X

Rahminiz özgür değilse: Bir endometriozis (çikolata kisti) hikayesi

Bu yazı Uplifers konuk yazarlarından Başak Gürbüz Bilsel tarafından kaleme alınmıştır.

“Rahminiz özgür değil” dedi gözlerimin içine bakarak. “Dokular onu olduğu yere yapıştırmış, ilerlemiş bir endometriozis vakasıyla karşı karşıya…’’

Kalbim sıkıştı. Aslında bu cümlenin öncesinde, ilk teşhisten bu yana geçen 8 yıl içinde, farklı doktorların haklı endişelerini taşıyan birçok şey duymuştum. Çocuk sahibi olamayabilirdim, ameliyat gerekli olabilirdi, tüp bebek bile zor görünüyordu, yaşım giderek ilerliyordu, kim bilir şansım ne kadar azalıyordu…

Ama hiçbiri canımı bu kadar acıtmamıştı.

Ne demek, özgür değildi?

Doktorum aslında yalnızca teknik bir durumu ifade ederek, rahim içi dokuların olmaması gereken yerlere ulaştığını ve bunun sonucunda onu olduğu yere yapıştırdığını anlatıyordu. Normalde hareket alanı özgür olan bu organ, endometriozis nedeniyle yetisini kaybetmişti. Tamamen fiziksel olarak.

Her şeyi duymuştum, tüm risklerin farkındaydım, hatta bu ciddi durumun yıllardır çok da üzerinde durmuyordum ama bu “özgür olmama” meselesi tadımı çok kaçırmıştı. Tamamen ruhsal olarak.

Endometriozis, rahim hücrelerinin olmaması gereken yerlere yerleşmesiyle oluşan bir hastalık. Nedeni tam olarak bilinmiyor. Halk arasında “çikolata kisti” olarak da bilinen bu hastalık çok ciddi ağrılara, düzensizliklere, hayat kalitesinin bozulmasına neden olurken, bebek sahibi olmanıza da engel olabiliyor. Üstelik tüm tedavi yöntemlerine rağmen tekrarlama riski çok yüksek. Hatta, rahminiz bütünüyle alınsa bile yarattığı ağrıların geri dönme ihtimali büyük. Bu hücreler, bir kere yola çıktılar mı, yayılarak ilerlemeyi sürdürüyorlar. Ve neredeyse hakkında hiç konuşulmayan bu hastalık, üreme çağındaki her 10 kadından 1’inde kendisini gösteriyor.

Uzun yıllardır delirtici ağrıları ve türlü can sıkıcı halleriyle endometriozis, hayatımın bir parçasıydı. Regl, yumurtlama gibi döngülerimin yanı sıra, sıradan günler bile doğurganlık diyarımda depremler yaratıyordu. 4–5 saat sürebilen ağrıdan hastanelik oluyor, konuşamayacak hale geliyordum. Bir ağrı atağını takip eden iki gün boyunca yürümem, sıradan işleri yapmam, kedilerimi kucağıma almam bile mümkün olmuyordu. Yine de bu durumu bozguna uğratılması gereken bir düşman gibi görmedim. Çocuk doğurmama engel olabileceği ihtimaliyle barışıktım. Dışarıdan gelecek tüm müdahalelere de direndim. Ama özgürlük ayrı bir meseleydi.

Endometriozis ile kendi özgürlüğümü mercek altına aldım

Özgürlükle ilgili, aklıma lise yıllarımdan kalan tek bir hatıra geliyor: Zorlukla okula vardığımız ve henüz ilk dersin sonlarına gelmeden diz boyu karların okul bahçesini kapladığı o bembeyaz sabah. Zilin çalmasıyla, küçük nüfuslu okulun teneffüse çıkan öğrencilerini bir bir geçerek merdivenlerden koşarak aşağıya indiğimi; okul kapısını kapatmakta olan ve dışarı çıkılmasının yasak olduğunu bağıran müdürümüzü şaşırtarak pencereye yöneldiğimi, tek hamlede camı açıp, zıplayarak kendimi hiç dokunulmamış karların içine attığımı hatırlıyorum.

O kocaman sessizlik, gözümü alan beyazlık ve ben… Bu, ömrümde hissettiğim en özgür andı.

Çünkü ben söylenenin dışına çıkan bir çocuk değildim. Müdürümüz, benim o koridoru çınlatan “Hayır”a itaat edeceğimden emindi. Camdan atlayacak bir Başak göreceğini hiç tahmin etmemişti. Ama 35 yılda hatırladığım bir tek o an, kimin, benim için ne düşündüğünü önemsemediğim tek andı.

Bunca yıl, böylesine önemli bir hissi çok nadir deneyimlemiş olmamda bir tuhaflık yok muydu? Endometriozis, yani bedenim, elimden aldığı özgürlüklerle bana bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir miydi?

Böylece sürekli çevresinde gezindiğim ve uzaktan izlediğim bu hastalığa daha yakından bakmaya karar verdim. Ve daha yakından bakınca gördüm ki, özgürlüğümü geri almak için aşamadığım ve aynı zamanda aşılmasına izin verdiğim sınırlarla, görmezden geldiğim yaralarla, kısacası kendimle yüzleşmekten başka çarem yok.

Mercek altında her şey hızla belirgin hale geldi. Aslında hastalığımı görmezden geldiğimi kısa süre içinde anladım. Evet, çocuk sahibi olmama ihtimalimle barışıktım fakat bunun hastalıkla bir yere kadar ilgisi vardı. Ama bu, başka bir hikayedir, başka zaman anlatılmalı.

Hastalıkla barışık olmak ile onu yok saymak arasında büyük bir fark vardı. Barışık olmak bir miktar çabayı, anlayışı, bütünsel bir kabulü ve şefkati içerirken; yok saymak aslında bunların tam tersini kapsayan, öfke temelli bir tavrı işaret ediyordu. Vücudumun hastalandığı gerçeğini kabul etmekte zorlanıyor olabilir miydim? Bunu “sistemsel bir hata” olarak görüp, aslında ona yukarıdan mı bakıyordum? Yoksa hastalık bana başarısız olduğumu mu hissettiriyordu?

Yıllarca hakkında nadiren konuşmam, doktor görüşmelerimi ve bana iyi gelecek yöntemleri aksatmam bu yüzdendi. Onu yok sayıyor, görmezden geliyordum. Bir yanımın hiçbir şey yapmadan tüm bu ağrıların ve sorunların, bir anda kendiliğinden yok olmasını neden dilediğini anladım.

Burada durup, küçük bir parantez açmam gerekiyor.

Hiçbir şey yapmadığımı tam olarak söyleyemem. Çünkü hastalığın kendisine gösterdiğim kısmi duyarsızlığa karşın, kendi gücüme olan inancımdan hiçbir zaman şüphe etmedim.

Hastalık, benim bir parçamdı ama tamamım değildi. Doğru adımlarla vücudumun kendisini iyileştirebileceğine inanıyordum. Bu adımlardan bazılarını attım, bazılarına ise direndim. Bir şeyleri doğru yaptığımı biliyordum. Şu anda birlikte yol aldığımız doktorumun beni ilk gün görüp söylediği gibi; ameliyat edilmesi gereken bir noktada olmama rağmen genel halim, şaşılacak şekilde, iyiydi.

Çünkü bu görmezden gelme/kendi gücünü görme kombinasyonu bir yere kadar işe yaramış ama beni bütünsel şifaya tam olarak ulaştıramamıştı. Gücümle meydan okurken, kendime şefkatten uzaklaşmıştım. İşte bu noktada uzun isimli, adı gibi karışık hastalığımla barışmaya karar verdim.

Kolları sıvadım ve birbirinden ayırmamızın aslında hiç de mümkün olmadığı 3 katmanda daha derin çalışmaya başladım:

  • Beden: Bedenimin ihtiyaçlarını hissetmek ve onu dinlemek, en zor atladığım eşik olabilir. 1,50 cm’lik bedenimin farkına varmam, ne yaptığında/neyi yediğinde hastalandığını veya şifalandığını anlayıp uygulamam epey zor oldu. Ona verdiğim sözleri tutmaya çalıştım. Glutenden, şekerden uzak kalmak için uğraştım. Dinlenmeyi öğredim. Bunları başardığım ve başaramadığım zamanlar oldu. Çünkü bir noktada aslında aşağıdaki iki yetkilinin de sözlerini dinlemem ve ruhumun gerçekten ihtiyacı varsa, 3 dilim pizzayı bir güzel yemem gerektiğini de öğrendim.
  • Zihin: Zararlı şeyleri yalnızca vücudumuzda biriktirmiyoruz. Zihin, yıllarca topladığı (ve yarattığı) verilerle bizi idare etmek için büyük bir çaba sarfediyor. Beden, kontrolünü de topladığı bu verilerle sağladığı için, onu temiz ve dingin tutmak çok önemli. Böyle bir dünyada yaşayıp, bir de üstüne kendimizle mücadele ederken bu çok zor, biliyorum. Ama istediğimiz hayata ulaşmak için, sağlıklı, mutlu, huzurlu… İstediğimiz her neyse, zihnin ürettiklerine, koyduğu sınırlara bir dokunuş yapmak şart.
  • Ruh: Eğer kadın bedenindeki yaratıcılık merkezinizle ilgili bir sorun yaşıyorsanız, en derin tutkularınıza şöyle bir yakından bakmanız gerekiyor. Ruh, bu noktada (ve her noktada!) sizinle konuşmak için dört gözle bekliyor. Kalbinizi gerçekten çarptıran şeyi bulmak ve onu hayata geçirmek; üretmek, yaratmak veya hali hazırla mutlu olmadan ürettiklerinizle temas etmek şifalandırıcı bir güce sahip. Tam da bu yüzden, ruhunuzu/iç sesinizi duymak için kendinize zaman ayırmak, içeriye dönmek için size iyi gelen çalışmayı bulmak çok önemli.

Bu farkındalık üç büyük yetkilinin bir arada, ahenkle yol alabileceği, bana iyi gelen alanları keşfetmemle başladı. Yoga, meditasyon, masaj, buhar banyosu, enerji çalışmaları, sesle şifa gibi bedenimde, zihnimde ve ruhumda iyileştirici etkileri olan yöntemleri kucakladım. Kontrolü dengeli bir şekilde dağıtmak ve beni en sevdiğim yetkili olan ruha yakınlaştırmak için eşi bulunmaz bir yöntem oldu meditasyon. Onun sesini çok daha net duyar oldum. Ayrıca, bedenimin gevşeyip rahatlamasına da yardımcı olduğu için, ağrı ataklarının arasının uzamasında da büyük faydasını gördüm.

Ve en sonunda da batı tıbbının yardımını kabul ettim, ilaca başladım. Bu da kendime şefkatin bir parçasıydı; bedenimden ihtiyacı olan desteği esirgememek. Yargılarımı gözden geçirmek, beni kabule daha da yaklaştırdı. Güvenerek ilerlemek bana yeni şeyler öğretti. Vücudum da benimle işbirliği yaptı, oldukça umutlandıran tepkiler verdi.

Bunların hiçbirini tabii ki kendi başıma yapmadım. Mind Over Medicine’in yazarı Lissa Rankin’in söylediği gibi “Kendinizi iyileştirebilirsiniz, ama kendinizi yalnız başınıza iyileştiremezsiniz.” Çok iyi öğretmenlerim, rehberlerim oldu. Beni anladığını, dinlediğini hissettiğim doktorlarla karşılaştım. Bütünsel iyiliğimi isteyen şifacıların ellerine kendimi teslim ettim. İçime sinmeyen hiç kimseyi ve hiçbir yöntemi kabul etmedim. Aileme, dostlarıma sırtımı yasladım. Esnemeyi ve her şeyi de bilmediğimi kabul ettim. Yani kavga dövüş, bağırış çığırış hep ruhumun sesini dinledim. Daima şükrettim. Düştüm, kalktım ama kendime inanmaktan hiç vazgeçmedim. Herkese ve kendime, minnettarım.

“Peki tamamen iyileştin mi Başak?” diye sorarsanız, cevabım “Hayır.” Endometriozis hastalık seyrinde kesin bir iyileşme ön görülmüyor. Ama nihai sonucu kim bilebilir? Bu bir yolculuk ve henüz bitmedi.

“Peki katettiğin yolda kendinle gurur duyuyor musun?”, diye sorarsanız, cevabım “Evet.” Hem de kocaman bir evet.

Çünkü endometriozis vücudumda tıpkı okul bahçesine yağan kar gibi yayılmış durumdayken, içimde kocaman bir pencereyi açtım, korkmadan atladım ve gördüm ki orada aslında hep özgürüm.

Gerisi, yalnızca bir hikaye…

Bana basakgurbuz@gmail.com adresinden veya Instagram hesabımdanbasakgurbuz@gmail.com  ulaşabilirsiniz. 

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale