“Yağmur ormanlarını neden kestiklerini biliyor musun?
Çünkü o ıslak, karanlık ve dişidir.”
Dişil-eril dengesini tutturmak spiritüel çalışmalarla ilgilenenler arasında, özellikle son dönemde, güney bölgesindeki orman yangınları süresince oldukça konuşuldu. Yangını, doğanın haykırışı olarak okuyanları, mevcut siyasi düzen ve politikaları görmezden gelen, dünyadan kopuk, yetersiz ve hatta “romantik” bulanlar da oldu. Bense yogaya gönlünü kaptırdıktan sonra spiritüalizm dünyasına adımını atmış bir sosyal bilimci olarak “İkisi aynı şey!” diye bağırmak istedim. Aslında birçok çarpışmanın bendeki karşılığı bu oluyor: E, ikisi aynı şey. Yaşananlar aynı şeyi söylüyor ve hepsi Şamanizm’in evren kavrayışıyla ortak bir yerde buluşuyor.
Şamanizm’de insan doğa ilişkisi, bir çarpışma, hatta karşılaşma değildir. Her şey tek bir “Büyük Ruh”un parçasıdır. Yani, Şamanizm’de nehirden bir bardak su içersen, suya sahip olmazsın, nehir senin içinde akar. Omega Yayınları’ndan Nur Yener çevirisiyle çıkan “Şaman, Şifacı, Bilge”, Şamanizm kültürüne giriş yapmak için harika bir rehber kitap. Kitabın yazarı Dr. Alberto Villoldo, San Francisco Devlet Üniversitesi’ndeki görevini Amazonlara gidip mikroskobun ötesindekini görmek için bırakıyor ve araştırmaları onu, Peru’daki And Dağları’na götürüyor. Alberto Villoldo, bir üniversite hocası ve aynı zamanda şaman-şifacı olan Don Antonio’nun rehberliğiyle dönüştürücü bir yolculuğa çıkıyor.
Kitap, “Nasıl şaman olunur?”, “Hayvan rehberliği ne demek?”, “Kadim şamanik uygulamalar ile kendimizi şifalandırmamız mümkün mü?”, “Atalarımızın kaderini yaşamak zorunda mıyız?”, “Kutsal alan yaratmak ne anlama geliyor?” sorularına cevap verirken Alberto Villoldo’nun yolculuk anılarından da oldukça besleniyor. Şaman, Şifacı, Bilge, Şaman geleneklerinden egzersizlerden sunuyor ve “deneyimsiz” uygulayıcı için temkinli adımlarla ilerleyen bir yol haritası paylaşıyor.
Alberto Villoldo kitabın giriş bölümünde Amerikan Yerlilerinin ve Avrupalıların yaratılış kavrayışlarını çarpıştırıyor: “Toprak Ana ve onun dişil formları olan mağaralar, lagünler ve yeryüzünün içindeki diğer boşluklar ilahi prensipleri temsil ediyordu. Avrupalılar ise eril ilahi prensibi, yani fallus ya da yaşam ağacını dayattılar. Göklere kilise kuleleri yükseldi. Artık Dişil Yeryüzü’ne tapılmıyor ya da saygı duyulmuyordu. Ağaçlar, hayvanlar ve ormanlar yağmalanmaya açıktı. Bugün hâl bu kopuk dünya görüşünün gölgesinde yaşıyoruz.”
Peki, bu kadar karşıtlık içerisinde her şeyin aynı şeyi söylemesi veya “Büyük Ruh”un parçası olmak ne anlama geliyor?
Birçoğumuzun bildiği gibi kadim öğretilerin evreni bilme ve şifalanma yolunda başvurduğu “spiritüel” yöntemlerin işlerliği bugün bilimsel araştırma sonuçlarıyla doğrulanıyor. Meditasyonun, nefes çalışmalarının, yoga asana pratiğinin “ne anlama geldiği” ispatlanıyor. Dr. Alberto da E=mc2‘nin ötesi veya kendi deyişiyle eşittir işaretinin üstündekileri araştırma yolculuğu derinleşmeden önce, ekibiyle laboratuvar ortamında enerji şifacılığı tekniklerini kullanarak ağrıyı azaltabildiklerine ve esrime hali yaratan endorfinlerin üretimini yüzde elli artırabildiklerine dair bilgiler de paylaşıyor.
Villoldo, “Şaman, Şifacı, Bilge”de Frank Waters’in The Book of the Hopi kitabından aktararak “İnsanın canlı bedeni ile yeryüzünün canlı bedeni aynı şekilde oluşmuştu. İkisinin de bir ekseni vardı; insanın ekseni omurgası hareketlerinin ve işlevlerinin dengesini kontrol eden bel kemiğiydi. Bu eksen boyunca evrende yaşamın en başından beri var olan sesini yansıtan birkaç titreşim merkezi yer alıyordu.” diyor.
Bu enerji merkezlerine artık hepimiz aşinayız. Çakralar, gün geçtikçe daha çok insanın ilgisini çekmeye başlıyor. Çakraların kabul görmüş hali yoga felsefesinden bildiğimiz yedi çakrayken, Villoldo, rehberi Don Antonio’dan öğrendiği dokuz çakradan bahsediyor. Sekizinci çakra, “Wiraccoha”, yani “kutsal olanın kaynağı” ve dokuzuncu çakra, “elementi Büyük Ruh olan Benlik”: Uzaydan önce olan ve evren tezahür etmeden önce var olan.
İki “kayıp çakra”, ben-öteki, ben-dışarısı, insan-doğa, madde-mânâ, yeryüzü-gökyüzü ikiliklerini birleştiren kilit bir yere sahip. Şamanizm, beden ile ruh veya görünür dünyası ile görünmeyen enerji dünyası arasındaki ayrıma, bu enerji noktalarını fiziksel olarak “dışarıda” tanımlayacak kadar uzak. Bana kalırsa Şamanizm, geçirgen, eşitlikçi ve kendiliğinden dengeli bir evren resmediyor.
Bugün, insan kendini yeryüzünün bir parçası olmaktan ziyade hakimi olarak gören anlayışla evrenin kendiliğinden dönen çarkına çomak sokuyor. Yeni çarklar inşa edip o çarkların içinde yönünü kaybediyor. Yani aslında bu denge, nehirden içtiğin suya “bu benim” dediğinde, vakti gelmeyen ağacı kesip bina diktiğinde, her şeyin yapıp etmekle ilgisi varmış gibi davranıp “olmayı” unuttuğunda, aşk düzlükte yaşanmadığında, ben ve öteki ayrımına tutunduğunda, sadece kendi hikâyeni sahiplenip büyük resmi görmediğinde bozuluyor. Bu açıdan bakıldığında imara açılan orman arazileri, küresel ısınmanın “tetiklediği” yangın veya doğanın çığlığı birbirinden farklı bir şey söylemiyor.
Şaman, Şifacı, Bilge, Şamanizm kültürüne bir giriş kitabı olma niteliğinin yanı sıra, evrende ve dolayısıyla cinsiyet veya cinsel kimlik/kimliksizlik fark etmeksizin her insanda var olan dişil yanın koruyan, doğuran, besleyen, olan ve uyumlanan niteliklerini hatırlamak için de elverişli bir alan açıyor.
Ece Örken
İlginizi çekebilir: Nefesin Şifa Veren Gücü: Dengeli ve huzurlu bir yaşam için bir kılavuz