Son zamanların revaçta mesleklerinden biri Profesyonel Koçluk. Farklı ekoller ve farklı sertifikasyon süreçleri var. Karşınıza türlü şeyin koçu çıkabilir. Kimi zaman gülüp geçebilirsiniz, kimi zaman ciddi aydınlanmalar yaşayabilirsiniz. Bu belki de birçok konuda da olduğu gibi, size iyi gelecek şeyle ya da kişiyle nerede ve ne zaman karşılaştığınızla, kendinizi neye ne kadar açtığınızla ilintili.
Ben de koçluk yolculuğunda bir süredir ilerliyorum, şu an da unvanlanabilmek için üst eğitimimi tamamlama dönemindeyim. İlk günkü heyecanımı ve kendime has kaygıyı hemen her seans öncesi yaşasam da –artık o duyguyu çok iyi tanıyorum– seanslarımın hemen hepsinden ferahlayarak çıkıyorum. Birilerinin hayatını, içini bu kadar güzellikle, samimiyetle, bir çırpıda açışına tanıklık etmek, her defasında mest ediyor beni. İçimde çok insani bir yere dokunuyor, birbirimizi görmenin ve duymanın değeri, anlamı parıldıyor.
Seans içinde olan biteni çoğu kez bir doğa olayına benzetiyorum, bazen aniden kocaman bir çukurun içine giriyoruz bir rüzgarla, dibe doğru savruluyoruz beraber. Aslında kimse düşmüyor. Hele ben hiç, ama tüm kaygıyı o an gözlemleyebiliyorum, o çukur benim de zihnimde aynı koyuluğuyla canlanıyor. O karanlığa, dehlize hakkıyla girebildiysek, çok sıkılıyor canımız bu duruma. Yüz ifademiz düşüyor, dudaklar çoğu zaman sıkılarak iki yana uzuyor. O çukurda olmayı sevmiyoruz. O çukura inmenin adı “başarısız” olmaya çıkıyor çoğu kez, “yapamamaya” çıkıyor. “Etraf ne düşünüyor?” geliyor bazen. O çukur tanıdık, çok iyi bildiğimiz bir yer aslında. Hayatımızın içinde bizimle yaşıyor, nefes alıyor. Kutup yıldızı gibi, yerini izini belli ediyor. Bazen bir tehdit, bazen bir korkuya bürünüp resimde yerini buluyor.
Tam da o çukurdayken, hemen herkesin söyledikleri de çok tanıdık aslında, kendine nasıl yüklendiği, nasıl ölüyor sandığı orada, orada durmaya nasıl da tahammülü olmadığı. Ama aslında ölmediği…Çukurun da tıpkı gökyüzü gibi bu dünyaya ait, bu dengenin içinde bir yer bulduğunu, alan tuttuğunu fark ettiğinde, ona nasıl “ev arkadaşlığı” teklif edebildiği “evden kovmak” yerine, onun da “hayata dair” olduğunu kabul ederek…
Sayılı duyguyla yaşıyoruz aslında, birçok farklı dilde ve durumda aslında birkaç tanıdık duyguyla veriyoruz imtihanımızı. O duygular, hep birer ihtiyaca işaret ediyor. Karşılanmayan her ihtiyaç bir duyguya sebep oluyor. Marshall Rosenberg’in geliştirdiği “Şiddetsiz İletişim” öğretisi tam da bunu anlatıyor. Profesyonel Koçluk ile Şiddetsiz İletişim’i harmanlayabildiğimizde, “Neye ihtiyacın var?” sorusu daha da anlam buluyor. Gerçekte neye ihtiyacımız olduğunu anlayabilirsek, duygularımızı da daha iyi tanıyabiliriz. O zaman kaygının, başarının, hırsın, keyfin anlamı da daha güzel yerleşebilir içimize. Ve o zaman tüm değişimleri daha iyi anlayabiliriz, içimizdeki ve dışımızdaki. Güçlü yanlarımızı yani “bize iyi gelen” yanlarımızı daha iyi tanıyabiliriz. Çok iyi bildiğimiz o çukura tekrar düştüğümüzde, tanıdık bir yerde olmanın rahatlığıyla “hoş buldum” deriz, bir süre sonra yine ta içimizden çıkacak “hoşça kal”ı da görebildiğimiz için aynı yerde…
Eğitimim kapsamında sizlere de 3’er seans ücretsiz koçluk vermeye niyet ediyorum. İlgilenenler için irtibat: sibel.ekdemir@gmail.com
Yeni bir yılda, yolumuzun bizi bize yakınlaştıracak insanlarla daha çok kesişmesini diliyorum.
İlginizi çekebilir: On Body and Soul (Ruh ve Beden) filmi üzerine: Mezbahadan ormanın sessizliğine