X

Öznel deneyim ve algı: Her zaman iyi olmak zorunda mıyız?

Psikolojik iyi oluş ve kendini tanıma konuları yıllardır yazılarımın odak noktasını oluşturuyor. Ancak iyi oluş konusunu iyi anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Literatüre göre psikolojik iyi oluşun bileşenleri; kendini kabul, diğerleri ile olumlu ilişkiler, özerklik, kişisel gelişim, yaşamda amaç ve çevresel hakimiyet. Çevresel hakimiyet, karmaşık çevresel şartları kontrol edebilme ve maniple edebilme becerisi olarak tanımlanıyor. İşte bu “karmaşık çevresel şartları” en yoğun deneyimlediğimiz zamanlardan geçiyoruz. Aslına bakarsanız, bu yeni bir şey de değil. Tam bir asır önce bu zamanlar büyük bir dünya savaşından çıkmıştık ve üstüne sınırlı kaynaklarla emperyalist güçlere karşı zorlu bir mücadele halindeydik. Amacım şu anda yaşadıklarımızın daha az önemli olduğunu vurgulamak değil, yanlış anlaşılmasın. Amacım, “dünyada hiç sorun olmaması ve dünyada hiçbir şeyin bizi asla kötü hissettirmemesi” yönündeki gerçekdışı beklentimize bir göz atmak.

Endüstri, tüketim ve pazarlama çağında yaşadığımız için olacak ki “kötü” hissetmeye, hasta ve başarısız olmaya katlanamama bu sistemin temel çarklarını döndürüyor. “Kötü” hissetmenin çok kötü bir şey, hatta hastalık olduğunun sürekli vurgulandığı bu ortamda doğru bilgiye ulaşmanın ve algımıza sahip çıkmanın her şeyden önemli olduğunu düşünüyorum. Ruh sağlığı alanında çalışan bir profesyonel olarak anksiyete, depresyon, travma gibi kavramların rasgele kullanılmamasını, her olumsuz duygunun ve sürecin hemen hastalık olarak etiketlenmemesi gerektiğini, gayet insani bir süreç olan “acı” çekmenin, üzülmenin gelip geçici doğasını “hastalık” veya “çok kötü bir şey” olarak tanımlayıp insanları adeta “korkmaktan korkar” hale getirmenin algılarımızı nasıl bozduğunu anlatmayı bir görev biliyorum. Başlangıç noktası olarak bu yazımda algı, öznel deneyim ve bilinç gibi kavramlara göz atacağım. Ama önce bu kavramların doğrudan ilişkili olduğu yere, insan beynine bir bakalım.

İnsan beyni doğuştan tamamlanmamış olarak dünyaya gelen yegane varlık. Bu demek oluyor ki beyin, çevresel ve yaşamsal deneyimler ile yaşam boyu sürekli değişen ve şekillenen bir organ. Beyin gelişimsel olarak hem bedenlenmiş hem de ilişkisel, yani dinamik bir sistem. Sinir sistemi bütünleştirme yoluyla düzenli ve dengeli hale geliyor. Bu durum beynin düzenleyici işlevi yerine getiren bütüncül devrelerinin ürünü. Bu devrelerin hepsi karmaşık bir sistemi oluşturuyor ve beyin/zihin ancak aritmetik ve belirlenimci olmayan başka bir matematik ile anlaşılmaya çalışılıyor, bunun adı da “karmaşık sistemler teorisi”. Karmaşık sistemler teorisi, matematiğin bir dalı olan olasılıktan türemiş. İşte henüz gelişimsel olarak tamamlanmamış insandan söz ediyorsak kesinlikten bahsedemeyeceğimiz için ancak olasılıktan bahsedebiliyoruz. Bu perspektife göre bir karmaşık sistem, sistemin öğelerinin etkileşimi ile beliren “kendi kendini örgütleme” özelliğine sahip.

Duygu dediğimiz deneyimlerimiz de bütünleştirme durumlarındaki değişimleri yansıtan bu kendi kendini örgütleme özelliğinin bir boyutu. Öyleyse duygusal yaşantılarımız zihnimizin temelini oluşturuyor. Zihin dediğimiz bağlantısal sistem de enerji ve bilgi akışı süreci. Bu bağlamda insan olarak varoluşumuzun iki temel indirgenemez yönü var. Bunların ilki zihinsel yaşamın öznelliği, diğeri ise nöral yaşamın (beynin) nesnel (ölçülebilir) özelliği. Zihnin en temel işlevi enerji ve bilgi akışını kontrol etmek ve düzenlemek. Herhangi bir şeyi düzenlerken gözlem yapmamız ve düzenlenen şey üzerinde değişiklikler yapmamız gerekiyor. Bunlar düzenlenmenin iki temel öğesi. Araba kullanırken nereye gittiğimizi algılamak ve buna göre yönümüzü ve hızımızı değiştirmek için gözlerimizi açık tutmamız gerekir. İşte duygularımızı düzenlerken de içsel durumlarımızı gözden geçiririz ve sonrasında yaşam dengemizi sağlamak için uyarılma seviyemizi değiştiririz. Güzel haber şu ki, eğer zihnimizin bu düzenleyici işlevini doğru kullanırsak aile ve ilişkilerimizi ve yaşamımızı iyileştirebiliriz. Peki, bu şekilde farkında olmak ve gözlemlemek yaşamları değiştirebiliyorsa, bizler bilinç hakkında ne biliyoruz? Gelin şimdi bilinç ne demektir ona bir bakalım.

Bu yazıda “bilinç” kelimesini, farkında olma deneyimi, şu anda bir şeyin meydana geldiğini bilme şeklindeki içsel durumu ifade etmek manasında kullanacağım. Bilinçten bahsetmeden önce, zihinsel yaşamlarımızı nesnel ve sayısal olarak bütünüyle ölçemeyeceğimiz gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Zihnimizin düzenleyici ve bütünleştirici işlevini geliştirsek dahi, içsel öznel deneyimlerimizin farkında olmak gibi ölçülemeyen bir özelliğe sahibiz. Bu, sizin içsel zihinsel deneyiminizin ben ya da bir başkası tarafından bütünüyle bilinemeyeceği anlamına geliyor. Yani sizin ve benim içsel dünyalarımızın başka bir denginin olması mümkün değil. İçsel dünyamızın hakiki doğasını diğer insanlara hiçbir zaman bütünüyle gösteremeyiz ve onların da bunu bütünüyle anlamasını bekleyemeyiz.

Özellikle yakın zamanda yapılan pek çok çalışma bir çok önemli ve yanıtlanması güç soruyu beraberinde getirmiş ve zihnin beynin “ürünlerinden” daha fazlası olabileceğini göstermiş durumda. Daha önce bir yazımda bahsetmiş olduğum Gestalt psikolojisi daha 1900’lü yılların başında bu konuyu vurguluyor ve “bütün, parçaların toplamından fazladır” diyordu. Algı, bilinç ve öznel deneyim konuları da Gestalt psikolojisinin temel çalışma alanlarıydı. Buraya kadar anlattıklarımla zihni enerji ve bilgi akışının düzenlenmesini kapsayan sürecin bir parçası, beyni bu akışın vücut bulmuş bir mekanizması ve ilişkileri de bu akışın paylaşımı olarak tanımlayabiliriz. İşte bunlar “bilinç” ve “öznellik” dediğimiz bütünün birbirinden ayrılamaz parçalarını, bilgi akışı gerçekliğinin elementlerini, yani sizi meydana getiriyor.

Bilinci farkında olma deneyimi, şu anda bir şeyin meydana geldiğini bilme şeklindeki içsel durum olarak tanımlamamıza rağmen her şeyi bilinçli olarak bilemeyiz. Ama farkına varabileceğimiz şeylere odaklanabiliriz zira farkında olmak bilinçli seçimlere de olanak sağlıyor. Çünkü zihnimize giren bilgi önemli. Eğer bu bilgi beklenti yaratan ve belirlenimci bir bilgi ise algılarımızı çarpıtması kaçınılmaz hale geliyor. Örneğin “kötü hissetmenin” veya aklınıza kötü düşüncelerin gelmesinin çok kötü bir şey olduğu yönünde bir telkin alırsanız, hele de bunu “uzman” kişilerin ağzından sürekli işitirseniz, elbette “asla kötü hissetmemeliyim, kötü hissedersem bu hasta olduğum anlamına gelir” gibi gerçekdışı bir beklentiye girersiniz. Sizin kırmızıyı görme içsel öznel deneyiminizin niteliği ile benim aynı kırmızıyı görme deneyimim bile tam olarak aynı değilken, duyguları “iyi” “kötü” şeklinde etiketlememiz mümkün olur mu?

Bu noktada klinik psikiyatri profesörü Daniel Siegel’in aktardığı bir anıyı paylaşmak istiyorum. Siegel bir defasında, duyguların “gerçek” olduğuna dair bilimsel kanıt olmamasından dolayı psikiyatristlerin psikoterapiyi öğrenmemesi gerektiğini düşünen bir pratisyen ile bir tartışmaya giriyor ve duyguların “gerçek” olmadığını savunan bu pratisyene Siegel şöyle cevap veriyor: “Tartışmaya nasıl devam edeceğimizi bilmiyorum çünkü neyin “gerçek” olduğuna dair elimizde bilimsel bir kanıt yok.” Burada tartışmanın neden bir yere varamayacağını görebiliyor musunuz? Bu tartışma bir yere varamaz çünkü, hepimizin kendine has bir şekilde deneyimlediği bir şeyi, yani algıyı bir olgu olarak ölçmeye çalışmak, değişebilen bir yapı hakkında kesin bir dille konuşmak yaşamın ve insanın doğasına aykırı. Çünkü söz konusu insansa ancak olasılıklardan bahsedebiliriz. Sonuç olarak, “olan şey” ile ona dair “algımız” arasında bir fark varsa ve bu herkes için mutlak olarak ölçülemiyorsa, sizin hasta, kötü, eksik olduğunuzu ve kötü hissederseniz bunun korkunç bir şey olacağını telkin eden, sizi veya diğerlerini (anksiyeteli, depresyonda, toksik, narsist vs diye) kategorize eden her tür mesaja şüpheyle bakmanızı tavsiye ederim.

Bu konuda bir psikolojik danışmandan destek almak isterseniz süreçle ilgili bilgi almak için bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz.

Kaynak: Daniel J. Siegel. Zihnin Gelişimi: İlişkiler ve Beyin Arasındaki Etkileşim Bizi Nasıl Biz Yapar. Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları No: 253.

İlginizi çekebilir: Deprem travması psikolojimizi nasıl etkiler?

Aysel Keskin: Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir kurumsal hayat deneyimim oldu. Kurumsal hayat deneyimimin ardından, çocukluk tutkum olan psikolojiye bir de seyahat tutkum eklendiği için okyanus ötesine giderek bir süre Amerika’nın Kalifornia ve Oregon eyaletlerinde yaşadım. Tüm psikoterapi yaklaşımlarını bilmekle beraber uzmanlaşmanın gerekliliğine inanarak, kanıta dayalı terapi yaklaşımlarından Süre Sınırlı Psikanalitik Psikoterapi (SSPP), Jungian Psikoterapi ve Rasyonel Psikoloji Enstitüsü Preferred Partner of The Albert Ellis Institute onaylı, APA (American Psychological Association) Kredili Rasyonel Duygucu & Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimlerini (süpervizyonlar dahil) tamamladım. Sorunların bütüncül ele alınması gerektiğine, beden ve zihnin dengesini kurduğumuzda hayatımızda olumlu değişimler olacağına inanıyorum. Beden ve zihin sağlığınız her şeyden önemli. Bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz. Sağlık ve sevgi ile kalın. Instagram: ayselkeskin.psk.dan

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale