Sahip olmadıklarınıza rağmen mutlu olmak mümkün mü?

“Gerçek mutluluk aldıklarında değil, verdiklerinde gizlidir.” Wolfgang Amadeus Mozart

Sahip olmak bir hastalık gibi yavaş yavaş damarlarımıza işler… Önceleri her şey sadece “olsa da olur olmasa da olur, ben zaten olsun diye o kadar da çok istemiyordum” ile başlar. Sonra gözümüz başka bir şey görmez olur. Yıktıklarımızı, incittiklerimizi, kaybettiklerimizi anlayabilmemiz ne yazık ki mümkün değildir… Sahip olmak vardır. Annemizin ihtiyaçlarını göz göre göre görmezden geliriz o çok istediğimiz telefona sahip olabilmek için… Oysa çok kolaydır yardımcı olmak değil mi? O telefonu bu ay değil de gelecek ay almak… Okulda tüm arkadaşlarımızda var diye yeni bir ayakkabı isteriz çocuk aklımızla…

Sevgili babamızın ay sonunu getirmek üzere yaptığı hesapları göre göre inat ederiz… O ayakkabıdır mutluluğumuza giden yol… Bizi kırmamak için her ne olursa olsun yapacaktır ya babamız… Biz böyle biliriz de o geceleri uyku bile uyuyamaz hale gelir; işte bunu bilemeyiz… Sahip olmak üzere tüm hücrelerimiz programlanır o rüyalarda gördüğümüz pahalı çantamıza… Evet ellerimizle onu kavramadan mutluluk mümkün değildir. Oysa ki sokakta geçerken bize çok daha ucuz çok daha sade bir çiçek uzatan sevgili küçüğü görmeyiz bile… Orada kim bilir kaç saattir beklemekte olduğunu, annesine babasına geçimleri için yardım etmek üzere birkaç çiçeği satarak belki o haftaki okul harçlığını çıkartacağını… Bilemeyiz değil mi? O bizim pahalı çantamız vardır ya işte onu ellerimize almadan “dünyayı” görebilmemiz mümkün olmayacaktır…

Sahip olmadıklarınıza rağmen mutlu olmak mümkün mü?

Ben bu yazımda sizlerle birlikte sahip olmaya bakalım istiyorum. Özellikle son dönemde etrafımda sıklıkla karşılaşmakta olduğum bir “sahip olmak” ile mutlu olmak özdeşliği mevcut. Neden mutlu olmak için sahip olmak gerekir? Neden sadece düşlemenin bile güzel olduğunu idrak etmek bir süre sonra bu derece zorlaşmaktadır? Neden bizler bugün ben olmak, sağlıklı olmak istediğimizi yapabilecek kadar, özgür olmak kadar muhteşem durumlara sahibizdir de bunu görebilmemiz bu kadar mümkün değildir? Neden kendi kendimize bu derece körleşmiş gözlerle bakarız?

Bu sorumuzun cevabı aslında hayatımızda yer etmiş olan “anlam” kavramına biraz daha detaylı bakmamızı gerektiriyor. Cisim çok pahalı bir çanta olabilir. Ben bir anlam yüklemedikçe bu çanta sadece bir objeden ibaret değil midir? Ve evet yine ben anlam yüklediğimde “bugüne kadar sahip olduğum en güzel, belki de en pahalı, belki de en ulaşılmaz, belki de dünyada var olduğuna inandığım en güzel şey” oluverir…

Fakat bizler akışta işte tüm bu “anlamların” bizden geldiğini, bu anlamların yaratıcılarının bizler olduğumuzu unuturuz. Yeni bir ev almak üzere öyle odaklanmışızdır ki bu evimizde var olan huzuru, güzelliği, sessizliği, bu evimizin bize sunduğu onlarca güzel günü, hatıraları unutuveririz… Varsa yoksa sonrası sonrasında gelecek mutluluk, sonrasında edeceğimiz rahatımız ve sonrasında elimize geçecek olan “tapumuz” olur… Mutluluk o “tapu” ile özdeşleşmiştir, mutluluk ne de olsa dışarıda aranacak bir kavramdır…

Ve işte unutuveririz elimizde yüz tane farklı tapu olsa da “gerçek” mutluluğu kalbimize koymanın mümkün olmayacağını… Mutluluğu öyle beklediğimiz gibi, öyle unuttuğumuz gibi dışarıdan tapular ile çantalar ile her neyi çok fazla satın almak istiyorsak, her neye çok fazla sahip olmak istiyorsak o ile “elde edemeyeceğimizi” çoktan unutuveririz. Mutluluğu, yemyeşil bir bahçenin içine kurulmuş, sadece peynir ve ekmek kadar sade bir masada bulacağımızı unutuveririz…

Sahip olmadıklarınıza rağmen mutlu olmak mümkün mü?

O masada sıcacık çayımız ile eşlik edeceğimiz samimi bir sohbette gerçek mutluluğu bulacağımızı unutmuşuzdur… Mutluluğu dışarıdan değil de sadece “içeriden” üretebileceğimizi unutmuşuzdur… Mutluluğu dünyaları satın alsak da satın alamayacağımızı unutmuşuzdur… Her nerede her nasıl olursak olalım kalbimizin içindekini değiştirebilecek olanın sadece “biz” olduğumuzu unutmuşuzdur… Sahip olduklarımızın mutluluğumuza eşit olmadığını unutmuşuzdur…

Bugün bu yazımda bana eşlik eden sevgili sen, kalbin ne için atıyor? Bugün “sahip olmadığın” yeni evin, yeni araban, yeni çantan, yeni ayakkabıların, yeni tatillerin, yeni seyahatlerin, yeni gömleğin, yeni parfümün için mi üzülmektesin? Bu dünya yaratılırken her şeyin muhteşem bir bollukla yaratıldığının ve aslında tüm evrenin senin o muhteşem güzel kalbine saklandığının farkında değil misin? Sen dışarıdan alacağın ile zenginleşmezsin, sen içeriden gelenin yansıması olarak dünyadan alırsın… Sen kalbine “sahip olduğunda” dünya sana tüm istediklerini sunacaktır… Yeter ki mutluluğun o dışarıdan geleceklerle “gelemeyeceğini” bil… O satın aldığına olan heyecanın bir anda bittiğinde eğer kalbin sığ bir su gibiyse yine içindeki kuraklıkla karşılaşacaksın. Ve mutlaka bakman gerekecek orada ne eksik, ne yoksun… Her ne satın alırsan al orayı doldurmak ancak sen gerçekten içine baktığında mümkün olacak…

Bugün kendine dönmeye ve anlam nedir diye sormaya hazır mısın? Bugün gerçek bir “mutluluk” ile dolmaya gönüllü müsün?

 

İlginizi çekebilir: Eski ilişkilerden yeni umutlara bir yol uzanır mı?

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam