Runfire Kapadokya Ultra Maratonu katılımcılarından fotoğraflarla müthiş deneyimler
Ateşe doğru koşanlar – 1
Evvelki hafta koşulan Runfire Kapadokya Ultra Maratonu’na katılamadığım için içim içimi yedi, orada olan hangi arkadaşımı takip edeceğimi şaşırdım, gördüğüm her fotoğrafla birlikte ışınlanmanın artık elzem hizmetlerden biri haline geldiğini tekrar anladım. O kadar özel şeyler paylaşıyordu ki herkes, duygular şelaleydi diye tarif etsem yalan olmaz.
Madem ben gidemedim, o zaman biriyle röportaj yapmalıydım ama tek kişi olmasa daha iyiydi sanki. Kamp alanına gidip, toplu halde koşmayı düşünürken insanın nasıl olup da bu kadar kendi içine dönebildiğinden tutun da, yeni başlayacaklara önerilere kadar pek çok bilgi ve yoğun duygu içeriyor aşağıda söylenenler. Ben sordum, ultra maratonların değişmez şampiyonu Mahmut Yavuz, iyilik yaparak iyilik bulunacağına inanan ve bu yolda yılmadan yürüyen, güzel insan Yonca Tokbaş, koşarak dünyayı dolaşan Gözde Uysal, tescilli demir adam Göksen Çınar, dünyaya ve başkalarının hayatına değer katmak için kilometreleri adım adım kat eden Ebru İney cevapladı.
Bir toplu röportaj da haftaya gelecek. Sözü fazla uzatmadan sizleri ateşe doğru koşanlarla baş başa bırakıyorum.
Nasıl bir duygu ateşe doğru koşmak?
Yonca: “Ateşe doğru koşmak. Ateşin içinde koşmak, ateşten kaçarak koşmak, ateşle yaşayabilmek için koşmak, ateşi kucaklamak, ateşle oynamak ve bütün bunların hepsini yaparken kendine iyi bakıp eğlenebileceğini, hayatta kalmak için nelere dikkat etmen gerektiğini bilmek, bulmak ve bilen, bulanlardan dinleyerek uygulamak demek…” diyebilirim.
Mahmut: Fransız gazeteci Brice Rohaut‘un kelimeleriyle “Cehennemde cenneti yaşamak gibi“, benim kelimelerimle sıcakta güzellikler içinde koşmak.
Gözde: Muhteşem bir duygu. Ben yaz çocuğuyum; Aslan burcuyum. Yükselenim de Aslan; yani ateş grubuyum. Sıcak severim. Koşullar tam benlikti.
Göksen: İnanın, orada olmayanlara bunu anlatmak kadar zor bir şey yok. Ne kadar büyük bir tecrübe, bir bilseniz. Arabada 41 derece gösteren sıcaklıkta, hiç sorgulamadan 3 saat koşuya başlamak ve bunu 7 etap devam ettirmek! Çok değişik bir kafa. Yarışın ertesi günü sabah saat 9’da, yarıştığımız günlere nazaran daha serin bir havada hepimizin söylediği şuydu: “Kimse beni bu hava da koşturamaz!” Peki biz 6 gün nasıl koştuk? Bambaşka bir güç. Yazarak anlatılamaz, orada olup yaşamak lazım.
Ebru: Olağanüstü. Daha önce yaşadığım hiçbir duyguyla tam olarak tarif edilemeyecek bir deneyimdi. Hayranı olduğum Kapadokya’yı, koşarak da yaşamış olmaktan dolayı çok mutluyum.
Toplam kaç gün, kaç km koştun?
Yonca: 6 günde 7 koşu yaptık. Toplam 125 km koştum sanırım. Çünkü 5. günün ilk etabında yaklaşık 2.5 km saptım rotadan. Her gün az çok sapmış olsam belki biraz az, biraz çoktur mesafe. Buradaki “kaç km” sorusunu çok anlamlı bulamıyorum Kıvançcığım. Neden diye sorarsan; rota, hava, doğa koşulları gereği bir gün 5 km’yi 4 saatte aşabilir, diğer gün 10 km’yi 1 saatte geçebilirsin. O yüzden mesafe ve zamanın nasıl göreceli olduğunu anlıyor insan bir yandan da. Dayanıklılık sporu olan ultra maratonlarda, bence mesafe kadar bedensel ve ruhsal olarak ne kadar sürede bunları yapabildiğin ve ne kadar sürede yaparsan yap, varacağın yere nasıl vardığın konusu daha hayati bir mesele. Keza, bir ultracı o günkü 33 km’lik parkurun 12. km’sinde bırakma kararı almış olabilir ve bu aldığı en doğru karardır. Kimse kalkıp “Ayol 33 ne ki?” dememeli.
Mahmut: 6 gün, 7 etap, 253 km. (Kıvanç’ın notu: Mahmut bu mesafeyi, diğer koşuculardan farklı olarak, çantası sırtında, sıcak su dışında hiçbir yardım almadan koştu.)
Gözde: 6 gün kategorisinde yarıştım. Toplamda kaybolmalarımla ya da Bakiye Duran tanımlamasıyla rotadan şaşmalarla 130 km koştum. 6G kategorisini çok şükür sağlık ve mutlulukla tamamladım.
Göksen: Ben 6g yarışçısıydım. 6 günde 7 etap koştum ve toplamda 125 km koşmuş olduk. Hepsi arazide yapılan koşular. Belki de sadece 10 km’si asfalttır. Hele 3. gün bir parkur vardı ki dillere destan. Son 7 km boyunca sürekli tırmanış vardı. Son 3 km’yi gördük ancak oraya ulaşmamız 40 dakikamızı aldı. (Kıvanç’ın notu: bkz: Aynı konuda Yonca’nın söyledikleri)
Ebru: 6 günde yaklaşık 125 kilometre koştum.
Onca zorluğa; yokuşa, bayıra, sıcağa rağmen seni Runfire’a katılmaya iten asıl neden neydi?
Yonca: Doğa ve yalnızlık… Kendimle özgür zaman geçirme hasreti. Cesaretimi perçinlemek, güçlenmek, rahatlamak, kimi zaman saçma sapan şeylerle haksızca yorulan beynimi, bedenimi, ruhumu dinlendirmek. Dinlenmek için gittim. Hep gideceğim.
Mahmut: Geçmiş senelerde koşmuş olduğum ilk çok etaplı ultra maraton olmasından dolayı aramızda doğal bir bağ var. Ayrıca Türkiye’deki iki çok etaplı ultra maratondan biri. Arkadaşlık, dostluk ve doğa bir başka oralarda.
Gözde: Bir süredir yoga pratiğimde ateş elementi ağır basıyor. Sanırım ateş ve güneş beni çekti. Runfire Kapadokya ve Likya Yolu Ultra Maratonu ülkemizde yapılan çok etaplı, özel ve uluslararası maratonlar. Bu maratonların ülkemizin tanıtımı ve koşu kültürünün daha da artması adına desteklenmesi gerektiğine inanarak da katıldım.
Göksen: Uzun etap ekibinde bambaşka bir enerji var. Ama en önemlisi kendimi kendim gibi hissedebildiğim minimalist yaşamın içinde olmak beni cezbetti. Orada herkes egodan yoksun ve saatlerce sohbet edebilecek bir ortam buluyor. Dışarıdaki kimliklerinizi ilk gün kapıdan girince bırakıyor ve mükemmel bir sinerji ile zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Benim seçimimde: 2 önemli sebep vardı. Birincisi triatlon yarışlarında en zayıf hissettiğim alan koşu ve bunu biraz daha olsun zorlayabilmek, diğeri ise spor tatili yapmak ki inanın son yıllarda yaptığım en güzel tatil oldu.
Ebru: Katılmaya iten tam olarak bu zorluklardı zaten. İki yıl öncesine kadar hayatımda koşu yoktu. İki yıldır şehir maratonu koşuyorum. Hiç çadırda kalmamış, arazide koşmamıştım. Köpek korkum, hijyen hassasiyetim, sıcağı sevmemem nedeniyle doğada olmayı istesem de gerçekleşmesi zor bir hayaldi bu benim için. Bir süredir içinde yer aldığım COGNITA sayesinde mindfulness alanında da çalışmalar yapıyorum. Katılma cesaretini bulmamda katkısı olduğunu düşünüyorum. Katılmak istememin asıl sebebi, kendimi aşmaktı.
Hayal ettiğini buldun mu?
Yonca: Bulmak ne demek, fazlasını buldum, hep buldum. Mutsuzken mutlu olmaya başlayan insanları gördüm. Hasta gelip iyileşenini. Üstten bakarken, eşitlenmeyi. Yüzlerce gerçek duygu. Rahat rahat ağlayabilmek, yargılanmamak. Sürekli karşılıksız, koşulsuz destek. Hırsların insanca yönetimi ve asla yardımseverlik, dürüstlük, etik gibi konulara yenilmemesi. Gerçek bir spor kültürü bu. Hatta en alası.
Mahmut: Buldum kesinlikle. Kısaca Runfire anlatılmaz, yaşanır. Hayatta bazı anların bitmesini hiç istemezsin ya, bu da öyle bir şey.
Gözde: Hayal ettiğimden çok daha fazlasını buldum. Benim mesleğim Etkinlik Yöneticiliği. Uzun yıllar boyunca değişik sektörlerden, çok farklı etkinlikleri gerçekleştirdim. 5 yıllık koşu geçmişimde ise yurt içi ve yurt dışı maratonlara katıldım. Ben bu kadar özenle, gönülden yapılan başka bir koşu etkinliği görmedim. Organizasyonda çok fazla detay vardı, her gün farklı parkurlarda koştuk. Kamp her gün başla bir alana taşındı. Bir dolu tedarikçi ve gönüllüler çalıştı. Hepsi biz koşucular mutlu olalım ve motivasyonumuz yüksek olsun diye ellerinden geleni gönülden yaptılar. Yüzlerinden tebessüm ve pozitif enerjileri eksilmedi. Bu vesile ile Uzun Etap, Argos İletişim yetkilileri Özge ve Özgür’e ve tüm ekibe çok teşekkür ederim. Bu maratona Akut ve Adım Adım‘dan arkadaşlarım ile katıldım. Ayrıca yepyeni dostlar edindim. Dolu sohbetler, paylaşımlar ve özel ortak anlar yaşadım. Bu güzel duyguları yaşatan tüm dostlarıma çok teşekkür ederim. İyi ki sizi tanımışım, iyi ki hayatlarımız bu noktada kesişmiş.
Göksen: Hayal ettiğimden fazlasını buldum hem de. Dostluğu, içtenliği, minimalizmi gördüm. Yardımlaşmayı gördüm. 3 dk önümdeki rakibime streching yaptırarak ertesi gün daha iyi koşmasını sağlamaya çalıştığımı gördüm. Kendi adıma bir çok hırsımı yendim orada. Yarışmamayı seçmenin ve anı yakalamanın ne olduğunu keşfettim. Bana çok güzel bir ayna oldu Runfire ve hayata daha başka bakmamı sağladı. Hatta hayatta yapmam dediğim şeyleri yeri gelince yapmaya başladım. Hayatta aramam dediğim kişiye mesaj attım mesela.
Ebru: Açıkçası bu kadarını hayal edememiştim ve çok daha fazlasını buldum. Koşmak benim için kendini keşfetmek, yenilemek, daha üretken ve mutlu olmak yolunda yolculuk demek. Bu yolculuğa Kapadokya’nın büyülü coğrafyası eklenince, yıllarca zihnimde taşıyacağıma emin olduğum bir hafta yaşadım. Zorlandığım anlardan çok şey öğrendim, gelişime açık yönlerimin farkına vardım. Bahsetmeden geçemeyeceğim bir şey daha var ki, birbirini hiç tanımayıp bu denli kalpten yardımlaşan insanları bir arada görmemiştim. Bu güzel insanları tanımak bana umut verdi. Runfire’da koşucular arasındaki yardımlaşmaya, hoşgörüye, sevgiye toplum olarak ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Runfire’da yaşadığın ve zihninin derinliklerine kazınan, aklına ilk gelen şey nedir?
Yonca: Bakiye ablanın bitiş çizgisine yanındaki yarışçıdan önde gelirken, durup arkasındakini beklemesi, elinden tutup el ele bitiş çizgisine girmesi. Her daim, bu zorlukları yaşama şansı veren organizasyona, destek veren bizlere teşekkür etmesi, en büyük can acısını yaşarken bile gülümsemesi ve asla şikayet etmemesi.
Mahmut: Dostluk, aile bağı.
Gözde: O kadar çok görüntü var ki. Ama sanırım 5. gün gündüz Tuz gölü ve sabaha karşı dolunay etabı en çok aklımda kalan anlardan biri. Şansımıza bu kez dolunay bize nadiren olan mavi ay olarak geldi. Tuz gölünde koşmak inanılmaz bir deneyimdi. Karda koşmak gibi ama hava çok sıcak. O kadar beyaz ki güneş gözlüksüz bakamıyorsun. Zemin yer yer buz mavisi balçık ve arada göle giriyorsun. Sonsuz bir düzlük, masmavi gökyüzü ve beyaz bulutlar. Bu dünyaya ait bir yer değildi. Bu etap sonrasında Ulukışla Kampı’nda dinlendik. Kampın bir tarafında güneşin batışına ardından mavi ayın doğuşuna şahit olduk. Sabah 3:30’da başlayan etapta, bu kez karanlıkta Tuz gölü üzerinde mavi aya doğru koştuk. Kafa lambalarımızı kapattığımızda ayın Tuz gölünü aydınlatması çok çok güzeldi. Sessizlik, sadece adım sesleri. Sonra dönüş gün doğumuna doğru. Ben bu iki etapta da yalnız koşarak biraz kendimle kalmayı ve bir nevi meditasyon koşusu yapmayı tercih ettim. Bu evrende ne kadar büyük ve ne kadar küçüğüz aslında… Bize bu deneyimi yaşattığı için yarış direktörü Sevgili Prof. Dr. Taner Damcı’ya özel olarak tekrar teşekkür ederim.
Göksen: Bir fenomen yarattık orada hep beraber: Yatağı ile gezen adam! İnanın tamamen tecrübe
ile o zeminde yatmamak için evdeki 2 kişilik şişme kamp yatağımı aldım yanıma. Normalde hayatta
almam ama bu yarışta biraz keyif yapayım istedim. Hatta french press bile götürdüm. Öylesine bir keyif yani ama daha ilk günden yatağım dillerde dolaşmaya başladı. Bir gün çadırlarımızdan çıkıp 5 kişi Tuz gölünün ortasında yatmaya karar verdik. Ertesi gün de uzun gün denen, toplam 2 etapta yaklaşık 40 km koşacağımız gündü. Sabahında düşünceli halde çadıra dönerken Alicem (3 dk farkla önümde ikinci olan rakibim) güzel bir resmimi çekmiş ve bunun üzerine sosyal medyada yatakla ilgili “fotoshop”lu resimler dönmeye başladı. Elimde halen hiç paylaşmadığım resimleri var. Yatak o kadar popüler oldu ki son 2 gece ben yatamadım üzerinde. Her gece en az üç, dört kişi ile yatağı paylaşıyordum. O yatak neler çekti neler.
Ebru: Her anı özeldi benim için. Çadırda uyumak, muhteşem dağlarda, tarlalarda, göl kenarlarında koşmak, yol boyunca gördüğüm köylülerle, çocuklarla sohbet edip onlardan güç almak, yol arkadaşlığını tam anlamıyla yaşamak, bedenimin sınırlarını zorlamak. Ama ilk aklına gelen deyince kurumuş Tuz gölü üzerinde gündüz ve gece yaptığımız toplam 36 kilometrelik koşuyu söylemeliyim. Gerçek olamayacak kadar güzel, kendimi severek okuduğum yazar Haruki Murakami kitaplarının kahramanları gibi hissettiğim anlardı. Koşmaktan keyif alan herkesin benzer anları yaşamasını dilerim.
Yola çıkan kişiyle, eve dönüş yolundaki sen, aynı sen miydi?
Yonca: Asla değil. İçimdeki kötü, acımış, kokmuş şeyleri bırakıp, yerlerinde güller açan, misler kokan, gözü gönlü açılan bir Yonca olarak dönüyorum her seferinde. Çok özlüyorum bir sonrakini.
Mahmut: Evet. Çünkü daha önce yaşadım bu duyguyu.
