Kimliğimiz kafatasımızın altında toplanan sistemler bütününün bir ürünüdür ve her beyin içinde bulunan küçük beyinlerin çatışma ve kavgaları sonucunda bir tarafın egemen çıkması ile hareket eder. Peki ya bu beyinlerden birinde bir değişiklik olursa? Bu değişiklik kimliğimizi, aldığımız kararları, nasıl biri olduğumuzu değiştirir mi?
1 Ağustos 1966 yılında Charles Whitman, Austin’de bulunan Teksas Üniversitesi kulesinin gözlem katına çıktı ve aşağıda bulunan insanlara gelişigüzel ateş etmeye başladı. Toplamda 13 kişinin ölümüne sebep olan Whitman, olayın hemen ardından polis tarafından vurularak öldürüldü. Whitman’ın evine giden polisler daha da dehşet verici bir sahne ile karşı karşıya kaldı. Whitman bir gece önce karısını ve annesini öldürmüştü. Bir diğer şaşırtıcı olan nokta ise Whitman’ın herhangi bir şiddet eğiliminin olay gününe kadar olmaması ve bu suçları işlemek için bir sebebinin olmamasıydı. Yetkililer tarafından bulunan günlükte Whitman şunları yazmıştı:
“Kendimi şu günlerde tam olarak anlayamıyorum. Aklı başında ve zeki bir genç olarak tanınmaktayım. Ama son zamanlarda (ne zaman ve nasıl başladığını hatırlamıyorum) birçok sıra dışı ve mantıksız düşüncenin kurbanı olmuş durumdayım… Ölümümden sonra, görünür herhangi bir fiziksel bozukluk olup olmadığını belirlemek amacıyla bana bir otopsi yapılmasını ve beynimin incelenmesini diliyorum.”
Whitman’ın talebi yerine getirildi ve ölümünden sonra incelenen beyninde küçük bir tümör bulundu. Bu küçük tümör bir madeni para büyüklüğündeydi ve beyinde saldırganlık, korku durumlarını yöneten “amigdala”ya baskı yapıyordu. Kitle olarak küçük olmasına rağmen Whitman’ın karakterini değiştirmeye yeterli olmuş ve kendi kontrolünde olmayan davranışlar sergilemesine neden olmuştu.
Bunun ne kadar uç bir örnek olduğunun farkındayım. Fakat bu örnekte olduğu kadar dramatik olmasa da bizi biz yapan beyin mekanizmalarımızdaki herhangi bir değişikliğin “bildiğimiz beni” değiştirebildiği de bir gerçektir.
Hayatın içinden örneklere baktığımızda ise madde ve alkol kullanımında normal hayatta pek de yapmayacağımız şeyleri yapabilmemiz buna bir örnektir. Aynı şekilde, bazı sara tipleri insanları daha dindar hale getirebilir. Parkinson hastalarının dinden uzaklaşması sık görülen bir durum olmakla birlikte, Parkinson ilaçlarının kişileri kumara düştün hale getirdiği bilinmektedir. Çöpleri karıştıran ve yemek toplayan çoğu kişinin prefrontal beyin bölgesinde problemler olduğu gözlemlenmiştir.
Eğer davranış değişikliklerine sebep olan beyin mekanizmalarından bahsediyorsak, bu demektir ki zamanı yüz kez geriye de alsak Charles Whitman yine o cinayetleri işlerdi. Peki ya hukuk sistemi?
İnsanoğlu olarak bir özerkliğe sahip olduğumuz ve davranışlarımızın bizim kontrolümüz altında olduğu inancı ile birlikte yaşarız. Halbuki bu çalışmalar gösteriyor ki ancak belirli koşullar altında özgür irademizi kullanma imkanımız vardır ve görünen o ki bu konuda da eşit değiliz. Beyin mekanizmalarında herhangi bir problem olan biri ile olmayan birinin özgür iradeyi kullanmakta tamamen eşit olduklarından söz edilemez.
Hukuk sisteminin bu noktada nasıl işlemesi gerektiği ise toplumsal bir felsefe sorusudur. Çalışmalar doğrultusunda dileğim, hukuk sistemine sadece suç kanıtının değil “beyin kanıtı”nında entegre edilmesi yönündedir. Bu değişimin olup olmayacağını ise zaman gösterecektir.
Bu çalışmalar, insanlık olarak seçimlerimizde tamamıyla özgür olduğumuza dair sezgilerimize yüzde yüz güvenmenin sorunlu olabileceğini gösterir. Nörobilim, günümüzde henüz özgür iradeyi tamamen yalanlayacak verilere sahip olmasa da, bazı koşullarda özgür irade diye bir şeyin olmadığı ve seçimlerin çoktan bizim adımıza yapılmış olduğu ihtimali söz konusudur. Bu durumun insan hayatını öngörülebilir kılması ise biraz tat kaçırmaktadır.
Bu karmaşıklık karşısında bize kalan iç görü; sadece hastalık ve kimyasalların bizi değiştirdiği değil, izlediğimiz filmlerden, çalıştığımız işlere, yaptığımız sohbetlerden, okuduğumuz kitaplara kadar sistemimize aldığımız her şeyin “kendimiz” olarak tanımladığımız nöral ağların sürekli olarak yeniden biçimlenmesine katkıda bulunduğudur.
İlginizi çekebilir: Bilim insanları cümlelerin beyinde yarattığı hareketliliğin şablonunu çıkarmayı başardı.