınız hediye LEGO Technic Emirates Team New Zealand AC75 Yat. Biraz çılgın, biraz heyecanlı, en çok da kusursuz… Emin olun sevdikleriniz bu seti hem yaparken hem de sergilerken çok keyif alacak.

Sinemaseverlere özel

Beyaz perdenin büyüsüne kapılan sevdiklerinize, onların bu tutkusunu daha da derinleştirecek hediyelerle unutulmaz deneyimler sunabilirsiniz:

  • LEGO® Star Wars™ Millennium Falcon™: Çoğu sinemaseverin gönlünde taht kurmuş en özel serilerden biri hiç şüphesiz ki Star Wars. Star Wars™ Millennium Falcon’un kokpiti, uydu çanağı, topları ve diğer ikonik detaylarıyla sevdikleriniz inşa sürecini tamamlarken kendilerini galaksinin derinliklerinde bir macerada da hissedebilirler.
  • LEGO® Disney™ Genç Aslan Kral Simba: Sevdiklerinizin sinema tutkusunu nostaljik rüzgarlarla buluşturmak isterseniz, aradığınız mükemmel hediye yine LEGO’da. Onları LEGO® Disney™ Genç Aslan Kral Simba ile çocukluk anılarına doğru bir yolculuğa çıkarabilirsiniz.

Oyunculara ve uzay meraklılarına özel

Uzayın sınırsız gizemini merak eden ya da en zorlu oyunları bile tek hamlede geçmeyi başarabilen sevdikleriniz varsa, onlar için de en mükemmel yeni yıl hediyeleri LEGO’da:

  • LEGO® Super Mario™ Super Mario World™: Mario ve Yoshi: Mario, şüphesiz ki hem çocukların hem yetişkinlerin gönlünde büyük yer tutan en ikonik oyunlardan biri. Eğlenceli bir nostaljik tur, keyifli bir oyun deneyimi ya da rahatlatıcı bir aktiviteden çok daha fazlasını sunacak bu set, sevdiklerinize yepyeni bir dünya yaratmak için ilham verebilir.
  • LEGO® Technic NASA Apollo Ay Taşıtı – LRV: Kozmik maceracılar için en şahane hediye: NASA Apollo Ay Taşıtı (LRV) modeli. Sevdiklerinizi yıldızlara götürüp geri getirecek bu özel hediye, bambaşka dünyaların kapısını onlar için aralarken yaratıcı duygularını da harekete geçirebilir.

Bonus: Mırmır Pati ile eğlenceyi geri getirin

LEGO’nun sonsuz olasılıklarla dolu dünyasında en mükemmel hediyeler de eğlence de oyun da bitmez… Mırmır Pati, oyunu her yaştan insan için geri getiriyor ve herkesi yılın bu büyülü zamanını çok daha keyifli geçirmeye davet ediyor.

Mutlu bir yer inşa etmek isteyen herkes için mükemmel hediyeler ve çok daha fazlası LEGO’da. Hemen tıklayın ve sevdiklerinizi mutlu etmeye erkenden başlayın.

*Bu yazı LEGO katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale