Sahip olduklarınıza odaklanın, bolluk bereketle sarmalanın
Çoook uzun süredir bu bolluk bereket konusu üzerine çalışmalar yapıyorum. Bazen iş hayatınızın durağan bir hal alması, bazen aşk hayatınızın yokluğu gibi hayatın her alanında etkisini gösterebiliyor. Deştiğinizde de konuyu, bambaşka sebepler çıkabiliyor altından. Çok açılımı olan, çok geniş bir konu fakat ben genel hepimizi kapsayabilecek sebep ve yollardan bahsetmek istiyorum bu yazımda.
Öncelikle hep duyarız “alma-verme” dengesi hayatta önemlidir diye. Bu hayatta ne hep alabiliriz, ne de hep verebiliriz aslında. Hayatta her şeyde olduğu gibi bu konuda da denge önemli bir unsurdur. Biz genel olarak verici olmayı marifet sanarak büyüdük. Fedakar olmak, hep verici olmak, kibar olmak… Kavramların içi ne karışık aslında.
Kibar olmak adı altında alma-verme dengesini görmezden geldiğim, kulağıma küpe olan bir olayı iki sene evvel bir inzivada yaşadım. Sekiz kadın yaptığımız bir çalışmadan sonra yemeğe gitmiştik. Yemekler bitip çay faslına geçtiğimiz sırada sadece birimiz çay istemedi. Çaylar geldiği sırada ise istemeyen arkadaşımız istediğine karar verince kendiminkini ona yönelttim. Ne olacak ben bir daha geldiğinde alırım dedim. Bu günlük hayatlarımızda hepimizin yaptığı bir şeydir eminim ki. Arkadaşım inatla; ‘sana geldi bu al, ben beklerim gelir şimdi’ dedi. ‘Yok yok, ne fark eder yahu. Al sen bunu geleni ben alırım’… Bu diyalog 5 dakika kadar sürdü. Sonunda hocamız olayı izliyormuş ki müdahale etme zorunluluğu hissetti kendisinde; “Gamze, hayat senin önüne bir şey koyuyor ve sen sürekli reddediyorsun. Kabul et. Kabul et ki alma-verme dengesini bozma evrenin. Al o çayı.” dedi. Kalakaldım. Kendimce kibarlık yapmıştım ama aslında düzene müdahale etmiştim hem de hiç farkında olmadan.
Bir çay bana büyük şeyler öğretmişti. Etkilendiğimi söylemeden edemeyeceğim. Büyük bir farkındalık oldu bana, büyük bir ders. Sonrasında bu anları her fark ettiğimde bana sunulanı kabul ettim, ediyorum. Bu günlük hayatta iltifatlar için bile geçerli hatta. Birisi bana ‘çok güzel olmuşsun’ dediğinde artık ‘yok canım o senin güzelliğin’ gibi bir diyaloğa girmiyorum. Kabul ediyorum ve teşekkür ediyorum.
Hayatımızdaki alma-verme dengesi
Bazen hayatımızda hiç bir şey olmuyor sanırken aslında çoğu zaman sadece biz göremediğimizden böyle yorumlarda bulunuyoruz. Hayata nereden baktığımız çok önemli bir rol oynuyor bu noktada. Açıkçası ben biraz o da yok, bu da yok bir insandım hep. E nereye odaklanırsak orası büyürdü ya hani? Yok dedikçe çevremdeki bolluğa gözüm daha da kapanıyormuş sanki şimdi baktığım noktadan değerlendirdiğimde. Bu konuda da en sağlam dersi geçtiğimiz Ocak ayında gittiğim Hindistan’da aldım!
Hindistan’ın Auroville köyüne gitmiştik ve harika bir otelde kalıyorduk. Yemekler, ortam; her şey gayet güzeldi. Yok yoktu. Bizim grup dışında bir Türk grup daha vardı bizimle aynı otelde kalan. Her sabah kahvaltısında ve akşam yemeğinde karşılaşıyorduk tabi. Biz yemeklerin fazlalığından ve lezzetlerinin güzelliğinden bahsettikçe arka masadan yemeklerin az olduğu, yetmediği konusunda bir hafta boyunca durdurulamaz şikayetler duyduk. Şaşırıyordum. Nasıl yani? Aynı oteldeyiz, aynı yemekler konuyor önümüze; birbirimizden hiçbir farkımız yok. Nasıl bir grup bolluk-bereketten bahsederken nasıl diğer grup tamamen aynı şeyler için yokluktan bahsediyordu? Bu gözlemim orada bulunduğumuz süre boyunca tüm şaşkınlığımla sürdü. Anlamıyordum. Önlerinde çok çok, harika yemekler vardı fakat yine de görmüyorlardı işte. Daha sonra kendi aramızda bu mevzuyu masaya yatırdık tabii. Dikkat çekmeyecek gibi değildi.
Sonunda aslında hayata ne taraftan bakmayı seçtiğinin önemine, gözünün önüne sana sunulanı görmek istemezsen göremeyeceğine, odaklandığın şeye saplanıp kaldığında etrafını nasıl hiç fark edemediğine bağlandık. Ben de o kadınlardandım o ana kadar! Fakat böyle bir olay gözümün önüne serilip bana ayna tuttuğunda kendimi gördüm! Aslında ne kadar zenginlik içinde ne kadar da körmüşüm! Ben hayatı o düzeyden yaşamak istemiyordum, bu yüzden de bir şeyleri değiştirmeliydim.
Ki yapmışım da. Yani daha doğrusu yapabildiğim kadar yapıyorum en azından. Bu hafta sonu bunu kendimde harika bir şekilde gözlemledim. İlerleme var, onu söyleyebilirim.
Hayatımdan birisi yeni çıktı. Bilirsiniz öncelikle hafta sonları daha zor geçer. Alıştığınız ve içine yerleştiğiniz bir hayat düzeniniz vardır ve bir anda bambaşka bir hayat düzenine itilmişsinizdir. İlk etap: boşluk! Çünkü genelde cumartesi sabahından pazar akşamına kadar geçen süre zarfında beraber program yapılmıştır. Ben bu ilk hafta sonumda açıkçası ‘ah şimdi yok, vah olsaydı şunu yapardık. vay efendim yalnızım’lara pek girdiğimi söyleyemeyeceğim. Evet girebilirdim çok rahat! Direk yokluk bilinci! Ama inanın o karanlıklara kendimi sokmak, kalbimi sıkıştırmak hiç içimden gelmedi.
Şimdi diyeceksiniz ki insan farkında olmadan yapıyor, öyle hissediyor, bile bile neden zaten kendisine acı çektirsin? Arkadaşlar, inanın kendimiz yapıyoruz. Bu yüzden farkındalıklar önemli deyip duruyorum ya. Evet fark etmezseniz geçmiş olsun zaten başka yol görmeniz çok zor ve o karanlıkta debelenip duracaksınız. Ama azıcık kendinizle uğraşıyorsanız, hayatı daha yüksek bir bilinç düzeyinden yaşamak için çalışmalar yapıyorsanız ne ala! İşte o zaman tüm yollar sizin. Hangi yoldan yürümek istediğiniz tamamen sizin keyfinizin kahyasına kalmış. Seçme hakkı tamamen sizde. Yani hayatınızın direksiyonu sadece kendi ellerinizde. Ben bu noktada yine ‘canım meditasyonlarım’ demekten kendimi alıkoyamayacağım!
Her neyse, dediğim gibi ilk hafta sonumun nasıl yokluktan ziyade bollukta geçtiğinden bahsetmek isterim. Daha doğrusu ben odak noktamı, baktığım pencereyi değiştirdiğimde nasıl aslında her şeyin üzerime yağdığını gözlemlediğimi anlatmak isterim.
Cuma akşam; ilk akşam! Kritik! Ailemle yemeğe gittim. Buradan sonra ne yaparım acaba diye aslında pek de panik yapmadan kendimi ailemle geçirdiğim zamana bıraktım. Sonrasını sonra düşünürdüm. An’ı an’da yaşamak konusunda da büyük dersler almıştım kendime ve uyguluyordum işte. İyiydim yani anlayacağınız…
İlginizi çekebilir: “Anda kalalım” tamam, ama neden ve nasıl?
Yemeğin sonlarına doğru oturduğumuz restorandan içeri çocukluk arkadaşlarım girdi. Hemen gel yanımıza işin bitince dediler tabii, görmüyordum epeydir. “Anne yaa, yukarıdaki vallahi beni çok seviyor!” dediğimi hatırlıyorum anneme. Ve o akşam gerçekten keyifli, eğlenceli bir akşam geçirmiş oldum. Ertesi iki günde sürekli arkadaşlarımlaydım. Hepsi sağ olsun buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim ki gözlerimin içine baktılar tüm hafta sonu. Ne yapmak istersin, nereye gitmek istersin diye sorup durdular. Bir tanesi beni çiçekle karşıladı, diğeri bana elleriyle kurabiye yaptı, ötekisi harika restoranlara götürdü, beriki öğrenmiş olduğu dans figürlerini yaptı yüzümde gülümseme olabilmek için. Ohh! Yok yoktu! He ağlamadım mı, üzülmedim mi, coşku içinde mi geçti tüm hafta sonum? E ağladım tabii insanım sonuçta. Ama ağlayacak omuz bulduğuma şükrettim bir yandan da ağlarken.
Ben o hafta sonu sahip olmadıklarımdan çok olduklarıma odaklandım anlayacağınız. Olamadıklarıma ağlamak yerine olduklarıma gülümsedim. Ve ben gülümsedikçe her şey daha fazla fazla, güzel güzel aktı hayatıma. Hatta vesile oldu arkadaşlarımla aramızda epeydir böyle dolu dolu programlı geçirmemiş olduğumuzdan ve ne kadar iyi geçtiğinden bahsettik. Her işte bir hayır var işte; neresini görmek isterseniz.
Günün sonunda diyeceğim odur ki aslında hepimiz sarıp sarmalanıyoruz bolluk bereketle. Bunu illa sadece para olarak da görmeyin. Aile, arkadaş, yemek, çay, çiçek, gülümsemeli an’lar; her şey ama her şey bu bolluğun içerisinde aslında. Ve inanın görüp şükrettikçe daha da çoğalıyor her şey. Kendi hayatımdan, anlarımdan şahidim!
Ne olursa olsun hayat güzel be, vallahi çok güzel!