Rutinlerinde kaybolduğun hayatının farkında ol; her “an”ın birer mucize
“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır. Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri; her şeyin bir mucize olduğunu düşünmek…” -Albert Einstein
Evet her gün görebilmekteyizdir, belki her sabah birlikte uyanabilmekteyizdir, belki de artık eskisi kadar heyecan verici gelmiyordur değil mi elini tutmak, gözlerinin içine bakmak… Bu sadece ikili ilişkilerimiz için geçerli değildir aslında bir de işimiz vardır. Her gün aynı insanları görmek, belki her gün aynı işi yapmak, aynı sokaklardan geçmek… Her günü aynı şekilde geçiriyor olmak…
Şimdi gelin hep birlikte hayatımızda o “rutin” deyip de bir kenara attıklarımıza, artık içimizi ısıtmayanlara bambaşka bir gözle bakalım bugün… Bu konu nereden çıktı diye sorgulayabilirsiniz, hemen paylaşmak isterim. Bu hafta yakın bir arkadaşımla birlikte Yunanistan’ın Kos Adası’nda bir köye gittik. Özellikle muhteşem bir gün batımı izlenimi olduğu için burada bulunmaktaydık. Ve son derece keyifli bir şekilde sohbet ederken konu bir şekilde buraya geldi, bu köyde oturmakta yani onlarca insan sadece bu köye bir “gün batımına tanıklık etmek” üzere gelmekteyken, bazı kimseler için “sadece rutin” bir gün batımıydı aynı manzara…
Sonra düşündük daha da derinlere daldık, hayatımızda aslında böyle “rutin” diye görmezden geldiğimiz ne çok güzellik vardı aslında. Bizler her gün rutinimiz olan, örneğin sabah yürüyerek işimize gidebilmek olanağımızın muhteşemliğini görmezden gelmekteyiz aslında. Yani başka bir insanın yardımına ihtiyaç duymadan, kendi kendimize, tam bir sağlık içerisinde ve şükrederek gelebildiğimiz bir işimiz olması gerçeğine değil de genel olarak odaklandığımız “her sabah aynı sıkıcı işe gitmek” olarak hayatımızda yer almaktadır…
Veya başka bir örnek verelim, bizi her sabah uyandıran o güzeller güzeli eşimizin artık “eskisi kadar” çekici olmadığını da düşünüveririz. Peki hayatımızda olmasının bize kattığı güzellikleri, sevdiğimiz bir kişinin elini tutabilmek olasılığının ne denli düşük olduğunu yani aşkı bulmuşken bir de karşılığını alabiliyor olmanın güzelliğini görebiliyor muyuz? O güzelim eşimiz “nasıl olsa her daim bizi bekliyor olan” oluverir; kıymetini ve hayatımıza katmakta olduğu değeri unutuveririz…
Sonra başka rutinlerimiz vardır, gece örneğin yatmadan önce kendimize neler söyleriz… Oysaki benliğimiz yani kendi kendimiz bizden birazcık olsun sevgi beklemektedir. Ama rutindir ya kendimizle kalmak kendi kendimize bakmak, bedenimiz bize ne söylüyor diye sormayız. Kendi iç sesimizi ben ne yapıyorum bu hayatta şu anda kime faydam var ne hayatımın amacı nedir gibi ağır sorulara girmeyiz… Aslında rutinimiz öyle bir yadsımak öyle bir “görmemek” haline gelir ki tüm hayatımız boyunca bizi her yere taşıyan o güzelim ayaklarımızın kıymetini bilmeyiz… O muhteşem ellerimizin tüm gün bizim için yapmakta olduklarına, açtıkları kapılara, tokalaştıkları insanlara ve en önemlisi yemek yiyebilmemizi sağlayan kaşık ve bıçak tutabilmelerine şükretmek için “bir dakikalık” zamanımız bile yoktur…
Sonra “rutin” olarak hayatımızda “her zaman nasıl olsa orada olacaklar” diye düşündüğümüz annemiz ve babamız vardır değil mi? Onlar asla yaşlanmayacaktır, asla bize muhtaç olmayacaklardır veya asla yoksunluk durumlarını bilmeyeceğiz diye düşünürüz… Nasıl olsa hayatımızın muhteşem rutinleri arasında yer alırlar… Oysa bir gün annemize “seni seviyorum” diyebilmemiz sadece beş dakikamızı alır veya babamız ile bir konuda görüşmemiz fikrini almamız veya sadece “seni özledim” diyebilmemiz aslında o güzel rutinimizin bir dakikasına karşılık gelir…
O bizim rutin diye nitelendirip de kıymetini bilemediğimiz ve her gün bizimle olduklarına bir an olsun durup da teşekkür etmeyi çoktan unuttuklarımız sevgili arkadaşlarımız vardır sonra… Nasıl olsa hayat hep izin verecektir, bu akşam görmezseniz, üç ay sonra, beş ay sonra göreceksinizdir. Yıllar geçer ve siz onların hep orada aynı şekilde kalacaklarını düşünürsünüz… Nasıl olsa “rutinlerdir” yani varlardır, her gün için sizin elde ettikleriniz arasındadırlar… Fakat işte bizim koşa koşa özel olarak izlemeye gittiğimiz gün batımı kadar özeldirler aslında… Yani siz Kos Adası’nın muhteşem köyü Zia’da oturuyor ve bundan önceki belki binbir farklı gün batımına eşlik etmiş olsanız bile bir sonraki gün batımını görebilecek olma “olasılığınız” ancak bir gününü bu muhteşem manzaraya ayırma şansını bulabilmiş ben kadardır…
Her ne kadar hayatımızın o “rutin” diyerek görüp de yadsıdıklarımız arasına çoktan dahil olmuş olsalar da, hayatımızın her anı hayatımızdaki her kişi aynı derece özeldir. Bizler yıllardır aynı yüzleri görüyor, aynı elleri tutuyor ve artık “bu durum rutin” haline gelmiş olsa da bunun kıymetini anlamamız için bu muhteşemliği yitirmemiz gerekmez. Asıl güç ve asıl değer bizler ancak bu “rutin” içerisinde tüm bu hayatımızda var olanların güzelliğini anlayabildiğimiz durumda oluşur… Bizler şükrettikçe, onları “rutin” olarak görmekten çıkıp her anımızı “çok özel bir an” olarak nitelendirdikçe hayatımızın her anı dönüşür… Kos Adası’nın muhteşem köyü Zia’da bir gün batımına tanıklık edebilmek zevkine erişmek kadar güzeldir her akşam aynı manzarayı görebilmek keyfi… Önemli olan bu “keyif” güzelliğine aynı hayranlıkla bakabilmektir… İşte bu ancak bizler o “rutin” olarak nitelendirdiklerimizin gerçek değerini anladığımızda gerçekleşebilir…
Bu yüzden bu yazımı okuyan sen, şu anda hayatında “rutin” olarak görüp de zaman ayırmadığın kim var ise ve her ne var ise, yeniden “aşık” gözlerle bak… Hayran gözlerle bak… Her seferinde ilk sefer görmüş gibi bak… Sadece yitirdiğinde kıymetini anlamak durumunda kalmamak için aslında o muhteşem “rutin”lerini çok ama çok sev…
Ellerine, ayaklarına, vücuduna, varlığına, nefesine, sen olmaya ve hayatına girmiş olan tüm güzelliklere şükürle bak… Onlar “rutin” değil, onlar sadece sana eşlik eden muhteşem güzellikler. Çünkü hayatının her anı, her günü, her saati bir diğerinin aynısı olsa da ve bizler onu ancak “rutin” olarak görüp basitleştirmiş olsak da; mutlak birer mucize olarak yaratılmıştır…