Proje İstanbul: Bir Adalar gezisi girizgahı
Geçen gün çok utandım canım okur. ‘Belki benzer bir olay senin de başından geçmiştir de benimle empati kurarsın ve böylece bende yalnız olmadığımı anlayıp yeniden kendime sempati duyarım’ gibi lüzumsuz uzunlukta bir temenni ile bu anımı seninle paylaşmak isterim.
Muhtemelen ütüyü fişte, ocağı ateşte, arabayı değnekçide, akbili okulda, aklımı ise alaca karanlıktaki mazide bıraktığım bir gündü; tam hatırlamıyorum. Ama bir sebeple – uzun bir zaman sonra – önlenemez bir TV izleme arzusu hasıl oldu içimde. Bu dürtüye direnmenin yersiz olduğuna kanaat getirdikten sonra kızılötesi ışınların dileğime vesile olmasına izin verdim. (bkz. Uzaktan kumanda ile televizyonu açmak!)
Uydu en son SOKAK TV’de kalmış. Yayında da Bizim Maykıl diye bir program var.
Hâki esvaplı Maykıl kardeşimizin üzerindeki pejmürde svetşörtten midir, yoksa alfabemizdeki ‘ğ’ harfini yurdum insanına nazaran daha iştahlı kullanmasından mıdır bilinmez (örn. Görüyorum – yerli = göğrüğyoğrum – yabancı), programa takıldım kaldım.
Anladığım kadarıyla yurdumuzu gezip bize tanıtıyor. Üstelik Maykıl bizden olduğu için pek bir sevimli, çok bir albenili. Öyle ki Flash TV’de Papa’ya kelime-i şahadet getirtmeye çalışan müteşebbis spikerin bunu Bizim Maykıl üzerinde denese, (sırf kapak olsun diye) Maykıl’ın ezberden Yasin okuyacağını düşünüyorum. Yani öyle bir intiba bıraktı bende kendisi.
Ve işte o an, yani Akaretler’in (hani Beşiktaş’taki) ne anlama geldiğini bu arkadaştan öğrendiğim an, tepeden tırnağa utanca gömüldüm. Akaret(ler): Kira geliri sağlayan mülk(ler).
Az önce Akaretler’i bizim Maykıl’dan öğrendim. Bizim… Maykıl… dan…
‘LAAANN!’ diye bastım feryadı. Bu esnada çatalımdaki oynak fasulye parçası tabağa düşüp suyunu üzerime sıçrattı. Mühim değildi. Leke çıkarıcı teknolojisi, inatçı lekelere karşı arzu ettiğim seviyedeydi. Peki ya benim daha önceki bölümlerden birinde ‘6. kuşak İstanbulluyum’ dememe müteakip Bizim Maykıl sayesinde yaşadığım aydınlanmanın utancı?
‘Etnolojine tükürsünler! Hadi işin yoksa başa sar.’ diye ilendim kendime. Bir yandan cehaletinin farkında olan cahil kadar aydın hissediyordum kendimi, diğer yandan bilmemenin dayanılmaz yükü peşi sıra sırtıma biniyordu.
Yemeğimi bir köşeye koydum ve düşünmeye başladım. ‘Benim durumumda kaç kişi vardır yahu’ diye sordum kendime.
Bu aşamada bir parantez açmak isterim. ‘Durum’ ile kastettiğim şudur: İstanbul’da A noktasından B noktasına nasıl gidebileceğimizi tek seferde söyleyebiliyor olabilirsin. Tebrikler, ama yanlış hatırlamıyorsam bu olguya 2000’lerden önce taksici diyorlardı. Sanırım şimdilerde navigasyon cihazı diyorlar. Yani o dediğin İstanbul’u bilmek olmuyor.
Gelgelelim yelkovan ile akrep arasındaki haksız mücadelede yine tur bindirme raddesine gelinmiş, bu sırada yağ ile salça da birbirlerinden iyice ayrılmışlardı. Bir anda zihnimde bu utançtan kurtulmak için ödemem gereken kefarete dair ilahi bir dokunuş hissettim (bkz. Creation of Adam – Michelangelo): İstanbul’un Marmara denizinin kuzeydoğusunda yer etmiş adaları (tabanım elverdiğince) bir bir gezmek ve (dilim döndüğünce, aklım erdiğince) anlatmak…
Giriş bölümünü çok uzun tuttum. Bu yüzden sevgili MEB’in bize 12 yılda reva gördüğü ezberci eğitime dayanarak, bu bölümde sadece ana başlıkları yani (sadece gezip göreceğimiz) o adaların isimlerini nakledeceğim:
1- Büyükada
2- Heybeliada
3- Kınalıada
4- Burgazada
Adalar
Zannediyorum bir yeri anlatacağını anlatan ilk gezi yazarı olarak da, gezi yazıları tarihine altın harflerle geçmiş bulunuyorum. ‘Gezi yazısının da önsözü mü olur’ diyerek serzenişte bulunma canım okur, valla yazana kadar ben de olabileceğini düşünmemiştim. Ama saat 05:15 itibarıyla her şey olabiliyor.
Dipnot 1: Yine de bilmeni isterim ki Almanya serisine ekleyeceğim bir bölüm daha olduğu için henüz bu seriye başlayamayacağım. (Neden? Çünkü biraz da obsesifim.)
Dipnot 2: Bana karşı anaç bir sevgi içerisinde olan canım okurlar! Merak etmeyin, o tabak bitti. Aç kalmadım. Zaten zeytinyağlıydı, beklemesi sorun olmadı.
Analitik beyinler için bonus not: Evet, hatta ısındı o yemek; güzelim fasulye NŞA oldu. bkz. Termodinamik 0. yasa -> Eğer A ve B sistemleri birbirleri ile ısıl dengede ise, A sistemi ile ısıl dengede olan başka bir C sistemi B sistemi ile de ısıl dengede olmak zorundadır. Diğer bir ifadeyle; A, B ve C sistemlerinin sıcaklıkları birbirine eşittir.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.