Gözde: Açık kalple çıkılan her yolculuk özel bir deneyim. Bana yepyeni tohumlar serpildi.
Göksen: Kesinlikle değilim. Oraya kibirli, egosu daha yüksek ve memnuniyetsizliği daha fazla biri olarak gittim ama içimden bir şair ve bir dansöz çıktı adeta. Son gün sanırım aralıksız 5 saat göbek atmışımdır. Bir de artık yatağı ile gezen adam var tabii ki..
Ebru: Hayır. Bence Runfire’a katılanların hiçbiri artık tam anlamıyla eskisi gibi değil. Kendimi aşmak yolunda bir adım attım ve kendimle verdiğim mücadeleyi kazandım. Fark ettiğim değişim, kaç kilometre koştuğumdan, hangi hızda koştuğumdan çok ama çok daha değerli benim için.
6 gün içinde ne değişti hayatında?
Yonca: Ben Likya’ya ilk gittiğimde değişti o şey. Bir daha asla eski ben olmadım ya da belki de ben aslen böyleydim de aslımı, özümü yeniden buldum. Rahatladım. Hayata, insanlara güvenim yerine geldi. Umudum arttı. Korkmuyorum. Önyargım yok. Neye evet, neye hayır diyeceğimi biliyorum. Dahası bazen bir şeyi kazanmak için kendimi kaybetmektense, hayır diyebileceğimi öğrendim. Neye evet diyeceğimi, ne için devam edeceğimi çok iyi biliyorum. Etmezsem de kendimi dövmem. Sarıp sarmalarım. Anlayışlıyım kendime.
Gözde: Daha basit, daha az ve öz, daha minimalist olacağımı düşünüyorum. Doğada kalmaya daha çok ihtiyacım var.
Göksen: Minimalistliği öğrendim öncelikle. Ayrıca kendisi ile o kadar barışık insanlar gördüm ki bu sayede. Ben de ne dans etmekten çekindim ki dans etmeyi çok severim, ne de sesim kötü olsa da şarkı
söylemekten vazgeçtim. Sevgili Mirkelam bizimleydi 7 gün boyunca. Düşünün ki adamın yüzüne karşı
bu kötü sesimle “bu yüzdeeeen her gece beeeeeen, her gece üzülmüşüüüüüm” diye bağıra bağıra
şarkı söyledim. En önemlisi de birine kendimi beğendirmeye çalışma ihtiyacımdan arındım. Beni sevenin, olduğum gibi bir insan olarak beni kabul etmesi gerektiğini ve bu şekilde sevmesi gerektiğini daha iyi anladım.
Ebru: Elbette yepyeni bir insan olmadım ama anlamlı değişimi gözlemliyorum. Pek çok alanda esnekliğim, adaptasyon yeteneğim artıyor. Vazgeçilmezlerimi azaltıp, daha minimalist yaşamak noktasında Runfire Kapadokya bana çok şey öğretti. Her koşulda pozitif bakmanın, mücadele etmenin gücünü bir kez daha gördüm. Bundan sonraki hayatımda bu etkiyi sürdürebilmeye gayret edeceğim. Ayrıca hekim olarak zaten hayranı olduğum insan bedeninin gelişme potansiyeline de yeniden şahit oldum.
Tek bir kelimeyle, koşan birinin neden Runfire’a katılması gerektiğine dair ipucu verecek olsan, ne derdin?
Yonca: Bunca soruya cevap verdim, içinden bir kelime okuyana dokunmadıysa belki katılan diğer arkadaşlarımın paylaşımlarına da bakmalı. Yine de, doğadan bu kadar uzaklaştırılan, sabahtan akşama yapamazsın edemezsin, öyle etme hasta olursun, buna güvenme soyulursun, aman karışma başına bela alırsın diyen ortamdan çıkmak için gelsinler. Gelsinler de, ne kadar güçlüler görsünler. Ya da hangi konularda çözüm bulma becerileri varmış meğer, onu görüp, şaşırsınlar. Kendilerini yeniden tanımak için, ayılmak için gelsinler.
Mahmut: Peri bacaları, balonlar ve Tuz gölü. Tek kelime olmadı. Tek kelime ile Runfire anlatılmaz ki…
Gözde: Gerçek benliğine dokunmak.
