X

Pandemi, sinema sektörünü nasıl etkiledi: SİYAD Başkanı Okan Arpaç anlatıyor

Bir yılı devirdiğimiz bu tuhaf dönemde, pandemik hayat koşulları birçok ezberimizi, rutinimizi, sevdiceğimizi evirdi çevirdi. En sabit fikirlimizin bile değişmesi, bir şeylerden vazgeçip hayatında yeni bir şeylere ya da yeni bir duruma yer açması gerekti. Bazı şeyler eksildi, bazı şeyler keşfedildi. Ve bu adı sıfatı doğru düzgün konamayan süreç, kendi tarihini yazmaya devam ediyor.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de birçok sektör bu izolasyon ve kaygı sürecinden ciddi şekilde etkilendi. İhtiyaç ve beklentiler değişti, bu değişim sunulan hizmetleri de beraberinde dönüşüme sürükledi. İnsanlar ikiye ayrıldı bir yerde Reha Erdem’e saygıyla, “Bu tuhaf sürece kolay adapte olanlar” ve “Bir türlü adapte olamayanlar” diye…

SİYAD Başkanı Okan Arpaç’a, yıllardır sinema sektörünün içinde olan birisi olarak pandemi döneminin sinema sektörüne ve izleyici tercihlerine etkilerini sorduk.

Pandemi süreci sinema sektörünü de ciddi anlamda etkiledi. Lansman duyuruları bile yapılmış birçok dev proje ya iptal edildi, ya ertelendi ya da şekli şemali değişti. Tüm bu değişimi sence hayra mı şerre mi yormalıyız öncelikle?

Okan Arpaç:Her şerde bir hayır vardır” denir. İnsanlığın, içinden geçerken farkında olmadığı ancak mutlaka bünyesinde, zihninde, duygusal benliğinde etkileşime/değişime sebep olan, ama küçük ama büyük olaylar, dönüşümler yaşanagelmiş. Bu da onlardan biri. Nasıl ki 100 sene önceki salgınlar, savaşlar insanlığı yeni çareler bulmaya teşvik ettiyse, bugünü de öyle okumak, biraz uzaktan bakmaya çalışarak bu korkunç dönemi öyle değerlendirmek gerek.

Geçen yüzyılda misal İspanyol gribi gibi nice salgın ve hastalık, tıp insanlarını aşılar, tedaviler bulmaya sevk etmişse; gezegendeki insanların neredeyse tamamının birbirini yok etmeye çalıştığı “Dünya Savaşları” nasıl ki peşinden barış anlaşmalarını, “Savaşma, seviş!” diyen “çiçek çocukları”nı yeşerttiyse, bugünün belası koronavirüs de hayatımızda bir şeyleri değiştirecek.

Artık biz, 2020 Mart’ından önceki biz değiliz. Sosyalleşme dediğimiz tüm yaşayış ve davranış biçimimiz değişti. Şöyle sevdiklerimize sıkı sıkı sarılıp, yanaktan öpmeyi bile bir yana bırakıp, Zorro gibi maske takarak, yumruk tokuşturur olduk, daha ne olsun. Ama umut hep var, bu dönemden alınacak derslerimiz var.

Yeme-içme alışkanlıklarımızdan tabiat ile kurduğumuz ilişkiye, vaktimizi nasıl geçirdiğimizden tut da, sevdiklerimizle sıkı fıkı görüşmeye kadar her şeyin aslında sağlıklıyken ne büyük lüks, ne büyük bir nimet olduğunu idrak ediyoruz belki. Buna, sinema salonlarına gidip film izlemek de dahil. Üstelik henüz el atılmadı belki ama, pandemiyle ilgili ne filmler çekilecek kimbilir… Her şey çok güzel olacak, yoksa yarın sabah uyanmamızın ne anlamı kalır?

İyi tarafından bakacak olursak, pandemi süreci sinema sektörüne en büyük katkısı ya da açtığı yeni alan/fırsat sence ne oldu?

