14 Şubat Sevgililer Günü… Her şeyi hızlı yaşayan şehir insanının konu sevgili ilişkilerine geldiğinde koşturması kaçınılmaz değil mi?
Yalnız kalmamak için ilişkiden ilişkiye atlayan modern insanın kendisiyle sağlıklı bir ilişki kurabilmesi ve sahip olmadığı sevgiyi başkalarına verebilmesi sizce söz konusu olabilir mi? Belki de bu yüzden hepimiz ufacık su birikintilerini okyanus sanmadık mı? Kaynaktan gelerek okyanusta birleşen sevgiyle sarmalanmak ile kaynağı belli olmayan su birikintisiyle sarmanlamak arasında dağlar kadar fark var!
Şehir hayatında yaptığımız gibi koşturarak ilişkiden ilişkiye koşan modern insanın mutsuzluğunun nedeni aslında bu eğilimi… Kendiyle bağı kopuk, dışarıdan gelenlerle mutlu olmaya çalışan yorgun savaşçılar, günümüz modern insanı…
Hepimiz sevilmek ve sevmek istiyoruz ve aslında büyük resimde çektiğimiz adam ve kadınları yaralarımız çekiyor. Hayatın bize kastı yok! İlişkiler, büyümek ve kendimizi tanımak için en güzel yardımcılar. Geriye dönüp Özde’nin hayatına çektiği insanlara baktığımda bunu nasıl görüyorsam, eminim siz de görüyorsunuzdur.
Eckhart Tolle’nın dediği gibi, “İlişkiler, acıya neden olmazlar. Halihazırda içinde olan acıyı ortaya çıkarırlar.”
Gerçek sevgi
Gerçek sevgi, gerçek anlayış toprağa ektiğin tohumun ağaç olmasını istemek değildi. Büyüsün diye çırpınmak değildi. Gerçek sevgi, bir adım geri çekilip o tohumun toprağa tutunamama olasılığına açık olmaktı. Ve onu da sevebilmekti. O, tohumun kaderini belirlemeye çalışmak değildi. O tohumun her ihtimale rağmen bu yaşamın parçası olmaya devam etmesini sevmekti. Çünkü tohum hep bu yaşamla birdi aslında… Bir olması için ağaç olmasına gerek yoktu.Toprağa tutunursa güzeldi, tutunamazsa da güzeldi.
Seni sevmem için toprağa tutunmana gerek yoktu, toprağa tutunamama haline de kalbimde geniş bir yer vardı. Gerçek sevgi, ormana girdiğinde aldığın oksijen gibiydi. Ve asla daha azı değildi. Öyle bir karışıyordu ki öznesi ne sendin, ne de bendim.
Böyle bir sevgiyle sevmeyeceksem, böyle bir sevgi ile karşılanmayacaksam yalnız kalmamak adına sahne kovalamaya gerçekten gerek var mı?
Bırak boş kalsın!
Bedenindeki o anatomik boşluklar gibi, el parmaklarının arasındaki boşluklar gibi. Nefeslerinin arasındaki boşluklar gibi… Boşluk, ölüm değil merak etme. Doğum yeri… Kutsanma yeri…
Papatyanın özü papatya olmak, kahve bardağının özü kahve bardağı olmak ise bizim için de aynı şey geçerli. Yönlenmelerimiz, hikayelerimiz özümüzü oluşturuyor ve aslında o özde hiçbir sorun yok! Yeter ki onu görmek için istekli bakalım birbirimize…
Gerçek sevgi, o özü görmeye olan niyette saklı.
Benim kendi küçük dünyamdaki aydınlanma anlarımdan biri, tüm çekişmelerin, öfkelerin sonunda kahve dükkanında çay içmek için eforlu bir şekilde sırada olduğumu fark ettiğimde meydana geldi. İstediğim yerde çay yoktu, o yüzden çay içmem de mümkün değildi. Çok kolaymış gibi aslında, ama bunu idrak etmek baş döndürücü.
Birilerinden, yaşamdan eforlu, yorucu bir şekilde bir şeyler istemeye başladığında, bir durup yeniden bak kendine, olana. Kafandaki görseli karşına giydiriyor olmayasın?
Nezaketle sor: Yaşam, nereye akıyor?
Dünyanın en sihirli şeyi sevmek ve sevilmek!
Buradan anbean sonsuzluğa açılan kapı… Bir damlasını bile boşa harcama. Sana açık kapıyla gönülden verilmeyen hiçbir şey için ittirme. Bırak küçük hesapları. Böyle olmasını istiyorum diye yorma o güzel kalbini. Varoluş, her nefeste sana yaşam, sevgi üflüyor. Sevecek o kadar çok şey var ki, ama kendinden başlamadığın sürece her şey yarım ve eksik kalacak!
Haydi, doya doya sarıl kendine, her haline, olduğun gibi…
İlginizi çekebilir: Herkesin yoga deneyimi kendine: Yoganın derinliklerine doğru