Bağımlılık tutsak ediyor hepimizi. İşin komik tarafı birçoğumuz bilmiyoruz neye bağımlı olduğumuzu hatta, bağımlı olduğumuzu!
Bir alkoliğin, bir uyuşturucu müptelasının bağımlılığını kabul etmediği, fark edemediği gibi.
Oysa ki, bağımlılıktan kurtulmanın ilk basamağı bağımlı olduğunu kabul etmektir.
Bağımlılık dediğimde herkesin kendi hakkında, oldukça masum görünen bağımlılık hikayeleri var. O kapıdan içeri girip ne kadar tutkun olduğunu görmek ise mesai ve irade istiyor. Gerçekten “bağımlı” olduğunu tüm hücrelerinde bilip bundan kurtulmak için “ne olursa olsun” noktasına gelmek gerekiyor.
Alkole, uyuşturucuya, sigaraya, Instagram’a, TV’ye, dizilere, mahalle arkadaşlarımıza, iş arkadaşlarımıza, sabah kahvesine, dedikoduya, kendimize acımaya, öfkeye, kimliklerimize, spora, sekse, onaylanmaya, dışarıdan gelen sevgiye, ilgiye, kafamızdaki özgürlük “kalıpları”na, inançlarımıza, cumartesilerin eğlencesine, pazartesilerin sendromlarına…
Daha yazarım, siz de eklersiniz!
Ve hiçbir farkı yoktur, sokakta baliye bağımlı berduş kişi ile, elinde kadehi rakı sofrasında kendini ifade etmeye çalışanın!
Hiçbir farkı yoktur, kendini öldürünceye kadar koşan ile, kafasını kaldıramayacak kadar uyuşturanın!
Hiçbir farkı yoktur, sürekli yapılmış haksızlıklardan bahsedip kendini çukurunda besleyenle, bir şişenin dibini görünce karakteri değişenin…
Sadece biri mimlenmiştir.
Kimse bir uyuşturucu bağımlısını dışladığı gibi dışlamaz, acıya bağımlı olanı.
Oysa ikisi de aynı derecede bağımlı, ikisi de aurasında delikler açan, ikisi de kendinden kaçmak için başka bir halin gölgesine sığınandır.
Bazı hallerimizin, ki bunlar atılmış temellerimizin beton harcıdır, ne derece bizi tutsak ettiğini fark etmeli ve aynen bir “bağımlı” gibi kendimizi rehabilitasyona sokmalıyız. Alışkanlıkları değiştirmeli, davranışları değiştirmeli eğer yerinde ise, nöronları esnetmeliyiz.
Bulunduğumuz yer, bağımlılık bataklığı…
Birinin gelip hayatımızı dolduracağı, anlamlandıracağı, tamamlayacağı, yani bizi kurtaracağı fikrine bağımlıyız!
Kimler “evet” der?
Yaşadığımız her ilişkinin sonunda bizi üzeceği, özgürlüğümüzü kısıtlayacağı, bizi yok edeceği fikrine bağımlıyız!
Kimler “evet” der?
Acı olmadan, gözyaşı, sürtüşme olmadan büyüyüp gelişemeyeceğimiz fikrine bağımlıyız!
Dünyanın “mücadele” gerektiren bir yer olduğu fikrine bağımlıyız.
Öyle mi?
Acıya, suçluluğa, cezalandırmaya, değersizliğe bağımlıyız.
O kadar müptezeliz ki, bunu yaratmak için, o duygudan bir doz alabilmek için hayatımızı, biz olandan bir parçayı kolaylıkla feda ediyoruz.
…
Azıcık düşünün, “Nasıl yine aynı noktaya geldim?” dediğiniz anları.
Ağzınızda yine o bildiğiniz tadın oluştuğu nihai durumları… Hani hiç öyle görünmezken, bir anda yine aynı sonuca düştüğünüz o milyondur tekrarlanan anı…
Bildiğinizi biliyorum.
Uyuşturucu bağımlılarını dışarı koymayın, aynı rehabilitasyona hepimizin ihtiyacı var. Bizimki gölgelerde yaşayan bir müptezellik!
Her uyuşturucu bağımlısının ayıldıktan sonra verdiği sözler gibi, aklımız yerine geldiğinde yani “ana döndüğümüzde”, “bir daha asla” diyoruz.
Ne var ki, kendimizden bile gizlediğimiz yöntemlerimiz, bizi yine aynı noktaya getiriyor çaktırmadan.
Dün bu yazıyı yazmaya başladığımda güzeller güzeli yol arkadaşım Ezgi, arayıp bundan bahsetti. Tam da üzerine, ben daha yazımı tamamlayamamışken. Onun eşsiz bakışı lazımmış demek.
Dedi ki, bir bağımlılık kitabı düştü önüme, bağımlılıktan kurtulmanın 12 adımı.
O maddelerde yazanlar, aslında her birimizin kendimizi affetmek, suçluluktan, suçlanmaktan kurtulmak için yapmamız gerekenler.
Burada gerçekten dikkat çekmek istediğim bir nokta var, kendimizi affetmek noktası.
Öyle ki, bu bağımlılık konusu aklıma düştüğünden beri, gözümün önünde bir tek vizyon dönüyor.
“Yaşadığı mutluluktan, başarıdan vs. utanç duyarak kendini gönül rızasıyla ayaklar altında dolaşarak, kamburuna tekme atılması için yalvaran bir goblin.”
Hak etmiyorum.
Hak etmiyorum.
Ve her tekmeden sonra rahatlayan.
Hak etmediğine duyduğu sarsılmaz inanç!
Bu kendini sabote etmek gibi görünse de değil. Bu halihazırda, kendini yok saymak.
Sabote edeceğin şeyin varlığını kabul edersin çünkü…
Bu genel, insanlığın bir hastalığı arkadaşlar. Biraz eksik biraz fazla her birimiz mazoşist inancımızı, ne pahasına olursa olsun koruyoruz.
Ezoterizm yolu ile bakarsak, her çocuğun günahkar doğması ve cennetten kovulmuşluk aslında hep buna işaret eder.
Doğuştan kabul ettiğimiz “suçluluğumuza”!
Ve İsa tekrar doğduğunda hepimizin kurtulacağından…
Bu da, kurtarıcıyı “dışarıdan bekleyen” halimizi açıklar.
Oysa İsa’nın doğumu ile anlatılan, kişinin içeriden kendisine doğmasıdır. İsa öldükten üç gün sonra dirilmiştir ve bedeni bulunamamıştır. Çünkü dirilen bir madde değildir.
İsa, hepimizin içinde, her doğan çocukla dünyaya gelendir.
O, varlığın tecellisidir.
Bağımlılıklardan kurtulmak için önce neye bağımlı olduğumuzu bilmeliyiz. Gözlemcilerimizi çalıştıralım.
Acı çekmeyi hak ettiğimiz kör inanca gidelim.
Bunu ne zaman kabul ettik?
Bunu ne zaman içimize “eşsiz bir tohum” olarak aldık?
Ne zaman “suçluluğumuzu doğurmaya” gönüllü olduk?
Hizmet ettiğimiz şey nedir?
Belki biraz daha derinlemesine düşünmeliyiz. Daha sistematik…
Yeni alışkanlıklar, bizi olduğumuz bataklığın dışında başka topraklara götürür. Kendi bataklığımızın dışında olmak, çıktığımız yerin algılanmasını kolaylaştırır.
Yaptığınız her eylem için sorun kendinize, burada oturarak, bu insanlarla konuşarak neyi amaçlıyorum?
Almak istediğim şey nedir?
Kaçmak istediğim durum nedir?
Her gün alışkanlıklarınızı değiştirin.
Başka yerlerde yemek yiyin, başka insanlarla görüşün, başka yollardan evinize gidin, başka tür şeyler izleyin, hiç okumadığınızı okuyun, olmaz dedikleriniz yapın…
Ve bunları yaparken aslında daha önce süreklilik kazananların sizi ne şekilde nereye bağladığını görünür kılın.
Ezgi’nin bahsettiği 12 maddeyi buradan okuyabilirsiniz.
Birkaç kez okuyun, ilk başta çok basit ve inanç temalı gelse de, alt metinlerde bizi götürdüğü nokta yüzleşmelerimiz ve kendimizi affetmeye başlamamız için dikensiz bir yol sunuyor.
Ve Einstein’in dediği gibi, aynı şeyleri yaparak başka sonuçlar bekleyemezsiniz!
Bu yüzden değiştirin, en basit şeylerden başlayarak, yavaş yavaş…
Bağımsızlığa giden yolda, içimizdeki İsa’yı onurlandırıyoruz.
Doğurduğumuz şey o olsun!
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Özgürlüğün bir bedeli var: Kabuklarımızı kırarak büyüyebiliriz ancak