Niye bu kadar çok uğraşıyoruz ki sahiplenmeye?
Çocukluktan, bebeklikten başlıyor aslında. Büyükler küçüklere “Onu bunu elleme, o senin değil” dedikçe, bizler de elde etme moduna giriyoruz. Elde ettiğimiz anda da artık o benim, senin değil oluyor. Yani sahipleniyoruz. Önce oyuncaklar, sonra arkadaşlar, sonra da çocuklarımızı, eşlerimizi sahipleniyoruz. Sanki yanımızda götüreceğiz.
Sonra sözleri sahiplenmek var. Biri sana yakışıklı dese hemen sahipleniyorsun. Trafikte tanımadığın biri küfür etse, onu da sahipleniyorsun. Niye ki? O seni tanımıyor bile, küfür etmiş bana ne. Sahiplenmek öğrenebilecegimiz en son şey olmalı.
“Nasrettin Hocaaaaaaa” diye seslenmiş köylünün teki. Hoca durmuş dinlemiş. “Koca bir tepsi baklava götürüyorlardı” demiş köylü. Hoca “Bana ne?” demiş. “Ama Hoca, tepsi baklavayı senin eve götürüyorlardı” demiş köylü. “O zaman sana ne?” demiş hoca.
Hayatta her şey aslında bu kategoriye giriyor. Ya bana ne ya da sana ne? Konuları sahiplenmek, futbol takımlarını sahiplenmek, politik partileri, görüşleri sahiplenmek, din, ırk gibi ayrımcı konuları sahiplenmenin ne faydasını gördük ki? Bir şey ne kadar benim ise o kadar senin değil oluyor, o kadar bizim değil oluyor. Halbuki her şey BİZİM.
En kötüsü insanların birbirlerini sahiplenmesi. Neredeydin? Kiminleydin? Nereye gidiyorsun? Ne? Ne? Ne? Evliliği, ilişkileri bitiren de sahiplenmek duygusu. Ya hissetme, ya hissettirme. Hissetmemeyi öğren, ki hissettirmeyesin. Yoksa boğarsın ilişkiyi, yok edene kadar.
İngilizce bir söz var: Bir şey seninse bırak gitsin. Eğer giderse hiçbir zaman senin değildi, olmayacaktı. Eğer dönerse veya gitmezse, o zaman senindir.
Para, mal, mülk… Bir şeyi ne kadar sahiplenirsen o kadar çok kendi kendine şu mesajı tekrarlıyorsun demektir: “Ben bunu kaybedersem yerine yenisini koyamam. Ben artık beceriksizim, kabiliyetsizim, eski becerilerime sahip olmadığım için şu an elimdekini sahipleneyim.” Halbuki bunu sahiplenmeyen, bol bol bağış yapmasını bilenler kendilerine su mesajı veriyorlar: “Ben halen bomba gibiyim, daha iyisini, çoğunu daha az zamanda bile yaparım, evren yanımda, bana yardımcı olur, varsın gitsin yanımdaki veya cebimdeki, yerine yenisini, iyisini koyarım.” Evrene becerikli veya beceriksiz olduğumuzu, kendimize güven seviyemizi iletiyoruz, bilmeden, bilinçaltından. Evren de beceriksizliklerini kabullenmişlere vermeyi kesiyor, diğerlerine bolca veriyor. Verdiği ne olursa olsun başkalarına nasıl gözüküyorsa gözüksün, hangi formatta olursa olsun, olçüm cetveli sadece ve sadece mutluluktur.
Almak değil, vermek mutluluktur. Okullardan çok önce başlıyor almanın mutluluk ile bağdaşması. Okullarda da not alıyoruz, mutlu oluyoruz. Halbuki bilgi alıp mutlu olsak ne güzel. Varsın sahiplensin insan edindiği bilgilere, bak kimse ona laf edebiliyor mu?
Sahiplenmek üzüntülere yol açıyor. Hatta vücudumuzu bile… Asil varlık olan ruhumuza bu vücut bir süreliğine verilmiş. Kullanalım, iyi bakalım, ama sahiplenmek ölümden korkmak anlamına geliyor. Sahiplenmek yok. Gün gelecek elbise değiştirircesine atacağız kirliye bu vücudu, yenisini giyeceğiz. Sahibi olduğumuz tek şey ruhumuz, gerisi bir gün bizi terk edecek. Sahiplenmek sadece üzer.
İlginizi çekebilir: Her kültürün kendi dilinde farklı şekilde anlattığı kıskandırmak üzerine