Ruhani bir önsöz: Kalbi hissedebilmek üzerine düşünceler
Yazıları yazıp sonra önsöz yazmak mimarın yapacağı işler gibi duruyor değil mi? Hangi Mimar? Matrix’teki eril/yaşlı/baba Mimar buna örnek verilebilir belki. Zion’un da bir program olması ve aralıklarla resetlenmesi hepimizi üzmüştü değil mi? Morpheus planı, Zion planı gibi.
Bir şeylerin resetlenmediği, madde içinde temellenmiş bir yer arıyoruz içimizde. Ancak ruh, maddelere tutunmadan yolculuk yapıyor ve madde ile arasındaki çekilimin ve dolgunun adı sevgiyse ya? Peki biz yazılanlara dönelim ve Greg Gonzalez’in ağzından tekrar tekrar “It’s so sweet” diyelim. Ne yazmıştık kendi geçmiş defterimize? O yazıyı biliyor muyuz? Bazılarımız buna karma ya da ne ekersen onu biçemezsin diyebilir, ruhun bu diyalektiği bize iyi geliyor, değil mi? Kozmik adaleti/yargıcı çalıştırıyoruz. Ahlar vahlar ediyoruz birbirimize ve varlıksal olarak dolaş oluyoruz buralarda.
Ateş oktavı devam ediyor, ağustos da bu oktava, “doğa” da cevap veriyor ve “bundan sonra karnın üzerinde sürünüp toz yiyeceksin” dedikleri yılanlı dostlarımız da dahil bu ateş işlerine. Yılanlar çiftleşme dönemlerinde birbirlerine dolaş oluyorlar değil mi? Biz kendimize dolaş olmuş haldeyiz. Bu olayların Genesiste yazılarlarla ilgisi var mı bilinmez. Gerçi onlarla ilgisi olmayan bir şey var mı o da bilinmez.
Gelelim hayatta yazdıklarımıza, hayatın yazılarına. Bir sonraki anın içinde ne oluyor? Attığımız adımların zaman hattı üzerinde ne işler yaptığını her zaman göremiyoruz ve mekan kıvrılıp şimdiye geldiğinde ben de burada o geçmiş yazı için önsöz yazıyorum ki bir izlenim kozmosta uygun bir titreşimle yayılsın. Bundan sorumlu olduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Ancak bu seviyede bir sorumluluk hissetmek için nasıl bir vicdan mekanizması ya da kalp gerekir? Öğrenilmiş otomatik vicdan ile bu sorumluluğu hissedebilir miyiz acaba? Bunun bir örneğini “bardağın dışını yıkamayın” diyen Üstadın söyleminde görebiliriz.
Her ne yazılmışsa yazılsın anın içindeki genişliğimiz ve duygularımız kadar var oluruz. İşte gerçek önsöz bu olabilir. Daha söylenmemiş ancak söylenecek birçok potansiyeli barındırır içinde. Bir önsözdür ve duyguların üzerinde oturur. Diğer söylenmiş sözlerin hepsini değiştirebilir mi? “Her olursan ol gel” diyen bir sistemin içindeyiz. “Geçmişte onu onu ektim, bunları bunları biçmeliyim” diyen ses duyulur mu bu sistemin içinde? Duyulmamalı, değil mi? “Ben öyle hemen gelemem benim günahım var, ben şimdi bunu hak etmiyorum, şu eğitimi alayım öyle uyanırım, tamam geleyim ancak şu workshoptan sonra gelirim…” Şu dişi erili bir dengeleseydim gelmeden, bak o zaman ilerlerdim… Peki dostum ne oldu şimdi? Cevap şuur alanlarımıza insin.
Diyorum ki, denize henüz girmedik ve aynı zamanda da girdik. Henüz kavuşmadık ve aynı zamanda da kavuştuk. Zamanın içinde atlayarak gidip kağıtları kıvırıp önsöz yazdığımızı görüyor musunuz? Yatay spiraller içinde dikey çıkışlarla özümüzden tesir alıyoruz.
Bütün bu yazı diğer yazıların yerine geçer ve mekanı kaplar. Önsözüm de kalbimi duyuyor olmam. Buradan çıkacak her şey sözüm olabilir. Yürüyüşünü sevdiğim, derinliği gözün gördüğünden daha fazlası olan Sahra’ya ve çocuklara. İçsel çocuklara, korkmuş ve şaşkın olanlara. Doymamış, anlaşılmamış çocuklara. Yeşile ve sarıya. Doğaya. Ateşe ve suya. Dişinin ve erilin ahengine gelsin önsözlerimiz.
İlginizi çekebilir: Hermetik yolun ışığı: Bulmak istiyorsanız ışıkta arayın