Son zamanlarda kendimi kitap okumaya adamış durumdayım. Sanki bilgiye, öğrenmeye tekrardan iştahım kabarmış ve ne kadar beslenirsem besleneyim doymuyor gibiyim. Neyse, bu iyi bir şey… Fakat bir yandan böyle olunca da son zamanlarda kimseyle pek görüşmeyip evden çıkmadığımdan dolayı hayatın içinden dikkatimi çeken farkındalık anları pek yaşamıyorum. Ne yazacağım diye düşünürken okuduğum kitaplardan paylaşımlar yapmanın yararlı olacağını düşündüm.
Uzun zamandır en etkilendiğim ve başucu kitabı olması gerektiğini düşündüğüm kitap oldu Pierre Franckh’ın Rezonans Kanunu isimli kitabı. Yeni bir kitap değil; hatta içindeki bilgilerin birçoğunu bilmeme rağmen çok basit şekilde tekrar hatırlamak bana çok iyi geldi.
Kitap şöyle başlıyor: “Bu kitapta bahsedilen her şey bilimsel olarak kanıtlanmıştır!” Nedenci ve dayanaklı açıklamaları seven bir karakter olduğum için daha ilk cümlede aldı beni kitap. Ardından şu soruyla devam ediyor: “Eğer hiçbir sınır, önyargı veya isteklerinin abartılı, aşırı, gülünç ya da ölçüsüz olduğunu söyleyen kimse olmasaydı? Yani eğer her kim olursa olsun, istediğin kişi olabilseydin ve önünde bütün yollar ile kapılar açık olsaydı, o zaman kim olmayı isterdin?” (s:11)
Bu soruyla ben de ilk defa Meditasyon Eğitmenliği Eğitimi sırasında karşılaşmıştım. Daha önce hiç düşünmemiş ve ardından da kocaman kapılar açmıştı bana. Hep derim sorulardır insanı büyüten, genişleten diye. Bence bu soru da o soruların en başında geliyor ve ara ara da insanın kendisine sorması gerekiyor.
Ve sonrasında ise rezonansa giriş yapıyoruz. Tüm bilgilerin en başı bizim, hepimizin, tüm dünyanın, evrenin, her nesnenin titreşimlerden oluştuğudur. Aslında sen ve gördüğün her şey birer titreşim paketiyiz! Bu noktada kitap güzel bir örnek veriyor:
“Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes veya tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterli olacaktr.” (s:19)
“Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize karşı koymaları mümkün değildir.” (s:19-20)
Ve böylelikle başımıza gelenlerden dışarıyı suçlamak, kurban rolüne girmek yerine kendi titreşim frekansımızdan kendimizin sorumlu olduğunu ve ancak kendi isteğimizle onu yükseltip düşürebileceğimizi en başından öğrenmiş oluyoruz. ‘Güç sadece kendimizde!’nin bilimsel ve müthiş basit ve mantıklı açıklamasına hoş geldiniz!
Hemen sonrasında kalp ve beynin titreşim alanlarının kuvvetiyle devam ediyoruz: Kalbin enerji alanı 2,5 m çapında, beynin enerji alanı ise çok daha kısa bir alana yayılıyor. Yani düşündüğünden ziyade inandığının önemi var hayatta istediğin şeyleri gerçekleştirebilmen için. Şöyle bir örnekle daha iyi açıklayabilirim sanırım:
Mesela erkek/kız arkadaşın olsun istiyorsun. Düşüncelerinde de hep bu var ama bir türlü etkileneceğin bir adam/kadın karşına çıkmıyor! Tam o noktada kalbine bak. Sen dışarıya böyle söylerken aslında kalbinde şöyle bir inanç olabilir mi: “Ben bir ilişki yaşamaya layık değilim.”
Bu noktada kalbin titreşim alanı beyinden daha kuvvetli ve geniş alana yayıldığı için senin kalbinde inandıkların evrene daha kuvvetli bir şekilde yayılmış oluyor. Yani bu örnekte isteyip bir türlü ilişki yaşayamıyorsa kişi; sebebi çok belli! Aynı frekanstaki titreşimler ancak uyumlanabildiğine göre, etkilenebileceğin insanın karşına çıkması matematiksel olarak da imkansız hale geliyor. Ne mi yapmalı? Kalbindeki asıl inancı araştırıp dönüşümü oradan başlatmalı. Bu da çetrefilli bir süreç olabiliyor zaman zaman ama evren bu şekilde işliyor.
Hayal kurmak için de aynı şey geçerli. Hayal kurmak mükemmel bir şey, evet; bizi zinde tutuyor, aktif bir bilinç hali ve kesinlikle gerçeğe dönüşme yolunu hızlandırdığına da kendi hayatımdan örneklerle eminim ama bir şartla! O hayaline kalpten inanmak!
İnanmadan hayal ettiğin noktada, evet beyin dalga yayıyor ama kalp, beyne göre 5000 kat daha kuvvetli dalga yaydığından ötürü kalbinde bir sebeple aslında korku, endişe, tereddüt içeren asıl inanç varsa o daha kuvvetle evrene yayılıyor! Böylelikle “Hayallerim gerçekleşmiyor” dediğinde iyi düşün, çünkü kalpteki inanç ve istek her şekilde gerçekleşiyor. Acaba senin kalbindeki gerçek ne? Kalbindeki asıl inancın nedir?
Çünkü, yukarıda bahsettiklerimiz gösteriyor ki:
“Sahip olduğumuz tüm inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanunu’nun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdekileri aradığı anlamına gelir.” (s:32)
“Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda meydana gelecektir. Sözün özü, inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.” (s:32)
Ve bence en önemlisi de şudur:
“Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşünceler için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz, yaşayacaklarımızı belirler.” (s:33)
Dışarıda birçok insanı beğenip takdir ederken, güzel bulup hayranlık duyarken sen kendine nasıl yaklaşıyorsun? Kendine olan inançların daha olumlu mu, yoksa olumsuza kaçan noktalarda mı? Unutma, sen ne isen hayatında o olacaktır. Sende olmayanı başkasında arama çünkü bulamayacaksın. Ancak sen, beraber olmayı arzu ettiğin adam ya da kadın gibi olduğunda, öyle titreşimler yaydığında, o seviyedeki titreşimlerle uyumlanabileceksin. Puzzle gibi hayal et. Puzzle parçalarını ancak uyumlu olduklarında yan yana getirebilirsin. Yoksa ne kadar uğraşırsan uğraş, yan yana gelemez.
Rezonans Kanunu’na giriş için güzel bir başlangıç yapmış olduk. Üstünde düşüneceğimiz büyük sorular var elimizde bu yazıyla beraber. Bak bakalım sen nerelerdesin? Haftaya da başka bir noktayı ele alarak oralardan beraber genişlemek dileğiyle.
Not: Paylaşmak istediğin deneyimlerin, soruların olursa yazının altındaki yorum bölümünden paylaşabilirsen; hepimiz faydalanmış oluruz, böylelikle beraber büyümeye devam edebiliriz.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Aradığınız her şeyi önce kendinizde bulmalısınız: Kendinizle sevgili olmak ister miydiniz?