Okan Arpaç: Sinema salonları kapanmış olsa da, film setleri yavaşlasa da, sinema öyle büyülü bir şey ki hayatımızdan sonsuza kadar çıkmayacağından eminim. Nitekim evlere kapandığımızda, herkes oturup hiç izlemediği kadar film tüketti. Buna, neredeyse film tadında ve kalitesinde çekilen ve artık her açıdan sinema ile ciddi bir rekabete giren diziler de dahil. Sinema sektörü, bu dönem çarklar yavaş dönmeye başlasa da dükkanı kapatmıyor elbet. Yeni fikirler, senaryolar üretilmeye devam ediyor. Yeni projeler, imkan varsa özel setler kurularak çekiliyor, ya da pandemi hafifler hafiflemez “motor” denmesini bekliyor.

Bu dönemin bize öğrettiği şeyse şu oldu sanırım: Evet, “Film sinemada izlenir” mottosuna hepimiz katılıyoruz ama çevrimiçi platformlar ve evlerdeki dev ekran TV’ler sayesinde artık tek izleme mecramız sinema salonları değil. İnsanlar sinemayı o kadar seviyor ki, salonlara gidemese bile TV’den, cepten, tabletten, bilgisayardan erişip o sihirli mutluluğu deneyimliyor bir şekilde. Öte yandan bu mecraların sinema salonlarının sonunu getireceğine de inanmıyorum.

Üretilen içerikler arasında pandemi öncesi /sonrası yakın döneme baktığında ne tip farklılıklar gözlemliyorsun?

Okan Arpaç: Filmler ve dizilerin içerikleri açısından büyük bir fark yok şu an. Var olan projeler devam ediyor. Çekilenler çekildi, kimi sinema salonlarının açılmasını bekliyor, kimi çevrimiçi gösterime giriyor, bazı ülkelerde de salonlar açıksa vizyon görüyor. Belki çekim koşullarının bir parça zorlaştığını düşünebiliriz. Setlerde alınan sağlık önlemleri, setteki ekibin bu virüsü birbirine bulaştırma riskini en aza indirgeme çabası sıkıntı olabilir. Ama bakıyoruz yerli diziler her hafta ekranda. Jason Statham, Guy Ritchie ülkemize gelip Antalya’da film çekti. Duyduğumuz birkaç kötü haber ise, setlerin bir süre tatil edilmesine yol açtı, o kadar.

İzleme tercihleri sence ne şekilde etkilendi?

Okan Arpaç: Bu süreçte eve kapanmamız, zaten kendini çoktan ‘Black Mirror’a bağlamış insanoğlunun biraz daha fazla ‘ekran’a bakmasına yol açtı. Tuvalete bile cep telefonuyla giden insanlar, bilhassa 2020’deki ilk kapanmalarda hem çevrimiçi platformlara sardılar, hem de cepteki uygulamaları yeni iletişim aracı olarak gördüler. Instagram’dan yapılan sohbetler, konserler, Zoom toplantıları, çoklu görüntülü aramalarla herkesin evinde kendi çilingir sofrasında kadeh tokuşturması gibi, ancak bilimkurgu filmlerinde görebileceğimiz durumlar gerçeğe dönüştü.

Ekran başında geçirilen vakit misliyle arttı. Tüm özel kanalların RTÜK sansüründen dolayı tektipleştiği dönemde, hiçbir sansürün olmadığı, en uç konuların bile serbestçe işlenebildiği çevrimiçi platformlar, özellikle Türk seyircisinin gözdesi oldu. Pandemi ruh halimizi elbette olumsuz etkiledi ama seyrettiğimiz içerikler sadece iç açıcı şeyler değildi, bu da ilginç.

Örneğin “Kırmızı Oda” adlı yerli dizi tam bir psiko-terapi seansı gibi. “Bir Başkadır”da arızalı olmayan karakter yok. Yine bu dönem Soderbergh’in “Salgın” (Contagion) filminin en çok izlenenler arasında olması, seyircinin tür konusunda çok da belli bir yöne kaymadığının göstergesi. İçeriklerin uzunlukları da yine kişinin o anki ruh haline ve vaktine göre değişiyor olmalı. Kimisi, sabahlara kadar sezon sezon ‘binge watching’ yaparken, kimisi de Gain platformundaki gibi 10 dakikalık içeriklere meyledebiliyor. Yıllardır YouTube, Facebook ya da TikTok’taki kısa videoları tüketmeye alışkın genç seyirci ile belli bir yaş üzeri seyirci arasındaki fark bu olabilir.

Araştırmalar gösteriyor ki, içerik tüketme sürelerinin bu dönemde artışına paralel olarak korsan / ücretsiz kaynaklardan çok üyelik ya da satın alma bazındaki tüketimler ciddi anlamda arttı, bu durumu nasıl yorumluyorsun?

Okan Arpaç: Çevrimiçi tüketici kitlesi, gelir grubu olarak değişmedi aynı. Belki vakitsizlikten, belki başka önceliklerden daha evvel abone olmayanlar, pandemide evde yapacak daha iyi bir şey bulamadıkları için abonelik başlattılar bence. Bir de tabii herkesin birbirine tavsiyeleri, kulaktan kulağa olmasa da sosyal medyadan yayıldıkça, izleme merakı üyeliğe dönüştü. Ama öte yandan korsanın tamamen biteceğini de sanmıyorum.

Kabul etmeliyiz ki, biz bir Üçüncü Dünya ülkesiyiz. Görece “zengin” bir ülke olsak da gelir dağılımında eşitsizlikler var, herkesin refaha ulaşma şansı aynı değil. Alım gücü düştükçe, eve giren aylık kazanç azaldıkça tüketicinin öncelikleri de değişiyor ama insani ihtiyaçlar değişmiyor. Karnını bir şekilde doyurduktan sonra, herkesin konuştuğu bir filmi ya da diziyi o gelir grubu da izlemek istiyor. Platformlara her ay vereceği ortalama 50 TL, o hane için o ayın elektrik ya da su faturası parası demek. Ulaşımı bile hesaplamak zorunda olan, 50 kuruş daha düşük fiyata ekmek alabilmek için Halk Ekmek önünde kuyruğa giren insanlarımız var. İşsizlik ve parasızlıktan intihar edenler var.

Bu gerçekleri görerek korsanı anlamak gerekiyor. Bir şekilde internet kafeler gidip, ya da cep telefonuyla komşunun wi-fi’ına bağlanarak, o çok konuşulan filmi ya da diziyi izlemek, şu kapitalist tüketim dünyasında doğal olarak hiçbir şeyden mahrum kalmak istemeyen gençler için hayattaki en büyük mutluluklardan biri. Gelir adaletsizliğini yok edelim, korsan da kendiliğinden yok olur zaten.

“Çevrimiçi filmler” diye bir tabir, bir alan hayatımıza katıldı, sence filmler de ikiye ayrılır mı peki “sinemaya çıkabilen” ve “sinemaya çıkamayan/çıkmayan” diye? 

Okan Arpaç: Her film sinemaya çıkmayı hak eder. Ancak dağıtım ağlarının tekelleşmesi bir yandan, seyircinin izleme alışkanlıkları diğer yandan bastırınca, filmler de ister istemez ikiye, dörde, on altıya ayrılabiliyor. Sanatsal tabir ettiğimiz, ana akım olmayan filmler, sinemaya çıksa dahi belli bir seyirci kitlesine hitap ediyor. Dolayısıyla, hadi İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde, küçük bir salonda vizyon şansı buluyor ama Hakkari’deki, Bayburt’taki, Muğla’daki izleyici ne yapacak?

Velhasıl, günümüz teknolojisi bunun için altın fırsat. Benim gençliğimde video furyası vardı, bir de bugünkünden çok farklı bir TRT. Videoda, sinemalara gelmeyen nice önemli filmi izlerken, TRT’de de inanılmaz sinema kuşaklarıyla klasikleri, en seçkin yapıtları seyrettik. Şimdi ise çevrimiçi platformlar sayesinde erişemediğimiz film yok gibi. Üstelik dağ başında, tatilde, köyde, kasabada, nerede olursak olalım internet varsa film önümüzde. Ne büyük nimet! Sinema salonunda izleyemediğimiz, kaçırdığımız bir filmi bu platformlar sayesinde yakalayabilmek, bir sinemasever için eşsiz bir deneyim.

SİYAD olarak bu dönemde sizin ne tip farklı girişimleriniz / aksiyonlarınız / çalışmalarınız oldu?

