İnsan zihni, özellikle bir acıyı çeken canlı sayısı arttıkça o konuyla ilgili anlamlandırma ve merhamet etme tepkisinde uyuşma yaşar. Sayısal olarak çok fazla insanın yaşadıklarını tasavvur edemeyen ya da etmek istemeyen beyin, konudan yavaş yavaş uzaklaşır. Halihazırda, kendi biricik acılarımızdan bile kaçtığımızı ve çeşit çeşit renkli ve zevkli uyaranlarla kendimizi geçiştirdiğimizi düşünürsek, bu hiç de şaşırtıcı bir sonuç değildir. Joseph Stalin’e atfedilen “Bir ölüm trajedidir; bir milyon ölüm ise bir istatistiktir” sözü o kadar yerindedir ki tam da uyuşmanın merkezini hedef alır. Bir kadının yaşadığı tacize öfkemizi akıtıp, ona çözüm bulmak için kolları sıvayabilecekken, binlerce kadının çektiği eziyetlere sırtımızı dönebiliriz. Şefkat duygusunun bu denli azalması için insanın kaç kişinin acı çektiğini görmesi gerekir, biliyor musunuz?
Araştırmalara göre ne yazık ki bu sayı 2!
Bu inanılmaz fenomenin psikoloji literatüründe bir adı da var: Psişik uyuşma. İlk olarak Hiroşima’dan sağ kurtulanların psikolojisini ve diğer kitlesel zulümleri inceleyen psikiyatr Dr. Robert Lifton tarafından kullanılmış bu kavram. Lifton’un bulduğu şey aslında uyarlanabilir bir tepki hali tanımı; insan kayıp, travma ve üzüntüyle çevrelendiğinde duygularından gittikçe uzaklaşır.
İlk bakışta bu durum, kişinin hayatta kalmaya devam etmesine ve hatta olayla çok fazla bağ kurmadan yaşamı hissederek konuşabilmesine izin veren doğal bir tepkidir, aynı zamanda tüm savunma mekanizmalarının da temelidir. Bir deneyim anlamlandırılamayacak kadar korkunç olduğunda, onu söndürmek için her türlü zihin jimnastiğini kullanır insan. Bastırır, reddeder, entelektüelleştirir, hafife alır. Hiçbir şey işe yaramazsa, uyuşur. Uyuşma tepkisinin sacayakları olan yetersizlik hissi ve yabancılaşma halini de unutmamak gerek. “Zaten ben ne yapsam da sonuç değişmeyecek” der zihnimiz. İnsan hemen savunulabilir olan ve çıkarlarına hizmet eden seçeneğe yönelir, içsel değerlerini göz ardı eder ve o anda önemli olduğunu varsaydığı ihtiyaçlarına sarılır.
Örneğin, çevrenin korunmasının önemli olduğuna ve fosil yakıtların yakılmasının çevre için kötü olduğuna inanan biri, online olarak toplantıya katılmaktansa, bir uçakla oraya gitmeyi daha önemli bulup tüm değer yargılarını göz ardı edebilir. Oysa geçici rahatlamamızı sağlayan psişik uyuşma halinin çok korkunç sonuçları da vardır.
Nasıl ki yaşadığınız bir acıyı göz ardı ettiğinizde, yıllar boyu sessiz kalan bir parçanız, size gün gelip de bir hastalık olarak dönebiliyorsa, toplumsal acılardaki suskunluk da çözüm yollarının daraldığı bir kabusa dönüşebilir. Yardım için yalvaran çocukların, insanların videolarını izlerken ya da küçücük köpek yavrularının ormana bırakılıp ölüme terk edilişlerine tanıklık ederken bile yanıt veremez, çözüm bulamaz bir hale gelebiliriz. Bu sessizlikten hiçbir idari yapı da muaf değildir. Sağduyulu görünen onlarca lider, bir bakarsınız yaşanan kitlesel trajedilere kör kalabilir. Uyuşmaya devam etmek, korku ve çaresizlik deneyimine yer açmamak devlet yönetimleri için olduğu kadar bizler için de oldukça cazip bir kayboluştur.
Uyuşuruz çünkü korku ve umutsuzluğun yolun sonu olduğunu düşünür, bu yüzden de acı ve taciz gibi travmalara dönüş yapmadan, çare bulmaya adım atmadan hepsinden kaçmayı seçeriz. Fantastik evrenimizde her şey yolundadır, alttan oraya atılan alev topları yanılsamalarımızı yakmaya başladığında ise sorundan kaçan değil de, birden o sorunu besleyen taraf olmaya bile başlayabilirsiniz. Görüldüğü gibi riskler oldukça yüksek. Ahlaki sezgilerimizin acizleştiği yer olan uyuşukluğun üstesinden gelememek, bizi bir önceki yüzyılda olduğu gibi başka bir yüzyılda da tüm canlıların kitlesel istismarlarına ve acılarına pasif bir şekilde tanık olmaya zorlayabilir.
Peki, bu uyuşmadan kurtulmanın yolu nedir? Bu soru önemli çünkü artık dünya her seferinde tek bir canlıyı kurtaramayacağımız kadar çok acının yaşandığı bir yer ve bizler daha geniş anlamda acılara çare olmanın yollarını bulmalıyız.
Herhangi bir değişikliğin ilk adımı farkına varmaktır. Bu farkındalık elinize diken battığında da aynıdır, ülkenizin bir ilinde deprem olduğunda da. Farkında olmadığımız hiçbir konuda seçme ve çözüm bulma şansımız da olamaz ve ne yazık ki farkında olmadığımız her konuda rahatça yönlendiriliriz, gerçeklerden koparız ya da kopartılırız. Keşke değişmek için daha kolay bir yol olsaydı… Ancak ne yazık ki tek yol acıyı olduğu haliyle kabul ederek onu görebilmek. Bu aşama olmadan hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Uyuşmadığımızda bize kötü şeyler olmayacak, tam tersine ses verebileceğiz, var olabileceğiz, sırtımızı dönmeden ifşa edip üstüne yürüyebileceğiz, tüm sorunlara, tacizlere, kötülüklere çözüm odaklı bir anlam aşılayabileceğiz işte o zaman…
Ancak bu toplu farkındalık hızlıca yaratılamayacağından, sezgisel müdahalenin eksikliklerinin anlaşılmasıyla tasarlanan kanunlar ve kurumlar, anlamlı müdahalelerin ve çare arayışlarının başka bir yolunu da aramak zorunda.
Haydi, sen yine de fark et, şu an uyuşmuş haldesin, uyuşmuş haldeyim! Oysa korkunun ve çaresizliğinin diğer tarafında, seni, beni ve herkesi bekleyen başka bir dünya var: Birliğin dünyası.
İlginizi çekebilir: Ne pahasına dayanıklıyız: Duygularımızla iletişim kurmaktan kaçınmaya gerek yok