Göksen: Runfire dönüşünde hayatınızda %100 bir değişim yaşayacağınızın garantisini verebilirim!
Ebru: “Sen hiç Tuz Gölü’nde koştun mu?”
Koşarken asfalt mı tercih edersin, arazi mi? Neden?
Yonca: Arazi! Kendini dinler, kendinin en iyisi olmak için çabalarsan sakatlık yaşamazsın. Ve insan yapımı değil yahu, bildiğin arazi. Doğal yani.
Mahmut: Arazi. Asfalt olan yerleri araba ile keşfedebilirsiniz. Araziyi keşfetmek için ayaklarınıza, ruhunuza, bedeninize ihtiyacınız var. Kısaca kendinizle mücadele etmektir arazide koşmak.
Gözde: Bu soru bana çok geliyor. Yanıtım hep aynı. Arazi ve asfalt koşusu bana elma ve armut ayrımı gibi geliyor. İkisinin koşucuya sağladığı motivasyon çok farklı bence. İkisini de ayrı ayrı seviyorum. 16 hafta boyunca adanmışlıkla hazırlandığın ve senle aynı motivasyonla start almış, binlerce koşucu ile birlikte güzel bir şehirde, destekçilerin seni yol boyunca alkışladığı, güzel müzikler dinlediğin maratonu bitirmek inanılmaz bir heyecandır. Doğada kuş sesleri, ağaçlar, çiçekler, böcekler, köylüler, yokuşlar, inişler, su geçişleri, ip çıkışları ve bir dolu mucizeye tanık olduğun arazi koşuları ise apayrı bir keyiftir.
Göksen: Arazi tabii ki. Asfaltta çok hızlı olman lazım ve metronom gibi ritmik. Ama arazide elinde gps ile akıllı olman gerekir. Stabil bir yol olmadığından sürekli değişkenler vardır ve bu seni hep ayık tutar.
Ayrıca arazide karşına çıkabilecek manzaralar, doğa, hayvanlar, mental olarak da inanılmaz bir meditasyondur.
Ebru: Asfalt koşucusuydum daha önce hatta Runfire’da en zorlu anlarımı araziye alışık olmadığımdan dolayı yaşadım. İyi ki de yaşadım. Doğada olmak, kendini doğanın iyileştirici, zenginleştirici etkisine bırakmak bir harika. Koşmanın yarattığı etkiyle de çok uyumlu. O yüzden arazi diyeceğim. Şehir maratonu koşmaya devam ederim. Burada da kat edeceğim çok yol var. Ayrıca koşmayı benim için daha anlamlı kılan, ADIM ADIM yardımseverlik koşularımı şehir maratonlarında yapıyorum. İyilik peşinde koşmanın hayatları değiştirebilme potansiyeli beni heyecanlandırıyor ve motive ediyor.
Likya Yolu Ultra Maratonu’na da katılacak mısın?
Yonca: Tabii ki! Ölene kadar her imkanım olduğunda katılacağım. 100 yaşımda da orada olmak istiyorum. Bunu da hiç gülünsün diye demiyorum. Dünya’nın biricik tarihi, doğası orası. Başka bir büyü var orada ve insanlarımız bilmiyorlar. Hayatımda Likya Yolu gibi bir ortamı, -doğası, tarihi, mitolojisi, hikayesi dahil- bilmiyorum başka nasıl yaşarım. Birileri bizim için her şeyi hazırlıyor ve biz gitmeyeceğiz, öyle mi? Yemin ediyorum, çılgınlık… Hayatımın en önemli hayata döndüren kafa ve bedensel rehabilitasyon ve güçlenme tatili; Likyam.
Mahmut: Evet.
Gözde: Çok istiyorum ama bu sene zor görünüyor. Çünkü 11 Ekim’de Chicago’da tam maraton; 42.195 km koşacağım. Ama 2016 takvimime hem Runfire Kapadokya hem de Likya Yolu’nu aldım.
Göksen: Tabii ki… Kaçar mı? Yine 6g’de orada olacağım.
Ebru: Mutlaka orada olacağım. Arazinin biraz daha zorlu olduğunu biliyorum. Arazide antrenman yapıp hazırlanabilirsem koşucu, hazırlık için zamanım olmazsa da gönüllü olarak katılacağım.
