“Tüm dünya insanın içindedir. Bakmayı ve öğrenmeyi bilirsen kapı önünde ve anahtar elindedir. Anahtarı ya da açacağın kapıyı senden başka hiç kimse sana veremez.”
Jiddu Krishnamurti
Evet, hepimiz kendi hayatımızın efendisiyiz. Binlerce yıldır birçok bilge tarafından insanoğluna bu kadim bilgi aktarıldı. Ancak geçtiğimiz yüzyılda teknolojinin hızla gelişmesi ile birlikte o kadar bilgi odaklı ve rasyonel toplumlar olmaya evrildik ki, artık gözle göremediğimiz ve bilimin henüz kanıtlayamadığı pek çok şeyi yok hükmünde sayıyoruz. Üstelik bunu tüm dünyayı değerlendirme ve algılama biçimimizde “standardımız” olarak kabul ettiğimizde; bu tanıma sığmayan, henüz bilmediğimiz, keşfedemediğimiz tüm olasılıkları görmezden geliyor ve reddediyoruz. Aslında kuantum olasılıklar tam da bu noktada başlıyorken…
İnsanoğlu olarak dünyayı beş duyu organımızla tamamıyla algıladığımız, tüm kararlarımızı bilinçli zihnimizle aldığımız yanılgısına düşmeye devam ederken (bu konuya bir sonraki yazımda değineceğim); aslında çok büyük bir dünyayı -bilinçaltı ve bilinçdışı alanı- göz ardı etmiş oluyoruz.
Yakın zamana kadar dış çevreyi algılamamız için 5 duyumuzu (görme, işitme, tat alma, dokunma, koku alma) kullandığımızı varsayıyorduk. Ancak New Scientist dergisinin yayımladığı araştırmaya göre biliminsanları tam 33 adet duyumuz olduğunu keşfetti. İnanılmaz değil mi?
Bu gelişmeye ek olarak duyu niteliğimizin boyutu bile tartışmaya çok açık. Hayvanlar dünyanın manyetik alanını yer/yön tayininde bir navigasyon gibi kullanabilirken insanoğlu olarak yön bulmak için mıknatıs temelli pusulaları veya dünyanın yörüngesine yerleştirdiğimiz uyduları kullanmak zorunda kalıyoruz, çünkü bunu hissedecek reseptörlere sahip değiliz. Peki bizler manyetik alanı görüp, hissedemediğimiz için yok mu sayacağız? Dünyayı algılama ve öğrenme şeklimizin %80’ini oluşturan görme duyumuzu ele alalım. Gözümüzle elektromanyetik spektrumun, yani ışık demeti içindeki renk tayfının yalnızca milyonda 3,5’lik kısmını, (%0,000035) görebiliyoruz. Gerçekliğin sadece bu kadar ufak bir parçasını görebiliyorken; hala tüm çıkarımlarımızı -yine insan yapımı- araç ve tekniklerin ölçümleri üzerinden yapmaya devam ediyoruz. Peki ya bunun ötesinde kalanlar, yani bilemediklerimiz, ölçemediklerimiz için ne türde cevaplar üreteceğiz ?
“Ancak özgürlükten doğan zekâ sayesinde birey zihnin ötesindekini keşfedebilir.”
Jiddu Krishnamurti
Diğer taraftan doğuştan kör olup diğer duyularının hassasiyetinin gelişmesi ile daha önce hiç görmediği doğanın resmini yapabilen ressam Eşref Armağan’ı nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?
Diyelim ki Eşref Armağan kapsam dışında kalan abartılı bir örnek… Peki bize başka boyutların kapılarını açan ve her şeyin mümkün olduğunu söyleyen Thetahealing, Kuantum Alan vb. enerji çalışmaları bizi şifalandırırken, negatif inançlarımızı dönüştürürken, kendimizi, özümüzü, belki de ruhumuzun varoluş amacını bulmamızı sağlarken -sadece bilim bunları ölçemediği için- tüm bu yöntemleri yok saymak ne kadar doğru?
Gelin önce bu hayatta “imkansız” dediklerimize şans vererek başlayalım. Belki de bizim göremediğimiz gerçeklikte “her şey” mümkündür, kim bilir?
Sizler de Thetahealing yöntemiyle ilgili ayrıntılı bilgiye www.esindemir.com sitesinden ulaşabilir; her türlü sorunuz için benimle Instagram hesabımdan www.esindemir.com sitesinden ulaşabilir; ve info@esindemir.com mail adresim üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Tekrar görüşünceye kadar sevgiyle kalın…
İlginizi çekebilir: Mutluluk için onu görebilen gözler gerekir: Mutluluğu uzaklarda arıyor olabilir miyiz?