Son günlerde parça ve bütün ile ilişkimiz nasıl diye düşünüyorum. Zihnimizi bir kameraya, hayatın akışını da bir film setine benzeterek anlamaya çalışıyorum. Bazen tüm odağımız yakın çekimlerde oluyor, tüm detaylara hakim oluyoruz; bazen de iyice yükseliyor kamera ve tüm yakın kadrajlar kayboluyor, o perspektif de bize başka bir anlayış veriyor. Sanırım hayata yaklaşımımızı böyle anlatmak mümkün. Böylelikle tüm dikkatimizi yaşadığımız güne ve çevresine verince bir anda bu yılın son 3 ayına girdiğimizi fark edip “Ne çabuk geçti, hiçbir şey anlamadım” demek anlaşılır oluyor.
Farkındalıkla hayatta yürümek sanırım bu bakışların dengesinden geliyor. Günlük hayatı yaşarken o yakın kadrajlara ihtiyacımız var, detayları bilmek ve kavramak bizi daha emin hissettirebiliyor, kararlar vermemize yardım ediyor. Bununla birlikte hayatlarımıza biraz uzaktan bakmak, günbegün attığımız bu adımların nereye gittiğini görmek de çok kıymetli. Bu iki yaklaşım arasında esnek ve açık olabilmek de öyle. Sanırım hayatlarımızdaki canlılık ve tatmin hissi tam da burada yatıyor.
Gerçekle ilişkimize de bu açıdan bakabileceğimize inanıyorum. Bu cümleyi kurarken içimden bir ses “Gerçek de kime göre, neye göre, hatta ne zamana göre?” diye soruyor. Yaşadıklarımıza, gördüklerimize ve deneyimlediklerimize başka mesafelerden bakınca, bazen gerçek olduğuna inandığımız şeylerin bile değiştiğini görebiliyoruz. Örneğin kendimize koyduğumuz bir hedefe ulaşamadığımızda, belki kameramız çok yakında olduğundan kendimize biraz eleştirel davranıp kolayca “Zaten hiçbir şeyi beceremiyorum” diyiverebiliyoruz. Ancak o kamerayı biraz uzaklaştırıp hayatımızda başardıklarımıza, gelişimimize ve kendimize verdiğimiz değere baktığımızda o iç sesimizin rengi çoğunlukla değişebiliyor, yumuşuyor. O zaman hangisi gerçek oluyor?
Başka bir parça-bütün ilişkisi de anlar ve zamanın akışında var. Dikkatimizi tamamen ana getirerek hayatın canlılığını hissetmek de, hayatımıza bakıp onun hediyesini takdir etmek de mümkün. Bu dünyada yaşarken iki bakışa da sahip olmamız lazım diyebiliriz, çünkü bu dünyanın da kendine özgü kuralları ve ritmi var. Hem ona uyup hem de kendi iç dünyamızla uyumlu yaşamak bizi sonunda mutlu ve huzurlu hissettiriyor. Bunu için de hep iyi bir görüntü yönetmeni rolünü üstlenmemiz iyi oluyor, o mesafeleri iyi ayarlamak hayat kalitemizi etkiliyor.
Nazım Hikmet’in dizelerini çok seviyorum: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” Bu dizeler birey ve toplum ilişkisini anlatmak için kullanılsa da, hayatımızda parça ve bütün ilişkisini deneyimlediğimiz her alana yakışıyor. Parçayı feda etmeden bütüne saygı duymak ve onu gözetmek mümkün mü? Parçalar olmadan bütünün oluşamayacağını hatırlamak mümkün mü? Tek bir doğru, tek bir gerçek olmadığını kabul etmek, o esneklik ve açıklıkla hayata yaklaşmak mümkün mü? Bazen uzaktan küçük görünen değişimlerin, bütünü nasıl etkilediğini fark ederek bu ana yepyeni gözlerle bakmak ve onun gerçeğini görmeyi tercih etmek mümkün mü?
Bunlar benim içimde döndürdüğüm, kendime açtığım alanlara davet ettiğim sorular. Onların sendeki yankılarını, belki sende uyanan yeni soruları bana yazmak istersen Instagram hesabımdan bana ulaşabilirsin.
İlginizi çekebilir: İçimizdeki huzuru nasıl buluruz: Çabasız bir yaşam için çaba göstermek