Pandemi, sinema sektörünü nasıl etkiledi: SİYAD Başkanı Okan Arpaç anlatıyor
Bir yılı devirdiğimiz bu tuhaf dönemde, pandemik hayat koşulları birçok ezberimizi, rutinimizi, sevdiceğimizi evirdi çevirdi. En sabit fikirlimizin bile değişmesi, bir şeylerden vazgeçip hayatında yeni bir şeylere ya da yeni bir duruma yer açması gerekti. Bazı şeyler eksildi, bazı şeyler keşfedildi. Ve bu adı sıfatı doğru düzgün konamayan süreç, kendi tarihini yazmaya devam ediyor.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de birçok sektör bu izolasyon ve kaygı sürecinden ciddi şekilde etkilendi. İhtiyaç ve beklentiler değişti, bu değişim sunulan hizmetleri de beraberinde dönüşüme sürükledi. İnsanlar ikiye ayrıldı bir yerde Reha Erdem’e saygıyla, “Bu tuhaf sürece kolay adapte olanlar” ve “Bir türlü adapte olamayanlar” diye…
SİYAD Başkanı Okan Arpaç’a, yıllardır sinema sektörünün içinde olan birisi olarak pandemi döneminin sinema sektörüne ve izleyici tercihlerine etkilerini sorduk.
Pandemi süreci sinema sektörünü de ciddi anlamda etkiledi. Lansman duyuruları bile yapılmış birçok dev proje ya iptal edildi, ya ertelendi ya da şekli şemali değişti. Tüm bu değişimi sence hayra mı şerre mi yormalıyız öncelikle?
Okan Arpaç: “Her şerde bir hayır vardır” denir. İnsanlığın, içinden geçerken farkında olmadığı ancak mutlaka bünyesinde, zihninde, duygusal benliğinde etkileşime/değişime sebep olan, ama küçük ama büyük olaylar, dönüşümler yaşanagelmiş. Bu da onlardan biri. Nasıl ki 100 sene önceki salgınlar, savaşlar insanlığı yeni çareler bulmaya teşvik ettiyse, bugünü de öyle okumak, biraz uzaktan bakmaya çalışarak bu korkunç dönemi öyle değerlendirmek gerek.
Geçen yüzyılda misal İspanyol gribi gibi nice salgın ve hastalık, tıp insanlarını aşılar, tedaviler bulmaya sevk etmişse; gezegendeki insanların neredeyse tamamının birbirini yok etmeye çalıştığı “Dünya Savaşları” nasıl ki peşinden barış anlaşmalarını, “Savaşma, seviş!” diyen “çiçek çocukları”nı yeşerttiyse, bugünün belası koronavirüs de hayatımızda bir şeyleri değiştirecek.
Artık biz, 2020 Mart’ından önceki biz değiliz. Sosyalleşme dediğimiz tüm yaşayış ve davranış biçimimiz değişti. Şöyle sevdiklerimize sıkı sıkı sarılıp, yanaktan öpmeyi bile bir yana bırakıp, Zorro gibi maske takarak, yumruk tokuşturur olduk, daha ne olsun. Ama umut hep var, bu dönemden alınacak derslerimiz var.
Yeme-içme alışkanlıklarımızdan tabiat ile kurduğumuz ilişkiye, vaktimizi nasıl geçirdiğimizden tut da, sevdiklerimizle sıkı fıkı görüşmeye kadar her şeyin aslında sağlıklıyken ne büyük lüks, ne büyük bir nimet olduğunu idrak ediyoruz belki. Buna, sinema salonlarına gidip film izlemek de dahil. Üstelik henüz el atılmadı belki ama, pandemiyle ilgili ne filmler çekilecek kimbilir… Her şey çok güzel olacak, yoksa yarın sabah uyanmamızın ne anlamı kalır?
İyi tarafından bakacak olursak, pandemi süreci sinema sektörüne en büyük katkısı ya da açtığı yeni alan/fırsat sence ne oldu?
Okan Arpaç: Sinema salonları kapanmış olsa da, film setleri yavaşlasa da, sinema öyle büyülü bir şey ki hayatımızdan sonsuza kadar çıkmayacağından eminim. Nitekim evlere kapandığımızda, herkes oturup hiç izlemediği kadar film tüketti. Buna, neredeyse film tadında ve kalitesinde çekilen ve artık her açıdan sinema ile ciddi bir rekabete giren diziler de dahil. Sinema sektörü, bu dönem çarklar yavaş dönmeye başlasa da dükkanı kapatmıyor elbet. Yeni fikirler, senaryolar üretilmeye devam ediyor. Yeni projeler, imkan varsa özel setler kurularak çekiliyor, ya da pandemi hafifler hafiflemez “motor” denmesini bekliyor.
Bu dönemin bize öğrettiği şeyse şu oldu sanırım: Evet, “Film sinemada izlenir” mottosuna hepimiz katılıyoruz ama çevrimiçi platformlar ve evlerdeki dev ekran TV’ler sayesinde artık tek izleme mecramız sinema salonları değil. İnsanlar sinemayı o kadar seviyor ki, salonlara gidemese bile TV’den, cepten, tabletten, bilgisayardan erişip o sihirli mutluluğu deneyimliyor bir şekilde. Öte yandan bu mecraların sinema salonlarının sonunu getireceğine de inanmıyorum.
Üretilen içerikler arasında pandemi öncesi /sonrası yakın döneme baktığında ne tip farklılıklar gözlemliyorsun?
Okan Arpaç: Filmler ve dizilerin içerikleri açısından büyük bir fark yok şu an. Var olan projeler devam ediyor. Çekilenler çekildi, kimi sinema salonlarının açılmasını bekliyor, kimi çevrimiçi gösterime giriyor, bazı ülkelerde de salonlar açıksa vizyon görüyor. Belki çekim koşullarının bir parça zorlaştığını düşünebiliriz. Setlerde alınan sağlık önlemleri, setteki ekibin bu virüsü birbirine bulaştırma riskini en aza indirgeme çabası sıkıntı olabilir. Ama bakıyoruz yerli diziler her hafta ekranda. Jason Statham, Guy Ritchie ülkemize gelip Antalya’da film çekti. Duyduğumuz birkaç kötü haber ise, setlerin bir süre tatil edilmesine yol açtı, o kadar.
İzleme tercihleri sence ne şekilde etkilendi?
Okan Arpaç: Bu süreçte eve kapanmamız, zaten kendini çoktan ‘Black Mirror’a bağlamış insanoğlunun biraz daha fazla ‘ekran’a bakmasına yol açtı. Tuvalete bile cep telefonuyla giden insanlar, bilhassa 2020’deki ilk kapanmalarda hem çevrimiçi platformlara sardılar, hem de cepteki uygulamaları yeni iletişim aracı olarak gördüler. Instagram’dan yapılan sohbetler, konserler, Zoom toplantıları, çoklu görüntülü aramalarla herkesin evinde kendi çilingir sofrasında kadeh tokuşturması gibi, ancak bilimkurgu filmlerinde görebileceğimiz durumlar gerçeğe dönüştü.
Ekran başında geçirilen vakit misliyle arttı. Tüm özel kanalların RTÜK sansüründen dolayı tektipleştiği dönemde, hiçbir sansürün olmadığı, en uç konuların bile serbestçe işlenebildiği çevrimiçi platformlar, özellikle Türk seyircisinin gözdesi oldu. Pandemi ruh halimizi elbette olumsuz etkiledi ama seyrettiğimiz içerikler sadece iç açıcı şeyler değildi, bu da ilginç.
Örneğin “Kırmızı Oda” adlı yerli dizi tam bir psiko-terapi seansı gibi. “Bir Başkadır”da arızalı olmayan karakter yok. Yine bu dönem Soderbergh’in “Salgın” (Contagion) filminin en çok izlenenler arasında olması, seyircinin tür konusunda çok da belli bir yöne kaymadığının göstergesi. İçeriklerin uzunlukları da yine kişinin o anki ruh haline ve vaktine göre değişiyor olmalı. Kimisi, sabahlara kadar sezon sezon ‘binge watching’ yaparken, kimisi de Gain platformundaki gibi 10 dakikalık içeriklere meyledebiliyor. Yıllardır YouTube, Facebook ya da TikTok’taki kısa videoları tüketmeye alışkın genç seyirci ile belli bir yaş üzeri seyirci arasındaki fark bu olabilir.
Araştırmalar gösteriyor ki, içerik tüketme sürelerinin bu dönemde artışına paralel olarak korsan / ücretsiz kaynaklardan çok üyelik ya da satın alma bazındaki tüketimler ciddi anlamda arttı, bu durumu nasıl yorumluyorsun?
Okan Arpaç: Çevrimiçi tüketici kitlesi, gelir grubu olarak değişmedi aynı. Belki vakitsizlikten, belki başka önceliklerden daha evvel abone olmayanlar, pandemide evde yapacak daha iyi bir şey bulamadıkları için abonelik başlattılar bence. Bir de tabii herkesin birbirine tavsiyeleri, kulaktan kulağa olmasa da sosyal medyadan yayıldıkça, izleme merakı üyeliğe dönüştü. Ama öte yandan korsanın tamamen biteceğini de sanmıyorum.
Kabul etmeliyiz ki, biz bir Üçüncü Dünya ülkesiyiz. Görece “zengin” bir ülke olsak da gelir dağılımında eşitsizlikler var, herkesin refaha ulaşma şansı aynı değil. Alım gücü düştükçe, eve giren aylık kazanç azaldıkça tüketicinin öncelikleri de değişiyor ama insani ihtiyaçlar değişmiyor. Karnını bir şekilde doyurduktan sonra, herkesin konuştuğu bir filmi ya da diziyi o gelir grubu da izlemek istiyor. Platformlara her ay vereceği ortalama 50 TL, o hane için o ayın elektrik ya da su faturası parası demek. Ulaşımı bile hesaplamak zorunda olan, 50 kuruş daha düşük fiyata ekmek alabilmek için Halk Ekmek önünde kuyruğa giren insanlarımız var. İşsizlik ve parasızlıktan intihar edenler var.
Bu gerçekleri görerek korsanı anlamak gerekiyor. Bir şekilde internet kafeler gidip, ya da cep telefonuyla komşunun wi-fi’ına bağlanarak, o çok konuşulan filmi ya da diziyi izlemek, şu kapitalist tüketim dünyasında doğal olarak hiçbir şeyden mahrum kalmak istemeyen gençler için hayattaki en büyük mutluluklardan biri. Gelir adaletsizliğini yok edelim, korsan da kendiliğinden yok olur zaten.
“Çevrimiçi filmler” diye bir tabir, bir alan hayatımıza katıldı, sence filmler de ikiye ayrılır mı peki “sinemaya çıkabilen” ve “sinemaya çıkamayan/çıkmayan” diye?
Okan Arpaç: Her film sinemaya çıkmayı hak eder. Ancak dağıtım ağlarının tekelleşmesi bir yandan, seyircinin izleme alışkanlıkları diğer yandan bastırınca, filmler de ister istemez ikiye, dörde, on altıya ayrılabiliyor. Sanatsal tabir ettiğimiz, ana akım olmayan filmler, sinemaya çıksa dahi belli bir seyirci kitlesine hitap ediyor. Dolayısıyla, hadi İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde, küçük bir salonda vizyon şansı buluyor ama Hakkari’deki, Bayburt’taki, Muğla’daki izleyici ne yapacak?
Velhasıl, günümüz teknolojisi bunun için altın fırsat. Benim gençliğimde video furyası vardı, bir de bugünkünden çok farklı bir TRT. Videoda, sinemalara gelmeyen nice önemli filmi izlerken, TRT’de de inanılmaz sinema kuşaklarıyla klasikleri, en seçkin yapıtları seyrettik. Şimdi ise çevrimiçi platformlar sayesinde erişemediğimiz film yok gibi. Üstelik dağ başında, tatilde, köyde, kasabada, nerede olursak olalım internet varsa film önümüzde. Ne büyük nimet! Sinema salonunda izleyemediğimiz, kaçırdığımız bir filmi bu platformlar sayesinde yakalayabilmek, bir sinemasever için eşsiz bir deneyim.
SİYAD olarak bu dönemde sizin ne tip farklı girişimleriniz / aksiyonlarınız / çalışmalarınız oldu?
Okan Arpaç: En büyük fark, geleneksel ödül törenimizi geçen yıl ve bu yıl çevrimiçine dönüştürmemiz. Büyük salonlara insanları toplayıp ödül veremediğimiz için, ödülleri çevrimiçi yayınla duyurup, kazandıkları heykelcikleri de pandemisiz günlerde sahiplerine teslim etmek üzere rafımıza kaldırdık. 2021’de ise, 53 yıllık geleneksel SİYAD oylamamıza yeni bir kategori ekledik. Yarım asırdan fazladır, sadece sinema salonlarında vizyona girmiş filmleri oylarımızla değerlendirip, yılın en iyilerini belirliyorduk. Bu yıl ise, ek olarak sadece çevrimiçi platformlarda prömiyerini yapan filmleri de listeleyerek, Çevrimiçi Yılın En İyi Filmleri’ni belirledik. En İyi Yabancı, En İyi Yerli seçkilerimizin yanına En İyi Çevrimiçi’yi de eklemiş olduk.
Yılın en iyi 20 filmini seçip listeliyorsunuz, 2020 işlerini 2019 işleriyle karşılaştırırsan, nasıl bir sentez çıkar sence?
Okan Arpaç: En büyük fark, 2019’daki film adedi ile 2020 arasındaki bariz ve ciddi azalma. Gerçi sayı bakımından yarı yarıya da olsa, içlerinden yine en iyileri seçerek 2020’yi es geçmedik. Neyse ki, 2020’de sinemaların açık olduğu aylarda çok iyi ve önemli filmler de vizyona girme şansı bulmuş, listeler zayıf değildi. Bir de dediğim gibi yanına Çevrimiçi Filmler listesi eklenince, tadından yenmez oldu.
Duygulardan en çok kaygıyla bezenen bu tuhaf dönemde, izlemeden ölmememiz gereken hangi filmleri önerirsin bizlere?
Herkesin önerdiği filmler değil de, benim sevdiğim, yüreğime dokunmuş filmler önermek isterim. Yabancı film olarak “Kısa Tesadüfler-Brief Encounter, 1945”, “Bir Rüya İçin Ağıt-Requiem for a Dream, 2000”, “Sunset Bulvarı-Sunset Blvd., 1950”, “Hafta Sonu-Weekend, 2011”, “Avare-Awaara, 1951”. Yerlilerden ise “Kırık Bir Aşk Hikayesi, 1981”, “Canım Kardeşim, 1973”, “Yangın Var, 2011”, “Sonbahar, 2008”, “Sevmek Zamanı, 1965”…
Senin eklemek istediklerin…
Okan Arpaç: İstanbul Sözleşmesi gibi çok hayati bir manifestodan dahi vazgeçebilen, hâlâ parti kapatan, freni boşalmış bir şekilde tam gaz zifiri karanlığa doğru ilerleyen güzel ülkemi, günün birinde “aydınlıklar içinde” görebilmek umuduyla… Filmlerin tek bir karesine dahi dokunulmayan, özgür, sansürsüz bir ülke.