Öz’gürlüğe Öz’lem: İçimizdeki zorbalar ve kurban bilincinden uyanış
Özgürlük… En derin özlemimiz! TDK’ya göre, “Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî.” Bu tanımdan yola çıkarak özgürlüğü ve nasıl özgürleşebileceğimizi anlamaya çalışalım.
Düşünce ve davranışlarımızın kısıtlama, zorlama ve şartlanmalardan bağımsız olma durumuysa özgürlük, bizi kısıtlayan, zorlayan ve koşullayan içsel ve dışsal etkenlerin farkına varırsak ve etkilerini azaltırsak özgürleşebilir miyiz? Bu etkenler neler peki?
Günümüzde olduğu gibi tarihte de özgürlüğe duyulan özlemin arttığı dönemler olmuştur. 103 yıl önce ataları gibi özgürlük ve bağımsızlık aşkıyla yaratılmış bir ADAM vatanını kurtarmak ve özgürleştirebilmek için bağımsızlık savaşını başlatmıştı. Özgürlüğün başlıca düşmanlarına ise şöyle işaret etmişti:
“Hepinizce bilinmektedir ki, milletimiz yüzyıllardan beri iki kuvvetin, iki zorba kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzüntü ve elem duymakta idi. O kuvvetlerden birisi, doğrudan doğruya memleket ve milleti yönetmek iddiasında bulunan zorbalar, ikincisi, bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemidir.”
Türk milletinin başına geçenlerin zorbalaşmalarını ve zorbalaşanların başına gelenleri de şöyle özetlemişti:
“Türk milleti, en eski tarihlerinde ünlü kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir. Son tarih dönemlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde başlarına geçen padişahlar, bu yoldan ayrılarak zorba olmuşlardır.”
“Millet, kişilerin saltanat tutkusundan, zorbalık tutkusundan, yayılma tutkusundan başlayarak yarar ve rahat sağlama ve aşırı zevk düşkünlüğü ve rezilliklerini, bol bol savurganlık gibi insanı küçültücü amaçları için aracı ve güç kaynağı yapılmak yüzünden kendi benliğini unutacak ölçüde uğradığı aymazlıkların acı sonuçlarını net olarak kavrayabilecek erginlik ve olgunlukta idi. Artık milletin en akla yakın ve en haklı ve en insanca yetkisini kullanma zamanı geldiğinde duraksaması kalmamıştı. Dünya tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman Devleti kuran ve bunların hepsini olaylarla deneyen Türk milleti bu kez doğrudan doğruya kendi adını ve sanını taşıyan bir devlet kurarak bütün felâketlerin karşısında yaratılışındaki yetenek ve güçle yerini aldı. Millet, kaderini doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve egemenliğini bir kişide değil, bütün bireyleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan yüce bir Mecliste özümledi. İşte o Meclis, Yüce Meclisinizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve bu egemenlik makamının hükûmetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti derler. Bundan başka bir saltanat makamı, bundan başka bir hükûmet kurulu yoktur ve olamaz.”
Ve Türk milletinin gelecekteki çocuklarını da zorbalara karşı uyarmıştı:
“Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim.”
Zorbaların manipülasyon teknikleri
Özgürlüğün önündeki en önemli engeller olan zorbaları ve zorbalığın doğasını anlamaya çalışalım.
Platon, MÖ 380 civarında yazılan Cumhuriyet’te (Republic), demokratik devletlerin tiranlığa (bir diktatörün başta olduğu ve halkın hiçbir söz hakkının bulunmadığı bir yönetim biçimi) düşmeye mahkum olduğunu savundu. Demokratik hükümet biçimlerinin, arzularını tatmin etme sanatında yetenekli, düzgün konuşan politikacılar için kolay av olan ahlaksız ve disiplinsiz bir halk yarattığına inanıyordu. Cumhuriyet ile aynı dönemde yazılan Gorgias’ta, bize bu tür politikacıların kamu yararını beslemekten ziyade kitleleri sağlıksız vaatlerle kandırdıklarını söyler. Bunu nasıl becerdiklerini ise Hitler ve Goebbels’i eylem halindeyken gözlemlemiş psikanalist Roger Money-Kyrle ortaya koyuyor. Money-Kyrle’a göre siyasi propagandanın işe yaraması için propagandacıların ilk önce izleyicilerinde bir çaresizlik duygusu (zehir) uyandırması ve ardından onlara sihirli bir çözüm (panzehir) önermesi gerekir.
- İlk olarak, seyirciyi son derece iyi ve değerli bir şeyi kaybettiklerini veya yok ettiklerini hissetmelerini sağlamak için depresyona sokarlar. Diz çöktürülen kalabalığa “davaya ihanet ettikleri için”, kendilerine acımanın doruklarını yaşattırırlar.
- İkinci adım bir azınlığı veya bir grup yabancıyı kişinin çektiği acıların faili olarak belirlemektir. Onlar, bize dışarıdan zulmeden veya bizi içimizden tüketen kötü güçlerdir.
- Üçüncü adım, çaresizliğin dehşetine manik bir tedavi sunmaktır: “Kendine acıma ve nefret yeterli değildi. Korkuyu kovmak da gerekliydi… Böylece konuşmacılar hakaretten kendilerini övmeye başladılar. Küçük başlangıçlardan itibaren Parti yenilmez hale gelmişti. Her dinleyici, her şeye kadirliğinin bir parçasını kendi içinde hissetti. Yeni bir psikoza sürüklendi. Tetiklenen melankoli paranoyaya ve paranoya megalomaniye dönüştü.”
Kurban üçgeni ve kurban tuzağından kurtulmak
Zorbaların manipülasyon taktiklerine ışık tutmuş olduk, şimdi de kendi karanlıklarına ışık tutalım biraz da. Kurban Tuzağından Kurtulmak kitabında Diane Zimberoff, çok önemli bir olguyu ortaya koyuyor ve diyor ki:
“Şimdi sizi kurban üçgeniyle tanıştıracağım. Kurban üçgeni; eş bağımlı, işlevsel olmayan ailelerin ve bağımlılıkların temelidir. Bu üçgenin en üstünde kurban yer alır. Kurban kendini çaresiz hisseden ve kendine acıyan kimsedir. Kendi sorunları için başkalarını suçlar. ‘Senin yüzünden mutsuzum. Devlet yüzünden zengin olamadım.’ Herkesi ve her şeyi suçlamaya devam ederek aslında kendi gücünden vazgeçer. İşte kurbanı çaresiz ve güçsüz hissettiren de budur. Kurban üçgeni, kişisel güç eksikliğiyle ilgilidir.
Çizimin sol alt köşesinde bizim kurtarıcı dediğimiz kişi yer alır. Kurtarıcının içinde de kurban bilinci vardır… Dışarıdan görülen ‘yardımseverin’ altında kurtarıcılar kendini kurban gibi hissetmemek için de başka bir kurbanı kurtarmaya çalışır. Kendilerinden biraz daha güçsüz, biraz daha yardıma muhtaç birini bulurlar. Eş Bağımlılık işte bu şekilde gelişmeye başlar. Duygusal ihtiyaçlarını gidermek için her kişi/rol diğerine bağımlı hale gelir. Kurtarıcı kurbanın çaresiz kalmasına, kurban da kurtarıcının ona bakmasına bağımlıdır. Kurban ve kurtarıcı birbirine giderek daha da eş bağımlı hale gelir. Kurtarıcı, kurbanı ‘düzeltmeye’ çalışmayı sürdürür. Bu durum kurbanın kendini daha çaresiz hissetmesine, hatta sonunda kurtarıcıya içerlemesine sebep olur. Bu içerleme işlerin akışını değiştirir ve kurban zorbaya dönüşür. Ancak yine de en temelde zorba, kurban gibi hissetmeye devam eder.
Zorbalığın pek çok şekilde yapıldığını görebiliriz. İnsanlar fiziksel, duygusal ya da cinsel taciz yoluyla zorba olabilir. Karşısındakinden sevgiyi, cinsel tatmini veya maddi güvenceyi geri çekip esirgeyerek zorbalık yapabilir. Öfkenin üstünü örtme veya pasif agresyon durumu da bir zorbalık yapma yoludur. Bir başka yöntem ise diğerlerini kontrol altına almak ve manipüle etmek için onlara kendini suçlu hissettirmektir. Zorba, kurtarıcıya zorbalık yapar; kurtarıcıysa kendini kurban gibi hissetmeye başlar. Zorba kurbana acır ve onu kurtarmaya girişir. Kurban kurtarılmaktan dolayı hissettiği çaresizliğe daha çok içerler ve kurtarıcıya zorbalık yapmaya başlar. Bir pozisyondan diğerine, bu kısır döngü içinde sürekli dönüp dururlar. Kişi bu üçgendeki rollere başka kimseye ihtiyaç duymadan tek başına da girip çıkabilir. Örneğin yemekle ilgili kontrolü olmadığını hisseden biri çaresiz bir kurban gibi hisseder. Kendini kurtarmak için diyete başlamaya karar verir. Bu adım işe yaramayınca öfkelenir. Kendini suçlu hissedip moralini bozar ve kendine zorbalık yapmaya başlar. Kendine yeterince zorbalık yaptıktan sonra da yine en başa, tamamen kontrolden çıkmış ve çaresiz hissettiği kurban pozisyonuna döner. Yani bu döngüde sizinle bu oyunu oynayacak başka kimseye gerek kalmadan kendinizi bütün pozisyonlarda bulabilirsiniz. Kurban üçgeni bağımlılık yaratır. Kurban pozisyonundaki kişiler, her zaman kurtarıcıları ve zorbaları kendilerine çekerler. Kurban kendini ne kadar çaresiz ve kontrolsüz hissederse acıyı uyuşturmak için bir o kadar uyuşturucu, yemek ya da alkol kullanma eğilimi gösterir.”
Kurban psikolojisinden kurtulup nasıl özgürleşeceğiz?
Nasıl özgürleşeceğimizi araştırırken, özgürlüğün önündeki en büyük engel olan zorbalığın ve zorbalığın özündeki kurban bilincinin anlaşılması gerekiyor. Bilinçdışı olarak aile içinde ve nesilden nesile aktarılan kurban oyununun bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl yıkıcı olabileceği daha iyi anlaşılmıştır umuyorum. Zimberoff’un dediği gibi kurban oyunu tek başına da oynanabilen bir oyun. Kendimize, duygularımıza, bedenimize hiç zorbalık yapmıyor muyuz? Şiddet, sömürü ve zulüm içimizde, düşüncelerimizde başlıyor ve hepimiz bu düzenin parçası ve sorumlusuyuz! Ancak sorumluluk alarak ve değişime kendimizden başlayarak bütünü dönüştürebiliriz. İç dünyamızdaki kurban bilincini dönüştürüp asıl zorbayı devirmedikçe, dış dünyada toprağın, hayvanların, ağaçların, çocukların, kadınların ve değerlerimizin zorbalar tarafından sömürülmesini, zulme uğramasını izlemeye devam edeceğiz!
Millet ve bireyler olarak kurban oyununu oynamayı bırakmanın zamanı geldi. Kurban bilincinden uyanmanın, gerçek gücümüzle bağlantı kurarak sorumluluk almanın zamanı geldi.
Buda’nın dediği gibi: “Kendinize ışık olun; kendinizi hiçbir dış sığınağa vermeyin. Gerçeğe sımsıkı sarılın. Kendinizden başkasına sığınmayın.”
Krishnamurti’nin dediği gibi: “İnsan zihninde köklü bir devrim meydana getirmenin ne kadar önemli olduğunu söylüyorduk. Kriz bir bilinç krizidir. Eski kuralları, eski kalıpları, eskiden kalma gelenekleri artık kabul edemeyen bir kriz. Ve bütün acısı, çatışması, yıkıcı acımasızlığı, saldırganlığıyla dünyanın ne halde olduğuna bakıyoruz. İnsan hala eskiden olduğu gibi acımasız, vahşi, saldırgan, açgözlü, rekabetçi ve bu çizgiler üzerine bir toplum inşa etti. Bütün bu tartışmalarda ve konuşmalarda yapmaya çalıştığımız, zihni kökten dönüştüremiyor muyuz, bunu görmektir. Her şeyi olduğu gibi kabul etmemek fakat anlamak için, içinde olmak için, incelemek için, bütün kalbinizi ve aklınızı, sahip olduğunuz her şeyle birlikte, keşfetmeye verin! Farklı yaşamanın bir yolu… Fakat sadece size bağlı ve asla bir başkasına değil. Çünkü burada öğretmen yok, öğrenci yok, lider yok, yol gösterici yok, efendi yok, kurtarıcı yok. Kendiniz için öğretmensiniz ve öğrencisiniz, efendi, yol gösterici, lider sizsiniz, siz her şeysiniz! Ve anlamak olanı dönüştürmektir.”
Şimdi de özgürlüğü daha da özden kavramaya çalışalım. Müsaadenizle kendime söyleyeceklerim var…
Canım kendim, gel muhabbet edelim seninle. Öz’gürlükten, öz’güvenden, öz’lemden, kısacası öz(ün)’den bahsedelim. Çok öz’ledin, çok aradın biliyorum.
“Öz’lüyorum O’nu
Yitirdiğim öz’ümü
Arıyorum ne zamandır
Neredesin öz’üm
Çık gel buradayım
Çok öz’ledim seni.”
Çok özledin biliyorum özünün gürlüğünü, özüne güvenebilmeyi, BİR olduğumuz halleri. Ve duyuyorum çağrını, zamanı geldi beliriyorum. Küçüktün, seni terk ettiğimi sandın, oysa ben hep yanındaydım. Küstün biliyorum, güvenin sarsıldı, kendini kapattın. Ama asıl kızdığın, kırıldığın kendindin. Özüne sırtını dönen, kulak tıkayan, hissetmemek için uyuşturan, kendini terk eden sendin, fark et. Dışarıda kimse yok, sen ve illüzyonlardan başka… Özlemini duyduğun, kaybettiğini sandığın her şey özünde, dön ve bak özüne. Duy sesini, gör onu ve er öz’üne. Sesi ol öz’ün, gürleşsin sesi, güven öz’e, sev ve çağla öz’gürce…
Öz’gürlük ve bir’lik dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Ayrılık, dert ve derman: Ayrılık acısına farklı bir bakış