Okan Arpaç: En büyük fark, geleneksel ödül törenimizi geçen yıl ve bu yıl çevrimiçine dönüştürmemiz. Büyük salonlara insanları toplayıp ödül veremediğimiz için, ödülleri çevrimiçi yayınla duyurup, kazandıkları heykelcikleri de pandemisiz günlerde sahiplerine teslim etmek üzere rafımıza kaldırdık. 2021’de ise, 53 yıllık geleneksel SİYAD oylamamıza yeni bir kategori ekledik. Yarım asırdan fazladır, sadece sinema salonlarında vizyona girmiş filmleri oylarımızla değerlendirip, yılın en iyilerini belirliyorduk. Bu yıl ise, ek olarak sadece çevrimiçi platformlarda prömiyerini yapan filmleri de listeleyerek, Çevrimiçi Yılın En İyi Filmleri’ni belirledik. En İyi Yabancı, En İyi Yerli seçkilerimizin yanına En İyi Çevrimiçi’yi de eklemiş olduk.

Yılın en iyi 20 filmini seçip listeliyorsunuz, 2020 işlerini 2019 işleriyle karşılaştırırsan, nasıl bir sentez çıkar sence?

Okan Arpaç: En büyük fark, 2019’daki film adedi ile 2020 arasındaki bariz ve ciddi azalma. Gerçi sayı bakımından yarı yarıya da olsa, içlerinden yine en iyileri seçerek 2020’yi es geçmedik. Neyse ki, 2020’de sinemaların açık olduğu aylarda çok iyi ve önemli filmler de vizyona girme şansı bulmuş, listeler zayıf değildi. Bir de dediğim gibi yanına Çevrimiçi Filmler listesi eklenince, tadından yenmez oldu.

Duygulardan en çok kaygıyla bezenen bu tuhaf dönemde, izlemeden ölmememiz gereken hangi filmleri önerirsin bizlere?

Herkesin önerdiği filmler değil de, benim sevdiğim, yüreğime dokunmuş filmler önermek isterim. Yabancı film olarak “Kısa Tesadüfler-Brief Encounter, 1945”, “Bir Rüya İçin Ağıt-Requiem for a Dream, 2000”, “Sunset Bulvarı-Sunset Blvd., 1950”, “Hafta Sonu-Weekend, 2011”, “Avare-Awaara, 1951”. Yerlilerden ise “Kırık Bir Aşk Hikayesi, 1981”, “Canım Kardeşim, 1973”, “Yangın Var, 2011”, “Sonbahar, 2008”, “Sevmek Zamanı, 1965”…

Senin eklemek istediklerin…

Okan Arpaç: İstanbul Sözleşmesi gibi çok hayati bir manifestodan dahi vazgeçebilen, hâlâ parti kapatan, freni boşalmış bir şekilde tam gaz zifiri karanlığa doğru ilerleyen güzel ülkemi, günün birinde “aydınlıklar içinde” görebilmek umuduyla… Filmlerin tek bir karesine dahi dokunulmayan, özgür, sansürsüz bir ülke.

Sibel Ekdemir Kaya: Boğaziçi Üniversitesi’inden 2003’te mezun oldum. Hayatımı, pazarlama alanında çalışarak kazanıyorum. Her daim öğrenmeye, keşfetmeye ve keyif almaya hevesli bir kadınım. Profesyonel Koçluk, Çocuklar için Felsefe (P4C), Çocuklarla Yaratıcı Dans, Masal Anlatıcılığı ve Şiddetsiz İletişime Giriş gibi birçok eğitim aldım. Bazılarına göre “maymun iştahlı”, gönlüme göre ise “şaşırmayı” çok seven bir insanım. İlk çocuğumun 28 haftalık doğumu, hayatımızın en “şaşırtıcı” deneyimlerinden biri sayılabilir. Şimdi iki çocuk annesiyim ve çocuklarla öğrenmekten, keşfetmekten, kendimi anlamaya çalışmaktan büyük keyif alıyorum. Atölyeler düzenleyerek, annelerle ve çocuklarla buluşuyorum. Kendimi yazarak ifade etmeyi çok seviyorum. DIGITURK dergi, BUMED dergi, www.coffeedigital.com, www.blogcuanne.com gibi birçok farklı mecrada, kendime ve okucuya fayda sağlayacağını düşündüğümü konularda yazılar yazıyor ve söyleşiler yapıyorum.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale