Korku, kısıtlayıcı, soyutlayıcı her türden koşullanma ve tutum insanı özgürlükten, zekadan ve sevgiden uzaklaştırır. Böylesi bir tutum içinde hareket eden, kitlenin genelleme ve soyutlayıcı kısıtlamalarından arınmış bir bireyin özgürce eylemde bulunması, onu hayatın bütünsel sürecine bakmaya sevk edebilir.
Böylesi bir yönelimin amacı kısıtlayıcı, zorlayıcı ve koşullanma ile gerçekleşen düşünmenin yanılsamalarından eğitimin arınmasını sağlamak içindir. Gerçek özgürlük içinde verilen bir eğitimde, hem toplumsal hem de bireysel korku ve baskılara yer yoktur. Bireyin psikolojik süreçlerinin en yalın yapısında, sosyal ve toplumsal ilişkilerde; geleneklerin, mesleki endişe ve korkuların kök saldığı yerde gerçek özgürlük yoktur.
İçsel, sezgisel ve bilişsel uyanışı sağlaması beklenen eğitimin bunun tam tersini yapması eğitimin kendi köklerini koparmasından başka bir şey değildir.
Özgürlük olmadan amaç bulunamaz; bizim kendi küçük ve önemsiz isteklerimizden, arayışlarımızdan, hırslarımızdan, kıskançlıklarımızdan, kötü niyetlerimizden kurtulmadıkça, korkularımızın üstüne gitmedikçe yaşamın amacının ne olduğu nasıl sorgulanabilir ve keşfedilebilir?
Korku, kaygı ve mesleki anlamda gelecek endişelerinin yanında toplumsal, geleneksel tutumlarla olağanlaştırılan gündelik yaşamın dokusu içinde gerçek özgürlük yoktur. Her türden otoriteden beklenti, güvenlik ihtiyacının sağlanıp korunması ve sahip olduklarımızın teminat altına alınmasıdır. Bunun karşılığında özgürlüğümüzden feragat ederiz!
Biz özgürlükten başka bir şeyi arıyoruz; daha iyi koşullar, daha iyi bir ortam arıyoruz. Biz özgürlük istemiyoruz; daha iyi, daha rahat, daha soylu koşullar arıyoruz ve buna eğitim diyoruz. Böyle bir eğitim dünyada barışı sağlayabilir mi? Kuşkusuz hayır. Tersine daha büyük savaşlar ve yoksulluk yaratır.
Oysa gerçek özgürlük temelinde verilen eğitim sayesinde, bireyin sahici bir hayatı olabilir. Aksi durumda, korku, baskı ve kategorik ayrımların eşiğinde yetiştirilen her birey dünyada daha çok düşmanlık ve bölünme üretir. Savaşın yoksulluğun ve adaletsizliklerin küresel ölçekte yaşandığı bir dünyada kucaklayıcı, sahici ve ayrımlara kapılmadan verilecek bir eğitimle bu sorunlar aşılabilir ancak.
Bertrand Russel’a göre korkunun kaynağı
Bertrand Russell “Eğitim Üzerine” eserinde, pedagojik yönelimde korku sorunu konusuna önemli bir yer vermiştir. Ona göre, erken çocuklukla birlikte çocuklara korku ebeveyn, dadı veya öğretmenleri tarafından aktarılan bir şeydir. Ebeveyn veya öğretmenin kendi yaşam deneyimlerinden edindiği korku ve kaygıların çocuğa geçmesini önlemenin yolu; onların bu beceri ve bilgilere sahip olmasından geçmektedir. Russell, çocuklara sonraki yaşamlarında daha geniş bir görüş ve düşünmeye sahip olmalarının yolunu öğrettiğimizde onları dünyanın özgür bir yurttaşı yapabileceğimizi belirtmektedir. Korku, kaygı gibi olumsuz durumları çocuğun sağlıklı bireyler olmalarını engelleyecek süreçleri de adalet, hoşgörü, görgü kuralları vb. eğlenceli bir şekilde özümsemelerini sağlamanın, eğitimin temeli olduğunu ifade eder (Russell, 1923: 95-96).
Eğitimci korku ve kaygı gibi psikolojik süreçleri yönetirken, gerektiğinde bilimsel açıklamalarla veya sevgi gibi edimsel tutumlar içinde olmalıdır. Deneyimlerimiz göstermiştir ki, korku veya kaygı gibi durumlar daha çok gelecekte karşımıza henüz çıkmamış durumlara karşı, önceden çeşitli telkin ve davranışlarla çocuklara geçmektedir. Gelecek kaygısı içinde yetiştirilen bireyler doğal olarak sezgisel bir biçimde korkuyu da kaygıyı da içsel olarak yaşarlar. Gelecek kaygısının mesleki konumlara göre biçim kazanmasının yanında otorite ile birlikte ortaya çıkan ilişki biçimleri ve çeşitli belirsizlikler de korku duygusunu besler.
Krishnamurti’ye göre korku zamana ilişkin düşüncelerimizin eseridir. Nitekim “eğer yarın olmasaydı, sadece şimdi olsaydı düşüncenin bir hareketi olarak korku biterdi” Gerçek anlamda, zihinsel ve ruhsal uyanış içinde gerçekleşecek bir eğitim, korkuya değil erdeme dayalı olduğunda bireysel mutluluğu inşa edebilir. Düşüncenin bir eseri olarak korku, yine düşüncenin kendi bilincine varmasıyla aşılabilir ancak bunun yolu, bireyi zamanın bir anına değil tümü içinde bütünleşmesine yardımcı olacak bir uyanış ile bu mümkün olabilir. Aksi durumda bilginin bazı dallarına ve mesleki kariyer için eğitimin şekillendiği bir durumda sadece mekanik yüzeysel düşünebilen ve ikincil değerleri ön planda tutan, gelecek kaygısı içinde bireyler yetişir.
Peki, böyle bir özgürlüğe ve kurtuluşa nasıl ulaşabiliriz?
Böyle bir özgürlük ve eğitimin nasıl yaşanabileceği konusunda Krishnamurti’nin yaklaşımı oldukça yalındır. Ona göre; “Özgürlük kendiliğinden gelen, peşinden koşulamayan bir şeydir. Özgürlük korku olmadığında, kalbinizde sevgi olduğunda açığa çıkar. Özgürlük ancak zihin artık gelenekte ya da bilgide güven aramadığında açığa çıkar. Bilgiyle yüklenmiş ya da bilgiyle sakatlanmış bir zihin özgür değildir. Zihin ancak yaşamla her an yüzleşebildiği, her olayın, her düşüncenin, her deneyimin ortaya çıkardığı gerçeklikle yüzleşebildiği zaman özgürdür. Ama bu ortaya çıkış, zihin geçmişle sakatlandığında olanaksızdır.”
Aksi durumda, korku, baskı ve kategorik ayrımların eşiğinde yetiştirilen her birey dünyada daha çok düşmanlık ve bölünme üretir. Savaşın yoksulluğun ve adaletsizliklerin küresel ölçekte yaşandığı bir dünyada kucaklayıcı, sahici ve ayrımlara kapılmadan verilecek bir eğitimle bu sorunlar aşılabilir.
Kaynaklar:
- Uluslararası Anadolu Sosyal Bilimler Dergisi Krishnamurti’nin Eğitim Anlayışı Doç. Dr. Feysel TAŞÇIER
- Bertrand Russell “Eğitim Üzerine”
- Aristoteles, (1998). Nikomakhos’a Etik (S. Babür, Çev.) Ankara: Ayraç Yay.
- Bröckling, U. (2001). Disiplin, (V. Atayman, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yay.
- Heidegger, M. (2019). Düşünmek Ne Demektir (İ. Turan, Çev.) İstanbul: Dergah Yay.
- Kant, İ. (1908). “The Educational Theory of İmmanuel Kant”, (E. F. Buchner, Translated and Edited)
İlginizi çekebilir: Ruhsal eğitmen olarak duygularımız: Öfke