Romantik ilişki dinamikleri: Mutsuzluğa rağmen neden ayrılamayız?
İnsan her ne kadar sosyal olma ihtiyacı içinde olsa da, ilişki kurmak ve kişiler arası ilişkileri sağlıklı bir şekilde yürütebilmek başlı başına bir mesele iken işin içine romantizmin girmesiyle ilişkiler çok farklı boyutlara evrilebiliyor.
Sizi canlı tutan bir ilişkinin içindeyseniz keyfini sürmek yapabileceğiniz tek iyi şey olsa gerek. Benim bahsetmek istediğim daha ziyade kendinizi içinde iyi hissetmediğiniz, enerjisi gitmiş, bir şeylerin ters gittiğini anladığınız ama belki de adını tam olarak koyamadığınız ya da görünürde çok büyük somut bir sorunun varlığından bahsedemediğiniz, bu nedenle de bitiremediğiniz, sizi kurak bırakan türdekiler…
Bir yakınınıza anlattığınızda “Aman ne olmuş yani, tüm ilişkilerin sonu bu!” deyip kendinizi sanki çok fazlasını istiyormuş gibi hissetmenize sebep olan, birlikteyken daha çok kendi alanınıza kaçmayı arzu ettiğiniz, bu nedenle kendinizi suçladığınız, aslında artık duygusal ihtiyaçlarınızı karşılamayan türdeki ilişkiler…
Şimdi şöyle diyebilirsiniz: “Mutsuzsan ayrıl o zaman!”
Sorun da asıl burada başlıyor. Tam da böyle mutsuz olduğununuzu hissediyorken, yaşamınızın geri kalanını böyle sürdürmeyi seçebiliyorsunuz.
Peki, ne oluyor da kişi harekete geçme konusunda kararsız ya da isteksiz kalabiliyor? Bir kısmımız seçim yapmanın ve karar vermenin sunduğu imkanlardan yararlanıp kendi için bir çözüm yolu bulabilirken, bir kısmımız ise çatışmalı dilekleri belki de aynı anda hissettiğinden birini seçme ve diğerinden vazgeçme sorumluluğuyla yüzleşemiyor.
İlişkilerde karşılıklı olarak doyurulan pek çok alan var. Partneriniz duygusal ihtiyaçlarınızı ve arzularınızı artık karşılamazken, başınız sıkıştığında size destek olan bir kurtarıcıya dönüşüyor olabilir. Siz de böyle bir ilişki içinde kendinizi cansız, ancak ayrılmayı göze alamayacak kadar da güvende hissediyor, sanki ayrılsanız tek başınıza var olamayacağınızı, adeta sudan çıkmış bir balığa dönüşeceğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Hayatla tek başınıza mücadele edecek gücünüz yokmuş gibi gelebilir. Bu durumda kendi çatışmalarınızdan benliğinizi korumak ve kurtulmak için, onu sevdiğinize, vazgeçilmez biri olduğuna kendinizi ikna ediyor olabilirsiniz farkında bile olmadan.
İlişkiler karmaşık ve çok boyutlu dinamiklere sahip olduğu için geçmişimizden gelen davranış örüntülerinin tekrar ettiği bir döngüye dönüşebilir. Aile ve çocukluk yaşantınızda duygusal istismara maruz kaldıysanız yaşadıklarınızla yüzleşmemiş ve ailenizin size karşı olan davranışlarının problemli olduğunu henüz kabul etmediyseniz (kişi hissedeceği acıdan kaçınmak için bu davranışları normalleştirme eğiliminde bulunabiliyor. Örneğin, kendi iyiliği için olduğunu düşünmeyi
seçebiliyor), içinde kendinizi iyi hissetmediğiniz, size değersizlik duygularını yansıtan, hatta şiddet bile gördüğünüz bir partnerden ayrılmakta zorluk yaşayabilirsiniz. Çünkü ailenizde yaşadıklarınıza çok benzer deneyimleri size hatırlatır ve siz bu paternleri güvenli olarak kabul etmişsinizdir. Sizi sevdiğini söyleyen ebeveynleriniz de size bu şekilde davranmışsa iki zıt duyguyu birlikte sarmalayıp kabul etme eğilimi göstermiş olabilirsiniz. Yaşadıklarınız için kendinize kızıyor olabilir ama bir türlü neden vazgeçemediğinizi de anlayamıyor olabilirsiniz.
İki tarafa da farklı olumsuz duygular yaşatan ve her iki tarafın da ilişkide sorun olduğunu kabul etmekte zorlandığı bir diğer durum, bağlılıktan bağımlılığa dönüşmüş olan ilişki türüdür.
Bağımlı olan kişi, partnerine karşı yoğun ilgi içindedir. Onu kaybetmekten korkar ve bu nedenle gün içinde defalarca arayıp ulaşmak ister. Tek odak noktası o ve onun istekleri olmuştur. Partnerinin ilgisinin başka konulara kaymasından yoğun kaygı ve öfke duyabilir. Onun onayını almadan karar veremez. İlişkide kendini huzursuz ve mutsuz hissedebilir. Vazgeçmeyi asla göze alamaz ve terk edilme kaygısı yüzünden ilişkide boğucu bir konumdadır. Çünkü onun için “tek başına olma yeteneği ve tek başınalık meselesi kaybetmekle ve terk edilmekle benzer anlamlar taşıyabilmektedir.” (Abram,2007)
Diğer uçta ise bu kadar yoğun ilgi karşısında sıkılan, bir şeylerin ters gittiğini hisseden ama zaman zaman da “Daha ne istiyorum ki, beni çok seven bir eşim var” şeklinde düşünüp kendini suçlayan ve kendi alanına sığınan bir kişi vardır.
Şayet bağımlı olan taraftaysanız, partnerinizi hayatınızda nasıl bir yere koyuyorsunuz ki bağımsız ve özgür olabilmek yerine, yapışmak ve ayrılamamak ilişkinin dinamiği haline geliyor? Bu soruyu kendinize sorabilirsiniz.
Winnicott’un ifade ettiği gibi özgürlük, deneyimlenen bir durumdur ve temelleri erken dönemlere dayanmaktadır. Yetersiz bir anne imgesi, ruhsal olarak kendi kendine yetebilmeyi zorlaştırabilir.
Buradan hareketle kendimize sorabileceğimiz diğer bir soru ise, “İlişkimde gerçekten vazgeçemediğim, sadece partnerimin kendisi mi?” olmalıdır.
İlginizi çekebilir: Anne-bebek ilişkisi, romantik ilişkilerimizi nasıl etkiler?