Koşmaya yeni başlayanlara ne önerirsin?
Yonca: Koşsunlar. Kılık, kıyafet, alet, edevat, hız mız… Bunları düşünmesinler. Kendilerini dinlesinler. İçlerinden nasıl geliyorsa, öyle yapsınlar. En iyi kendi bilir, bedeni bilir. Yorulduysa yavaşlasın, dursun bir çay molası versin. Sıkıldı mı, ilk dolmuşla eve dönsün, canı çekince yine çıksın, denesin. Sakin ve yavaş… Bazen yürür, bazen koşar insan. Önemli olan hareket halinde olmak. Kimseye bakmasınlar. Özgürler, özgür kalsınlar, özgür hissetsinler. İçgüdülerini hatırlamayı unutmuş insanlarımız. Çok üzülüyorum. Bir kal kendi başına, bakalım ne yapacaksın. Çekinme. Ben gibi, benim kadar koşmak diye bir şey yok. Senin de kendine göredir tempon, mesafen. Bir elinin parmaklarının izleri bile tek şu dünyada. Kendin olarak yap…
Mahmut: 4g olsun, 6g olsun fark etmez, bu deneyimi kesinlikle tatmalarını tavsiye ediyorum. Kendilerine ufak hedefler koymalarını öneririm. Büyük hedeflere ancak ufakları başararak ulaşabiliriz.
Gözde: Rahat olmalarını ve kalplerini dinlemelerini öneririm.
Göksen: Koşmak insana özgürlük ruhunu aşılayan mükemmel bir şeydir. Bir iki günlük motivasyon kayıpları sizleri kesinlikle vazgeçirmesin. Basamakları teker teker çıkmak hedefiniz olsun. Hatta ulaşacağınız çok küçük hedefler ile başlayın her zaman.
Ebru: Yaşamlarına koşu girdikten sonra her şeyin çok daha güzel olacağına eminim. Benim için öyle oldu. Koşmanın fiziksel olduğu kadar zihinsel bir yönü de var ki yaratıcılığı, hayatın tüm alanlarındaki verimliliği arttırdığını düşünüyorum. Runfire Kapadokya, Likya Yolu Ultra Maratonu gibi özel rotalarda geçen arazi koşularını mutlaka denesinler. Doğada, hikayesi olan rotalarda koşsunlar, koştukça özgürleşsinler. Koşarak kendilerinden başkasını da mutlu etmek isterlerse, ADIM ADIM’a üye olup, iyilik peşinde koşsunlar. Kendilerine verebilecekleri bundan daha büyük bir armağan olamaz.
Röportajı okuyanlar seni sosyal medyada nereden takip edebilir, koşarken seninle nerede karşılaşabilirler?
Yonca Tokbaş: Beni Instagram, Twitter ve Facebook hesaplarımdan takip edebilirler.
Mahmut Yavuz: Blog yazıyorum. Ayrıca Facebook ve Istagram‘dan da bana ulaşabilirler.
Gözde Uysal: Hafta içi sabah saatlerinde Bebek ve Yıldız Parkı, hafta sonu Belgrad Ormanı’nda koşarım. Koşu etkinliklerine katılmayı ve yarışları desteklemeyi severim. En aktif kullandığım sosyal medya mecrası Instagram. Beni buradan takip edebilirsiniz.
Göksen Çınar: Bloğum var. Bunun yanında Facebook, Instagram ve Twitter hesaplarımdan takip edebilirsiniz.
Ebru İney: Şimdiye kadar sorsanız sadece üyesi olduğum spor merkezi ve maraton öncesi uzun koşularda Belgrad Ormanı olurdu cevabım. Sanırım bundan sonra doğada, açık havada koşmak yönündeki fırsatlara karşı daha açık olacağım. Uzunetap’ın düzenlediği ultra maratonlara ve diğer koşulara katılacağım. Yaşadığım benzersiz deneyim için, Uzunetap’a ve tüm koşuculara teşekkür ederim.
Not: Hem koşup hem de yukarıdaki fotoğrafları çeken Aykut Üstündağ’a sevgilerimle…